Kaçış mı Kalış mı?

Kaçış mı Kalış mı?

12-04-2020 09:20

Hastalığı sürü bağışıklığı modeliyle, esasında en masrafsız şekilde atlatmak isteyenler, tepkiyle karşılaşınca geri adım yolunu seçiyor. Yahut “kaçıp gidilecek yer” olan görülen ABD, gencecik insanların sigortası yok diye tedavi edilmeyip sokaklarda ölmesiyle, kendisinden kaçıp gidilecek yer haline dönüşüyor.

Muhammed Eyidenbilir

Dünyamız son günlerde şaşırtıcı derecede zor süreçlerden geçiyor. Salgın ve salgının yarattığı kargaşa bizleri fazlasıyla tedirgin eder halde. Maskelerin, kolonyaların, dezenfektanların fahiş fiyatlardan satılması, karaborsaya düşmüşmesi, gıda ürünlerinin pahalanması ve hatta bulunamaması gibi birçok sorunlar karşılaşıyoruz. Özellikle sosyal medyada “markette makarna için kavga eden” insanları, ekipmanlarının yetersizliğini dile getiren sağlık çalışanlarını çokça görüyoruz. Evet, bunlar hepimizin gördüğü ve “Nasıl bu hale düştük?” dediği olaylar. Oysa merkezi bir devlet planlaması olsaydı bu sorunlar kolayca çözülebilirdi. Kapitalizmin akılla değil kâr kaygısıyla yönetiliyor oluşunun sonucu olarak, bu planlamaları yapmamış olması yüzünden bu kaosu yaşadığımız da bir gerçek.

Akılla yönetilmeyen bir sistemden, aklın ürünü olan önlemler almayı beklemek işi şansa bırakmak anlamına geliyor. Öyle ki, kapitalizmin “serbest piyasa her sorunu çözer” şiarı, sağlığın özelleştirilmesi sonucu salgınla birlikte, binlerce canın gitmesine neden oldu. Kapitalizmin “bugünü maksimum kârla kapatalım” mantığı asla ve asla gelecekteki krizleri, ölümleri, sefaleti engellemeyi düşünmüyor. Normal zamanlarda kârlılık merkezli düşünen kapitalizm olağanüstü durumlara önlem alamayarak birçok cana mâl oluyor.

Kendisine Yabancılaştırılan Toplum!

Bu mağduriyet sadece yüksek kriz anlarında, toplumsal infiallerde ortaya çıkmaz. Kapitalizm, bahsettiğimiz gibi kendisinin günübirlik çıkarları doğrultusunda öyle bir sistem kuruyor ki toplumsal anlamda büyük krizler olmasa da insanların iç dünyaları gelecek kaygısından, toplum çatışmasından, tüketim hiyerarşisi yüzünden krizlere giriyor. Kapitalizmin Türkiye gibi ülkelerde en kullanışlı aparat olarak tarikatları, dinci gericiliği kullanmasının sonucu olarak gericileşen ve ötekini dışlayan bakışın güçlenmesi kendisi gibi olmayana tahammül gösterilmeyen anlayış büyüyor.

Dinci gericilikle birlikte Türkiye gibi kapitalist ve az gelişmiş bir ülke olmanın sonucu olarak kırılgan, bağımlı ekonominin de görülmesi gerekir. Özellikle geleceğini kurmak isteyen biz gençlerin kapitalizmin piyasa şartları yüzünden ufku göremeyişimiz gelecek kaygısının anksiyete haline gelmesine dönüşür. Liberal kişisel gelişim uzmanlarının “Ufkunuzu geniş tutun!” söylemlerine rağmen yukarıda saydığımız “gerçekliğin kendisi” binlerce genci şehirlerden uzaklaşmaya yahut yurt dışına gitmeye itiyor. Kitleleri cahil bırakarak kendisini var eden kapitalizm, insanın kendisine, toplumuna yabancılaşması sorununu doğuruyor. Birde üstelik bu sorunu yaşadığımız şehrin/ülkenin “ruhundan kaynaklanan” problemmiş gibi algılamaya neden olarak kaçışların önemlice nedeni haline geliyor.

Büyük şehirlerden uzaklaşıp küçük komünlere yerleşmek veya yurt dışına gidip “her şeyden” uzaklaşma fikrinin hafifliği biz gençlere çok cazip gelebiliyor. Serbest piyasa düzeni, bir kişiye, bir düzen partisine, bir coğrafyaya çubuk bükerek kendisinin oluşturduğu ilişkiler sonucu ortaya çıkan rahatsızlıkları makyajlayıp, sorunun gerçek kaynağının algılanamaması sorunu yaratıyor. Başka bir ülkeye “transfer” olmak, sistem karşıtı mücadelede pasifleşmiş tutum izlemek maalesef “oyunu” değiştirmez.

Salgın Dersleri: Kalışı Aramak!

