İran: Hedef mi, yayılmacı mı?

İran: Hedef mi, yayılmacı mı?

11-01-2020 09:03

İran’ın hedef tahtasına oturtulması denilen başlık ABD açısından çok somut ve pratik ayakları olan bir olgu. Kasım Süleymani’nin öldürülmesinde de bunu görebiliriz. ABD’nin bunun karşısında “İran yayılmacılığı”nı gündeme getirmesi ise hem emperyalist yayılmacılığı hem de işlediği suçları örtmek gibi bir anlam taşıyor

Neşe Deniz Babacan

 

Çok kutuplu dünya konjonktüründe İran’ın yeri

Ortadoğu’daki son gelişmeler ile birlikte öncelikle İran’ın çok kutuplu dünya konjonktüründeki yerini açıklamaya çalışmak önem taşımaktadır. Emperyalizme rağmen varlığını sürdüren ancak adlı adınca kapitalist bir üretim tarzının egemenliğinin var olduğu İran açısından “çok kutupluluk” bazı anlamlarda kurtarıcı rol üstlenmiş gibi görünüyor.

Öncelikle emperyalist ülkeler arasındaki rekabet ya da pazar paylaşımı bağlamında Almanya ve Fransa sermayesinin günümüzde birinci elden tekrar kendini var etmeye başladığı bir zemin olan İran, 20. ve 21. yüzyıllarda önce İngiltere’nin devamında ise ABD’nin ambargolarına maruz kaldı.

Bugün etkileri çeşitli düzeylerde hissedilen emperyalist kuşatma politikalarının temel olarak İran’ın emekçi halkına yansıdığını ve bunun dönem dönem çeşitli patlamalarla ortaya çıktığının örnekleri son yirmi yıl içerisinde görünür olmuştur.

Dolayısıyla, bugün daha fazla Rusya ve Çin’in ekonomik, siyasi ve askeri alanlardaki sivrilmesi çeşitli zaman ve düzlemlerde İran’ın nefes alabileceği bir ortam oluşturmuştur. Filmi hızlı bir şekilde sararak ABD’nin saldırısı ile İran’ın Ortadoğu’daki en önemli askeri/siyasi figürü olan Kasım Süleymani’nin öldürüldüğü anı bu tablo içerisine yerleştirerek ele almak önem taşımaktadır. Askeri ve siyasi anlamda Rusya ile Ortadoğu’da yüksek müttefiklik ilişkisine giren İran, Çin’in iktisadi ve siyasi yönelimleri açısından da önemli bir ittifak unsuru olarak yer almaktadır.

Dolayısıyla ABD’nin son hamlesi ile birlikte İran üzerinden dünya üzerindeki diğer rakiplerine de gözdağı vermek, alanlarını daraltmak ya da kendi varlığını kabul ettirmek gibi niyetleri olduğunu ifade etmek gerekmektedir. Öncelikle not edilmesi gereken başlıklardan bir tanesi bu olarak görülmelidir. Eğer yayılmacılıktan bahsedilecekse öncelikle bunun emperyalizm boyutu gösterilmelidir.

ABD emperyalizminin hedefindeki İran

ABD’nin Ortadoğu’ya dönük hesap ya da yönelimlerinin köşe taşlarını bir dizi başlık çevresinde toparlayabiliriz.

Bunlardan birincisi, Ortadoğu’nun petrol ve doğalgaz kaynakları ile bunların taşınma yolları üzerinde hegemonya kurma arayışıdır. ABD’nin doğal kaynaklar üzerindeki arayışları son sekiz yıl içerisinde çeşitli farklılaşmalar içerse de, başta Irak petrolleri olmak üzere Doğu Akdeniz’de kızışan tartışmaların emperyalist ülkelerin iştahını kabarttığı açıktır. Bu bağlamda büyük kaynaklar üzerine oturan İran’ın neden emperyalizmin hedefinde olduğunu açıklamak mümkün olacaktır.

İkincisi, Ortadoğu’da ABD’nin en büyük müttefiki İsrail’in çıkarlarının ve güvenliğinin savunulmasıdır.

