Her şey İsrail için miydi?

Her şey İsrail için miydi?

08-03-2020 10:11

Emperyalizmin yanında Suriye’ye karşı saf tutanlar her şeyi İsrail için yaptıklarının farkındalar mı?

Gökmen Kılıç

Suriye savaşı kendi sınırlarının ötesine taşan, Ortadoğu’dan Avrupa’ya kadar bilfiil etkilerinin hissedildiği bir savaşa dönüştü. 2010 yılı sonlarında “Arap Baharı” olarak adlandırılan kanlı sürecin başlamasıyla Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da birçok ülkede siyasi değişimiler meydana geldi. Onlarca yıl kendilerine göz yumulan, hatta emperyalizmin doğrudan desteğini alan kimi iktidarlar dahi bir gecede iktidardan indirildi.

Ortadoğu’daki kanlı süreç emperyalizmin ve müttefiklerinin istedikleri gibi devam ederken, iktidar değişimlerinin en kritik ülkelerinden Mısır ve Suriye’de işler pek istenildiği gibi sonuç vermedi. Mısır’da otuz yıldır iktidarda olan Hüsnü Mübarek devrilmiş, yerine İhvancı, Özgürlük ve Adalet Partisi’nin lideri Muhammed Mursi iktidara gelmişti. Ancak emperyalizmin Arap Baharı ile başlattığı süreç, İhvan el-Müslimin’in (Müslüman Kardeşler) iktidarından daha farklı ihtiyaçlara öncelik tanıyordu. İşbirlikçi Suudi ekseninin ihtiyaçları, Siyasal İslam’ın yenilgisi, emperyalizmin başka araçlarla yoluna devam etmesine neden oldu. Mısır’da kısa sürede, bu sefer askeri bir darbe ile iktidar yeniden el değiştirdi. Askeri darbeyi yapan Abdulfettah es-Sisi, emperyalizmin ve müttefiklerinin açıktan desteği ile Mısır’daki yönetime el koydu. Bu gelişmelerin ardından Mısır faslı emperyalizm için şimdilik kapanmış oldu.

Bir diğer kritik halka ise Suriye’ydi. 2011 yılında başlayan gösteriler radikal İslamcıların silahlanması ile iç savaşa dönüştü. Bugün artık sonlarına gelinen savaşın nedenlerini, Suriye’nin bu tablodaki önemini anlamak için emperyalizmin bu coğrafyadaki varlık sebebine ve Suriye’nin de içinde bulunduğu ‘Direniş Ekseni’ne bakmamız gerekiyor.

 ‘Direniş Ekseni’ ve emperyalizm

Suriye savaşını yalnızca Suriye toprakları üzerinde yürütülen bir mücadele olarak görmek eksik bir değerlendirme olurdu. Öncelikle Ortadoğu’yu dünyadaki siyasal mücadelenin fay hatlarından biri olarak görmemiz Suriye meselesini daha iyi kavramamıza neden olacaktır. Suriye savaşı, emperyalizmin bölgede hegemonya kurma, Rusya ve Çin’in bu plan dâhilinde geriletilmesi, emperyalizmin müttefiklerinin güvenliği, enerji kaynaklarının kontrolü gibi birçok başlığı kapsamaktadır.

Soğuk Savaş’ın ardından ABD ve AB gibi emperyalist odaklar, daha önce yeterince nüfuz edemediği coğrafyaları hızlıca kontrol etmeye giriştiler. Sovyetler Birliği’nin varlığı sayesinde, emperyalist hegemonyadan kurtulan ve nispeten bağımsız bir pazara sahip ülkeler, Soğuk Savaş’ın ardından eski ‘konforlarını’ yitirdiler.

Sovyetler’in çözülmesinin ardından Suriye’de baba Hafız Esad Batı ile kimi ilişkileri yeniden kurmaya çalışsa da, özellikle Filistin sorunundaki pozisyonu gereği Batılı güçler tarafından yeterince itibar görmedi.

Emperyalizmin yıllar içinde ağırlığını Ortadoğu’da giderek hissettirmesi, önemli bir taraflaşmanın da yaşanmasına neden oldu: Bir tarafta iktidarlarını korumak için emperyalizmle iş birliği içine girmeyi tercih eden iktidarlar dururken, diğer tarafta özellikle Baas geleneğinden gelen iktidarlar ile Filistin sorunu nedeniyle tutumlarında “uyumsuz ögeler” yer aldı.

90’lı yıllarda İslamcılıkta Şii-Sünni ayrımının daha az olduğunu, yakın zamana kadar ise Suriye vesilesiyle ABD tarafından Ortadoğu’da kullanılmak istenen ve oynanmak istenen fay hattı durumuna geldiğini belirtmek gerek. Bu durum emperyalizmin ve ona karşı oluşan Direniş Ekseni’nin aldıkları pozisyonla doğrudan ilgilidir. Bugün Türkiye’deki İslamcıların da önemli bir bölümü Şii İran’a karşı daha keskin ve düşmanca bir tavır içerisine girerek ABD eksenine yaslanmayı tercih etmişlerdir.

ABD emperyalizmi Suriye’de Şİİ-Sünni ayrımına oynamak istemiş aynı zamanda İran’ın kuşatılması için Arap ülkelerinde yine bu eksene basarak mezhep ayrımcılığı üzerinden planlar yapmaya girişmişti. Fakat başta Suriye ve Irak olmak üzere İran’ın kendi nüfus alanını genişletmesi, yerini Arap-Fars ayrımına oynamayı gündeme getirmiş bulunuyor.

