Herkesin 8 Mart'ı kendine mi?

Herkesin 8 Mart'ı kendine mi?

01-03-2020 08:40

Kadın sorunu diye bir derdi olan ya da kadınlarla derdi olan herkes kendine göre bir 8 Mart ilan etmeye çalışacak!

Deniz Yorulmaz

8 Mart’ın bir mücadele günü olarak ortaya çıkışı kadın sorunun tarihsel seyrinde önemli bir uğrağa denk gelir. İnsanlık tarihindeki en eski işbölümü olan kadın ve erkek rolleri ya da daha genel bir ifadeyle toplumsal cinsiyet rolleri sınıflı toplumların tamamına rengini çalmış ama farklı üretim ilişkileri içerisinde değişik biçimlerde karşımıza çıkmıştır. En nihayetinde kapitalist toplumunun alamet-i farikası sömürü olmuş ve bu yoğun sömürü koşullarının önemli faktörlerinden biri kadınlar olmuştur. Kadınların ev içi üretimi ve bunun kapitalist üretim ilişkilerindeki hem üretici hem de yeniden üretici rolünü de bir kenara yazıp başka bir noktadan devam edelim. Nereden mi? Adlı adınca herkesin “işgücü”, “emek”, “artı değer” dediğinde kapsam içerisinde konuşacağı kadın işçilerden devam edelim. Doğrudan ücretli emek sömürüsünün bir parçası olarak yoğun sömürü koşullarına maruz kalan kadın işçiler, kadın sorunun kapitalist üretim ilişkileri içerisinde en gözle görünür taraflarındandır. İşte 8 Mart’ın tarihinde de bu yatar. 8 Mart 1857’de New York’lu dokuma işçisi 40 bin kadının 16 saatlik işgününün 10 saate indirilmesi ve ücret artışı talebiyle başlattıkları grevi engellemek isteyen fabrika patronu ve kolluk güçleri işçileri fabrikaya kilitler. Fabrikada çıkan yangında içeride kilitli kalan işçi kadınlardan 129 tanesi yanarak can verir. 8 Mart’ın 1910’da Clara Zetkin’in önerisiyle Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanmasının arkasında New York’lu dokuma işçilerinin bu önemli direnişi vardır. 8 Mart bir yanıyla elbette semboliktir. Kapitalizmin dünya üzerinde yerleşiklik kazanmaya doğru emin adımlarla yol aldığı 1800’lü yıllar bu adımların önünde çatlaklar açan işçi hareketleriyle zaman zaman sekteye uğramıştı. Ve sözkonusu işçi hareketlerinin önemlice bir bölümü kadın işçilerin ağırlığını taşıyor, hatta bir bölümü sadece kadın işçilerden oluşuyordu. Dolayısıyla New York’lu dokuma işçilerinin onurlu mücadelesi, yüzyıla damga vuran sembol oldu ve 8 Mart’ı takvim yapraklarında işaretledi.

Elbette tarihe damgasını vuran kadın hareketlerinin sadece işçi kadınların mücadelelerinden ibaret olduğunu iddia etmiyorum. Tam tersine kadın hareketi çıkışı itibariyle burjuva devrimlerinin yükselişiyle paralel oldukça farklı kalkış noktalarından hareketle ilerlemiş, burjuvazinin iktidarı ile birlikte tarih sahnesinde gerici bir rol almasıyla ise kendi yolunu bulmaya çalışmış, bu yol içindeki damarların rengine göre kendine farklı yataklar bulmuştur. Bu yol kimileri için feminist harekete çıkmış, kimileri için ise sosyalist hattın bileşeni olma anlamına gelmiştir. 8 Mart’ı takvim yapraklarında işaretleyenler sosyalist hattın bileşeni haline gelen kadınlar olmuştur. Öte yandan tarihte iz bırakan kadın hareketlerinin yoksul kadınların öfkesiyle bezendiğini, sınıfsal bir karakter taşıdığını, farklı sınıfsal tonlar taşıyanların ise emekçi karakteri tarafından zorlandığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Bugünün evrensel bir mücadele günü olarak ilan edilmesinin üzerinden yüzyıldan fazla zaman geçti. Dünya üzerinde çok farklı kadın mücadeleleri deneyimleri yaşandı. Sosyalist hareket reel sosyalizm deneyimi, tarihsel işçi kalkışmaları ve örgütlenmeleri ile önemli bir birikim elde etti. Kapitalist/emperyalist sistemin dünya üzerindeki gerici iktidarı hala devam ediyor. Hem de ilk dönemlerin acemilikleriyle değil, olgunluk çağının profesyonellikleriyle… Bütün bu gerçekliği dün ve bugün kesen doğru ise sınıflar mücadelesinin yasalarının hala geçerliliğini korumasıdır.

Burjuvazinin tüm gerici iktidarları boyunca “kadın sorunu” özünde çok büyük değişikliklere uğramamış olmasına rağmen bu başlıktaki ideolojik ve siyasal yaklaşımlar ve hatta bu başlıkta üretilen teorik zemin bir yanıyla çok büyük bir zenginliği, diğer yanında ise kafa karışıklıklarını ve ideolojik savrulmaları beraberinde getirdi. Bu yaklaşımların referans aldığı sınıfsal zemin ise tuzaklarla malul oldu.

Öte yandan “Kadın sorunu” salt bu iki kelime ile ifade edildiğinde sadece sosyalist hareketin sözünü söylediği bir alan olarak değil, dönem dönem burjuva iktidarlarının bile politik motivasyon kaynaklarından biri olarak rol oynadı. Ve elbette sözkonusu olan “kadın sorunu” olunca 8 Mart en fazla çekiştirilmeye çalışılan “sembol” oldu.

Bir 8 Mart daha yaklaşıyor. Kimileri bu güne “sevgililer günü” tonu katmaya çalışacak. Kimi “kurumsal” firmalar, kadın emeğine verdikleri “değer”i etkileyici videolarla anlatacak. Kimi sosyal medya paylaşımı ile “duyarlılığını” ilan edecek, kimi kadınlara özel indirimlerle satış kampanyaları düzenleyecek.

Kimileri ise kökleri tarihin en eski dönemlerine uzanan ve her zaman sınıfsal bir saflaşmanın tarafı olarak vuku bulan kadın sorununu bu bağlamlarından koparıp “gündelik hayatın eril düzenine kadın tepkisi” noktasından yılda bir köpüren sabun misali gündeme oturacak.

Yani kadın sorunu diye bir derdi olan ya da kadınlarla derdi olan herkes kendine göre bir 8 Mart ilan etmeye çalışacak!

Kadınların mücadelesini sosyalist bir zeminden yükseltenler ise gericiliğe, kadına yönelik şiddete, ayrımcılığa, emeğin her geçen daha da yoğunlaşan sömürüsüne karşı sözlerini söylemeye ve örgütlenmeye devam edecekler.
Kadın sorununun ezenlerin ve ezilenlerin tarihi kadar eski olduğunu, ömrünün ise ezenlerin ve ezilenlerin ömrü kadar olacağını bilerek…