Komün dersleri ve Bolşevik Devrimi

Komün dersleri ve Bolşevik Devrimi

24-05-2020 09:23

Paris Komünü işçi sınıfının ilk iktidar deneyimi olmasının ötesinde Ekim Devrimi ve Bolşevikler önemli bir rehber niteliği taşımıştır. Bu rehberlik ise tek başına basit bir anma ya da selamlama meselesi değil tam da devrim, iktidar ve devlet tartışmalarına ilişkindir.

Neşe Deniz Babacan

Bolşeviklerin Paris Komünü’nden çıkarttıkları dersleri kabaca iki başlık etrafında toparlamak mümkün görünmektedir. Bu başlıkların hiçbiri Marksist bütünlüğün dışında olmamakla birlikte, özelde Marx’ın Paris Komünü’ne yaklaşımını ve çıkarımlarını içermektedir. Aynı zamanda bu başlıklar, Leninizm’in devrim, işçi sınıfı iktidarı ve devlet tartışmalarına dair gelişim basamaklarını da kapsar.

Birincisi, Bolşevikler açısından Paris Komünü Marx’ın yaptığı tahliller çevresinde değerlendirmeye tabi tutularak, eksikleri tespit edilmiş, devamında selamlanmış ve özellikle 1905 devrimi ile benzeştirmelere gidilmeye çalışılmıştır. Burada kısmen biçimsel bir değerlendirmenin öne çıktığını söylemek doğru olur.

İkincisi, Paris Komünü Marksist devlet teorisi ve işçi sınıfı iktidarının nasıl biçimleneceğine dair olan tartışmaları daha fazla gündeme getirmiş, Bolşevik Devrimi ise bu tartışmayı pratik olarak bağlanabilecek en ileri noktaya taşımayı başarmıştır. Dolayısıyla Bolşevikler açısından Paris Komünü 1917 yılında artık geçmişteki gibi eksik yanları tespit edilecek ya da selamlanacak bir olgu olmaktan çıkmış, aşılması zorunlu bir çizgi haline gelmiştir.

Birinci ders: Komün’ün eksikleri

Bolşeviklerin Paris Komünü’ne yaklaşımında özelde Lenin’in yazdıkları ve yaptığı değerlendirmeler öne çıkar. Bu değerlendirmelerin Leninizm’in gelişim dinamiklerinden bağımsız ele alınması ve Komün’ün kendinden menkul bir tarihsel düzlemde değerlendirilmesi yanlış bir yaklaşım olacaktır.

Bununla birlikte, 1871 yılının Rusya’da Marksist hareketin başlangıç noktasının öncelerine denk düştüğünü, Rus Marksizmi’nin babası sayılan Plehanov’un Paris Komünü yaşandığında on beş, Lenin’in ise daha bir yaşında olduğunu hatırlamak gerekecektir. 1870’li yıllarda Rusya’daki en yaygın devrimci hareket olan Narodnikler tarafından Paris Komünü selamlanmış olmasına rağmen aslında özü itibariyle Komün ile Narodnikler’in mücadelesi arasında örtüşme bulmak oldukça zordur. Daha doğrusu Komün’ün ortaya çıktığı koşullar ile teorik olarak varması gereken nokta ile Narodnikler’in çıkış koşulları ve varış noktalarını çakıştırmaya çalışmak mümkün değildir. Çakışma olsa olsa Komün’ün yönetiminde yer alan Blankiciler ve Proudhoncular ile Narodnikler arasında yapılabilir. Siyasal hedefsizlik ve yöntem açısından olan bu benzerlikler ne Narodnikleri Rusya topraklarında devrime taşımış ne de Paris Komünü’nü yenilgiden kurtarmıştır.

Rusya’da Marksist hareketin gelişmesi, Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin şekillenmesi ve devamında Bolşeviklerin ortaya çıkışı Paris Komünü’ne dair Rusya topraklarında Marksizme içkin yorumların ve değerlendirmelerin yapılmasının önünü açmıştır. Özellikle Lenin tarafından Rusya’da işçi sınıfının içinde yer aldığı 1905 devrimi ile Paris Komünü arasında yapılan benzeştirme arayışı tam da buna örnek olarak verilebilir. Yapılmaya çalışılan şey örtüştürme değil benzeştirmedir. Çünkü 1905’te Çarlığa başkaldıran kitleler içerisinde işçi sınıfının rolü ve verilen mücadeledeki konumu azımsanmayacak durumdadır. Yine Komün’de iktidarın sınıfsal anlamda işçilerde cisimleşmesi tarihteki iki kritik dönemeç arasındaki bağım tanımlandığı nokta olarak karşımıza çıkmış ve Bolşevikler bunun adını Sovyetler olarak koymuşlardır. 1871’de kısa bir zaman diliminde iktidar aygıtı halini alan Komün, Rusya topraklarındaki alternatif iktidar aygıtı olarak ortaya çıkmıştır. İktidar aygıtının sıçrama yaptığı zaman aralığı ise 1917 Şubat’ı ile Ekim ayı arasındadır. Bu zaman aralığında artık yapılması gereken Komün’ün eksiklerini tespit etmek ya da selamlamak değil, Komün’den çıkartılan derslerin hayata geçirilmesiydi. Bolşevikler bunu başardı.