ABD’nin Sünni İslam ekseninde bir hat kurma çabasına girişmesinin özünde, siyonist İsrail’in güvenliği bulunmaktadır. Direniş ekseni olarak tarif edeceğimiz olgunun başında Filistin sorunu ve bu sorunda Filistin Direnişi’nin yanında bulunan güçler gelmektedir. İran, Irak, Suriye, Yemen, Lübnan ve Filistin başlıkları, Şii nüfusun etkisiyle ‘Direniş Ekseni’ni olarak adlandırılan hattı oluşturmaktadır.

ABD, Sünni İslamcılık üzerinden; Suudileri, Birleşik Arap Emirliklerini, Mısır’ı ve Filistin meselesi bahsinde İsrail’i açıktan desteklemektedir. Rusya’nın Ortadoğu’daki varlığı ve Çin’in ‘bir kuşak, bir yol’ projesi ise ABD emperyalizmini bu coğrafyada zorlayan güçler olarak karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla Rusya’nın İran’ın yönelimlerini kapsayacak şekilde Ortadoğu’yu okuması bu açıdan doğal bir sonuç olarak görülmelidir.

Direniş Ekseni’nin varlığı ABD’nin yürüttüğü Büyük Ortadoğu Projesi’ni (BOP) birçok açıdan zora sokmaktadır. BOP’un sürdürücüsü ve eş başkanı olduğunu söyleyen AKP’nin bir yandan BOP’un eşbaşkanıyım demesi diğer yandan Filistin sorununda İsrail karşıtı açıklamalar yapması, bir çelişki mi yoksa propaganda konusu mu olduğu bu açıdan bir kez daha değerlendirilmelidir. Bugün Suriye ve Irak’ta yaşanan gelişmeler, Türkiye ve İsrail’in emperyalizmin çıkarları ekseninde yan yana getirmektedir.

 ‘Direniş Ekseni’ ve İsrail’in güvenliği

Ortadoğu’nun tek nükleer gücü olan İsrail ise varlığını tehdit eden İran eksenine karşı en duyarlı devlet görünümündedir. Filistin meselesi, Lübnan Hizbullahı’nın varlığı gibi konular doğrudan İsrail’in kendi güvenliğini tehdit eden unsurlardır. ABD’nin Ortadoğu’daki Arap müttefiklerinin hiçbiri Filistin sorununda İsrail ile karşı karşıya gelebilecek durumda olmadığı gibi böyle bir dertleri de yoktur. Dolayısıyla Siyasal İslamcıların dediğinin aksine, Ortadoğu coğrafyasında gerek devlet düzeyinde gerekse de toplumsal düzeyde homojen bir Müslüman direnişi hiçbir dönemde var olmamıştır. Ortadoğu’da emperyalizmle iş birliği yapan devletler ve emperyalizmine rağmen varlığını koruyan devletler bulunmaktadır. Direniş Ekseni işte bu direnci gösteren unsurlardan oluşmaktadır. Diğer yandan piyasanın hâkim olduğu hiçbir iktidarın ABD’ye karşı tutarlı bir anti-emperyalist çizgiye sahip olduğu söylenemez. Mesele tarihsel, mezhepsel ve kültürel köklere dayanmakla birlikte son yüz yılda ortaya çıkan nesnel bir durumdur.

Ortadoğu’daki savaşların nedenini sadeleştirirsek, bunlardan ilki; Rusya ve Çin gibi emperyalizmin hegemonya mücadelesi içerisinde olduğu ülkelerin stratejik alanlardan uzak tutulmasıdır. İkincisi; petrol, doğalgaz gibi enerji kaynaklarının kontrol edilmesidir. Üçüncüsü ise; emperyalizmin savaşlara kaçınılmaz olarak ihtiyaç duyması ve başlı başına bir savaş ekonomisinin varlığıdır.

Suriye savaşı bağlamında enerji başlığının nispeten zayıf olduğunu söyleyebiliriz. Suriye petrol ve doğalgaz kaynakları bakımından diğer bölge ülkelerinden geri durumdadır. Geriye Rusya ve Çin’in bölgedeki nüfuzunun azaltılması ve Suriye’nin kilit önemde bir ülke olması kalmaktadır.

Suriye, Arap coğrafyasında devlet yönetimi ve askeri bakımdan önemli birikime sahip ülkelerden biridir. Filistin direnişinin sürdürülebilmesi ve Lübnan Hizbullahı’nın İsrail’e karşı varlığının devam etmesi uzun yıllardır İran ve Suriye’nin desteğine bağlı ilerlemektedir. ABD’nin İsrail’in güvenliğini sağlaması, Direniş Ekseni’ni oluşturan tüm güçlerin zayıflatılmasıyla mümkün olabilir. Bu sebeple Suriye savaşının önemli ayaklarından birini Şii koridorunun kırılması ve İsrail’in güvenliği oluşturmaktadır.

Suriye’nin zayıflatılması, İsrail’in Golan Tepeleri başta olmak üzere Kudüs ve Filistin konusunda elinin rahatlaması anlamına gelmektedir.

1967 yılından beri İsrail’in işgali altında bulunan Golan Tepeleri, geçtiğimiz yıl ABD Başkanı Trump’ın deklarasyonun ardından İsrail’in egemenliğine verilmeye çalışıldı.

Bir diğer nokta ise; Büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıyan ABD’nin ‘Yüzyılın Anlaşması’ adıyla Filistin’i Kudüs’ten tamamen çıkararak, Kudüs’ü İsrail’in başkenti yapma girişimi oldu.

Zayıflayan bir Suriye, Filistin’in işgalinin hızlanması ve direnişin güç kaybetmesi demektir. Güçsüzleşen bir Suriye, Golan Tepelerinin ilhakı, Kudüs’ün İsrail’in başkenti olması demektir.

Tüm bu tabloda şu soruyu sormak gerekir: Emperyalizmin yanında Suriye’ye karşı saf tutanlar her şeyi İsrail için yaptıklarının farkındalar mı?