Bir diğer başlık, iki kutuplu dünyadan kalan bir dizi rejimin tasfiyesidir. Özellikle Irak ve Suriye’de yaşananlar ile devamında ABD’nin İran karşıtı politikalarını yükseltmesi arasında paralellik mevcuttur.

Dolayısıyla tüm bu nedenlerden dolayı ABD’nin İran’ı geriletme ve kuşatma politikaları güncel bir başlık olarak görülmelidir.

İran yayılmacı mı?

Her egemen devlet gibi İran’ın da bölgesel anlamda bir güç olma arayışının var olduğunu ve bunun dönem dönem doğrudan Amerikan çıkarları ile karşı karşıya kaldığını açık bir gerçek olarak görmek gerekir. Ancak bununla birlikte Ortadoğu’da farklı parametreler üzerinden farklı noktalarda etki yaratan İran’ın emperyalist yayılmacılık ile eşdeğer tutulması pek mümkün değildir. Hatta bir adım öteye giderek bunun Sünni İslamcılığın politik bir argümanı olduğunu ve bu kesimlerin bilinçli bir tercih sonucunda emperyalizm işbirlikçisi pozisyonlarını bu şekilde tescil ettiklerini unutmamak önem taşımaktadır. Yayılmacılık konusunun ekonomi politik değerlendirmelerin dışına çıkarıldığında emperyalizmin kendi yayılmacılığını gizlemek gibi bir yan taşıdığının da ayrıca not edilmesi gerekmektedir.

Verili durumda ortaya çıkan tabloyu özetlemek içinse mezhep savaşlarının yükselmesi ile birlikte Şiiliğin “Direniş ekseni”nin merkez belirleyeni olması durumunu not etmek gerekmektedir. Özü itibariyle Ortadoğu’da “Direniş ekseni” Filistin davasının savunulması ve İsrail’in yayılmacılığına karşı direnç oluşturmak için şekillendiği söylenebilir. Daha eski zamanlarda doğrudan Filistin’in ve El Fetih lideri Yaser Arafat’ın ya da Suriye’nin ve devlet başkanı Hafız Esad’ın merkezinde durduğu “Direniş Ekseni”nin günümüzde daha fazla Şiilikle, Lübnan Hizbullahıyla ve özelde de kişi olarak İranlı general Kasım Süleymani ile anılır olması tam da emperyalizmin mezhep savaşlarını yükseltmesi gibi neden bağlanmalıdır.

Dolayısıyla İsrail işgaline karşı Lübnan’da direniş örgütleyen Hizbullah’ı, ABD’nin Irak işgaline karşı direniş örgütleyen Şii kökenli örgütleri, Suriye’deki cihatçı örgütlere karşı direniş örgütleyen İran devletini, Irak’ta IŞİD karşıtı mücadelede yer alan Haşdi Şabi güçlerini, Yemen’de Suudi Arabistan saldırısına karşı duran Husiler’i aynı zeminde buluşturan temel olgunun bölgeye dönük emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin müdahalesi olduğu açıktır. Ancak bunu söyledikten sonra özellikle not edilmesi gereken bir diğer nokta, şekillenmesinde Kasım Süleymani’nin rolünün göz ardı edilemeyeceği açık olan bu ittifak zincirinin gerçek anlamda anti-emperyalist bir çizgiye, işçi sınıfının devrimci siyasi hattına ve bağlamda yurtsever bir kurtuluşçuluğa tam anlamıyla oturmadığıdır. Bununla birlikte güncel olarak “Direniş Ekseni”, İsrail ve ABD’nin Ortadoğu’daki alanlarını sınırlandırıcı bir role sahiptir. Bu rolün önemsiz görülmesi yersiz bir yaklaşımdır. Ancak İran’ın anti-Amerikancılığı nasıl zaman zaman kapitalizmin duvarlarına çarpıyorsa, bu çizgi de başka bir seviyeye taşınmadığı oranda son tahlilde emperyalist kapitalist sistemin yasaları belirleyici olacaktır. Bu yasaların özünü ise sermayenin birikim ve dolaşım mekanizmaları belirlemekte olup, örneğin ABD ile İran arasında dağlar kadar fark olduğunu ve bunun tek başına askeri ya da istihbari yöntemlerle kapatılamayacağı ortaya konulmalıdır.