Bununla birlikte Lenin ve Bolşeviklerin, Paris Komünü’nün eksik yanlarını değerlendirirken Marx’ın yaptığı tespitlerden yola çıktığını ve 1917 öncesinde bu tür bir tahlil silsilesinin olduğunu görürüz. Marx’a göre Komün’ün yenilgisinin temel nedenleri, Versay’da Almanlar ile anlaşmaya varmaya çalışan Fransız burjuvazisinin ve Thiers hükümetinin üzerine yürünmemesi ve Komün yönetiminin görevini erkenden bırakarak “mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi” ile “bankalara el konulması” gibi başlıkları hayata geçirmek yerine Proudhoncu anarşizmin sonuçları olan siyaset dışılığın ve yardımlaşmacılığın ortaya çıkmasıdır. Dolayısıyla işçi sınıfı bilinçten ve siyasal hedeften yoksun kalmıştır.

Lenin de Komünün güçsüz noktaları olarak buralara işaret etmekte ve siyasal bilinç eksikliğinin başat bir karakter taşıdığını vurgulamakta ve 1908 yılında yazdığı “Komün Dersleri” başlıklı bir yazısında “…tüm yanılgılarına karşın Komün, 19. Yüzyılın en yüce proleter hareketinin en ulu örneğidir” demektedir.

İkinci ders: Komün’den Bolşevik Devrimi’ne

Lenin yukarıda bahsettiğimiz yazıyı şu ifadelerle bitiriyor:

“İşçi sınıfının bu iki büyük ayaklanması (1871 ve 1905’ten bahsediyor – y.n.) bastırıldı.  Varsın olsun. Bundan ötürü yeni bir ayaklanma, proletarya düşmanı güçlerin karşısında güçsüz kalacakları ve sosyalist proletaryanın tam bir zafer kazanacağı bir ayaklanma, patlak vermeden geri kalmayacak.”

1917’ye gelindiği zaman artık temel mesele 1871’de yarım kalan ya da yapılamayan bir olgunun hayata geçirilmesidir. Paris Komünü, öncelikle siyasal devrim ile toplumsal devrim arasındaki ayrımın belirginleşmesini sağladığı için önemlidir. İşte bu yüzden işçi sınıfına siyasal bir hedefin gösterilmesi, bunun da iktidar mücadelesinde somutlanması şart olarak görülmelidir. Bolşevik Devrimi öncelikle bunu başardığı için insanlık tarihinde önemli bir sayfa olarak yerini almıştır.

Paris Komünü ile birlikte Marksizm’in sosyalist devrim mücadelesindeki repertuarında önem taşıyan bazı başlıklarının net bir şekilde tarifinin yapılması artık kaçınılmaz olmuş, Komün bunun laboratuarı olarak işlev görmüş, Leninizm ise bu tarifin en somut ayağını oluşturmuştur. Bu noktada öne çıkan başlıklar ise proletarya diktatörlüğü ve devlet meselesidir.

Bilindiği üzere Marksizm’in ve sosyalist mücadelenin 1800’lü yıllar ve 1900’lerin başlarındaki temel tartışma noktalarından bir tanesi üretici güçlerin gelişkinlik düzeyi ile devrimlerin ilişkisi, burjuva demokratik devrimlerin tamamlanması meselesi ve ancak bununla paralel şekilde gelişen kapitalizm ve burjuvazi sayesinde işçi sınıfının bilinçlenebileceğine dair olan düşünce olmuştur. Aynı zamanda sosyalist devrim ile birlikte olası bir işçi sınıfı iktidarı durumunda nelerin olması gerektiğine dair de Marx ve Engels temel bazı önermelerde Komün öncesinde bulunmuşlardı.

Paris Komünü bu önermelerin daha da fazla ete kemiğe bürünmesini, Ekim Devrimi ise tamamen ayakları üzerinde doğrulmasını sağlamıştır. Buradaki kritik noktalardan bir tanesi sosyalist devrimin proletarya diktatörlüğünü beraberinde getirecek olması ve işçi sınıfının kendisini egemen bir sınıf olarak örgütlemesine dair olan zorunluluktur. Komünizme doğru gidilen yolda, sınıfların varlığını devam ettirdiği ve “herkese emeğine göre” ilkesinin geçerli olacağı bir evrenin yani sosyalizmin yaşanması Marksizm tarafından ortaya konmuştur. O açıdan Paris Komünü’nde ortaya çıkan tablonun işaret ettiği nokta, proleter devriminin olmazsa olmaz sonuçlarından bir tanesinin proletarya devletinin kurulmasıdır. Küçük burjuva radikalizminin cisimleştiği Blankizm ile Proudhoncu anarşizmin böylesi yönelimleri bulunmadığından dolayı işçi sınıfı iktidarının kapitalizmi adım adım ortadan kaldırması yerine, kapitalizmin yok sayılması ya da reforma tabi tutulması gibi örneklerle karşılaşılması kaçınılmaz olmuş, Komün de bu arızadan nasibini almıştır.