İçinden geçtiğimiz salgın sürecininse bizlere tam bu noktada büyük dersler verdiğini görüyoruz. Evlerimizde karantinadayken aldığımız bu “uzaktan dersler” ilk olarak toplumun bir bütün olduğunu tekrar hatırlattı bizlere. Toplumu bedene benzetmek gibi –tehlikeli ellerde amacından saptırılabilecek- bir benzetme kuracak olursak şunu açıkça görüyoruz ki, bedenin herhangi bir yerinde ortaya çıkan sıkıntı gerek psikolojik, gerek fizyolojik olarak beden içerisinde birçok noktayı etkiliyor. Toplumun herhangi bir bölmesinde var olan bir sorunun da sadece o bölmeyi etkilemediği yine karşımızda durmakta.  Hatta bu benzetmeyi biraz daha genişletirsek, insanoğlu kendi tarihi boyunca topluluğunun bütün üyelerinin azmine, organizasyonuna ihtiyaç duymuştur. İnsanoğlu kendi elleriyle “globalleştirdiği” bu dünyanın herhangi bir yerinde ortaya çıkan salgından da tek bir vücutmuşçasına gözünü kapatamayacak kadar etkileniyor. Toplulukta bir insanın azmi de sağlığı da geçmişte nasıl önemliyse, liberaller ne kadar inkâr ederse etsin, bugün de aynı önemini koruyor. Çünkü toplumdaki soruna gözünü kapatsa da o salgının aylar sonra kendisini etkilemeyeceğinin garantisi verilemez.

Basitleştirerek verilen örneklerle kolektivizmin, toplumculuğun, sosyalizmin modası geçmiş sloganlar olmadığını gördük. Hala daha ihtiyacını –fark etmesek bile- hissettiğimiz tek çare olan sosyalizm, kendisini bir tür mantıki sonuç olarak dayatıyor. Emperyalist-kapitalist sistem bu salgın sürecini yansıtmaya çalıştığının aksine başarısızlıkla sürdürüyor. Hastalığı sürü bağışıklığı modeliyle, esasında en masrafsız şekilde atlatmak isteyenler, tepkiyle karşılaşınca geri adım yolunu seçiyor. Yahut “kaçıp gidilecek yer” olan görülen ABD, gencecik insanların sigortası yok diye tedavi edilmeyip sokaklarda ölmesiyle, kendisinden kaçıp gidilecek yer haline dönüşüyor.  Sokaklarda ölen insanlar bir yana, kapitalist ülkelerin kendi aralarında maske savaşına girmeleri, kolektivizmin zorunluluğunu görmezden gelerek çözüm arayışının ötesine geçemiyor.

Yüzlerce yıllık insanlık tarihinin sağlığı kamusal hizmet olması gerektiğini göstermesine rağmen, piyasanın ihtiyaçları için özel sektöre bırakılması, kapitalizmin sorunlarından kaçılacak bir yer olmadığını tekrardan göstermiş oldu. Sermayenin bunca zaman uyguladığı tercihleri, kapitalizmin bir umut olmadığını ve bir kapitalist ülkeden diğerine kaçışın manasızlığını kanıtladı. Ekonomik ve siyasi olarak sosyalizmi seçmeyen ülkelerin salgını çözmek gibi yine sosyalizmle taban tabana zıt tercihler yapması maalesef ki çözümsüzlükten çözüm beklemektir. Virüsün hastalık yaratması, kapitalizmin pandemi yaratmasının bize verdiği ders, sosyalizmi tercih etmeden kalıcı bir çözüm bulamayacağımız yönünde.

Mücadeleye Bıraktıkları

Salgınla birlikte alınan bu “uzaktan derslerin” birde mücadeleye dair kısmı var elbette. Kapitalizmin kendisinin yarattığı bu çıkmazdan yine kapitalizme sığınarak kurtulmamız mümkün görünmüyor. Sermayenin sefilliğinden bu anlamıyla bir kaçışın mümkün olmaması, on yıllar önce enternasyonalde, işçi sınıfının uluslar arası örgütünde alınan, devrimciler kendi topraklarında mücadele etmelidir, kararının haklılığını tekrar göstermiş oldu.

Kapitalizmden kaçıp bir diğer kapitalizme sığınmak çözüm getirmiyor, tersinden, zaten var olan sorunların büyümesine izin vermek anlamına geliyor. Bu açıdan biz gençlerin üzerine düşen görev hala değişmemiştir. Sermaye düzeninin bütün rezilliğine, yabancılaştırmasına, zorluğuna rağmen sığınacak tek yer mücadeledir, sosyalizmdir. Mantıki sonuçlara uymayan kapitalizmin tercihleri sorgulanmakla birlikte, gençliğin tercihleri de kapitalizmle aynı hatta gitmemeli, sosyalizmin tercihleri hattında ilerlemelidir. Bugün nasıl ki bilimlerin ışığında salgına ve virüse çare arıyorsak, bu sefer sosyal bilimlerin ışığında da kapitalizm-emperyalizm virüsünün çaresi olan sosyalizme yüzümüzü dönmeliyiz.