İkinci diğer mesele ise devlete olan yaklaşımdır. İşçi sınıfının iktidarı ele geçirip, kendisini egemen bir sınıf olarak örgütlemesi ile birlikte atılması gereken bir diğer adım burjuva devlet mekanizmasının ortadan kaldırılarak, devletin işçi sınıfı eliyle tüm toplumun çıkarları adına yeniden şekillendirilmesidir. Bu yapılmadığı oranda gerek kapitalizme dair kuralların devam etmesi gerekse burjuvazinin yeniden güç toplayarak tekrar iktidara doğru hamle yapması kaçınılmaz olacaktır. O yüzden işçi sınıfının verili burjuva devletini “durumu düzeltmek” adına belli bir süre kullanmaya devam etmesini ya da olası bir ikili iktidar durumunda burjuvazinin çeşitli reformlar aracılığı ile burjuva demokratik devrimin azami noktasına iteklenmesini savunmak işçi sınıfının kaybetmesinden başka bir anlama gelmeyecektir. Ya da başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, kendisini egemen sınıf pozisyonuna çıkartan işçi sınıfının sayısal olarak fazla olması; mali sermayeyi, orduyu, çeşitli yönetim mekanizmalarını ve üretim araçlarını elinde tutmaya devam eden bir sermaye sınıfının varlığında hiçbir anlam ifade etmeyecektir.

İşte tam da bu bağlamda Bolşevik Devrimi’nin rolünü ortaya koymak gerekmektedir. 1917 Ağustos ve Eylül aylarında Lenin tarafından kaleme alınan Devlet ve Devrim adlı eserde tam da bu tartışmalardan bahsedilerek aslında Ekim Devrimi öncesinde yol haritası oluşturulmaktadır. Burada elbette “Komün Dersleri” belirleyici olmuş şu başlıklar çevresinde önemli tespitler yapılmıştır.

– Yıkılan devletin ne ile ve nasıl değiştirileceği.

– Burjuva düzeninden kalma yönetim mekanizmasının ve burada oluşmuş olan bürokrasinin dağıtılması.

– Burjuva diktatörlüğü altında şekillenmiş olan temsiliyet mekanizmasının parçalanarak halkın devlet yönetimine katılımının gerçek anlamda toplumsal örgütlülüğe dayandığı bir modelin hayata geçirilmesi. “Komün”ün, işçi, köylü ve asker Sovyetleri ile yeniden yaşam bulması.

– Bu temelde hayata geçirilecek toplumsal örgütlenme ile birlikte ulusal birliğin örgütlenmesi.

– Her iktidar son tahlilde bir devlete dayanacaksa, anarşistlerin önerdiği tipte devleti yıkıp sonra federalist bir yapıya geçilmesi Paris Komünü’nün de, Bolşevik Devrimi’nin de ruhuna aykırıdır. Marksizm Leninizm kendisini iktidar kavgası üzerine ve “devrimci devlet biçimlerinin devrimci şekilde kullanılmasından” yana şekilde kurar.

Bu noktada Paris Komünü’nde devrimci bir tipte devlete geçişin nüvelerini ve bunun için atılan bir dizi adımı görmek mümkündür. Örnek vermek gerekirse, kilise ile devletin ayrılması, parasız halk eğitimi, sürekli ordunun kaldırılarak işçi sınıfının silahlandırılması, burjuva devletinden kalma memurluk sisteminin kaldırılması, bütün devlet görevlilerin seçilebilirlik ve geri alınabilirliği, en çok 6000 frank olan ücretler, yabancıların tam eşitliği, fırıncıların gece çalışmasının yasaklanması, para cezalarının yasaklanması, ortada kalan fabrikaların işçi birliklerine verilmesi gibi başlıklar ilk sayılabilecek olanlardır. Bunların yapan ise adlı adınca bir işçi hükümetidir.

Tarihte ilk defa işçilerin iktidara gelerek yolu açtıkları örnek olan Paris Komünü bu açıdan büyük önem taşımaktadır. Lenin’e göre,

“Komün proleter devrim tarafından, emeğin iktisadi kurtuluşunun gerçekleşmesini sağlayan ‘en sonunda bulunmuş’ biçimdir.”

“Komün, burjuva devlet makinesini parçalamak için proleter devrim tarafından girişilmiş ilk girişimdir; parçalanmış bulunan şeyin yerine geçebilecek ve geçmesi de gereken ‘en sonunda bulunmuş’ siyasal biçimdir o.”

Burada Komün burjuva iktidarına alternatif bir iktidar aygıtı olarak söylenmektedir. İşçi sınıfının iktidar mücadelesi Bolşevik Devrimi ile zafere ulaştığı zaman Paris Komünü gerçek anlamını kazanmış ve tarihteki önemli bir rehber olma özelliği perçinlenmiştir.

Nasıl ki Paris Komünü deneyimi Ekim Devrimi için önemli bir rehber olduysa, günümüzde de Ekim Devrimi yolumuzu aydınlatmaktadır. Komün savaşçılarına, Ekim’in öncülerine ve geleceği örgütleyenlere selam olsun…