Dünden bugüne seçim sistemleri

Dünden bugüne seçim sistemleri

02-08-2020 23:56

Emekten yana, laikliği başa yazan bir Cumhuriyet için "sistemin" tümüyle değişmesi şart. Başkaca tüm değişikliklerde, aslında yıllardır devam eden bu sömürü sistemine onay vermiş olacağımız gerçeği unutulmamalı!

Berkay Çelen

Seçimler, siyasi tarihimizin en çok tartışılan konularından biri ve hâlen de bu özelliğini sürdürüyor. Her seçimde yeni ittifaklar yapılıyor, yeni “projeler” üretiliyor, halk çeşitli şekillerde ikna edilmeye çalışılıyor. Bu tartışmalarda, muhalefet tarafından sürekli dile getirilen bir husus da seçimlerin adaletsizliği. Buna göre, iktidar kendisini sağlama alacak seçim sistemini sürekli en baştan üretiyor ve böylece gerçekte ortaya çıkmayacak bir iradeyi bir nevi suni şekilde yaratmış oluyor. Bu nedenle bu yazıda, günümüzde seçim sistemi tartışmalarının yeniden dillendirilmeye başladığı bir dönemde, ülkemizde bu zamana dek uygulanmış seçim sistemlerini ele almaya çalışacağız.

Ülkemizde ilk kez çok partili seçim 1946 yılında yapılmıştır. Cumhuriyet’in ilanından bu yıla gelene kadar ülke, kurucu irade CHP tarafından yönetilmiştir. AKP’nin hala “tek parti diktatörlüğü’’ gibi ithamlarda bulunduğu bu dönemde, seçim bir partinin adayları arasından yapıldığı veya bazen doğrudan bir listeyi oylamaktan ibaret olduğu için yerleşik bir seçim sisteminden bahsedebilmek mümkün değildir. Bu nedenle yazımızın başlangıç noktasını 21 Temmuz 1946’da gerçekleşen seçimler alacaktır.

Basit çoğunluk sistemi

Çok partili hayata geçilmesi ile birlikte uygulanmaya başlanan bu seçim sistemi, 27 Mayıs İhtilali’ne kadar varlığını sürdürmüştür. Bu sisteme göre her il bir seçim çevresi sayılıyor ve o ilde en yüksek oyu alan parti, tüm listesi ile meclise girmeye hak kazanıyordu. Bu özelliği nedeniyle bu sistem, “Liste Usulü Çoğunluk Sistemi’’ olarak da adlandırılmaktadır. Bu sisteme yöneltilen eleştiri, büyük partilere ya da en çok oy alan partiye mutlak bir avantaj sağlayarak temsilde adaletin engellenmesine yol açmasıdır.

İktidarda olduğu süreçte bu sistemden önemli fayda sağlayan Adnan Menderes, 2 Mayıs 1954 seçimlerinde kendi listesini çıkaramadığı Kırşehir ilini ilçe yapmış ve o zaman ilçe olan Nevşehir’i il yapıp Kırşehir’i de bu ile bağlama kararı almıştır. AKP iktidarının “demokrasi kahramanı” olarak gördüğü Menderes’in seçim sistemlerinden yararlanma taktiği oldukça manidar!

D’Hondt sistemi

Geliştiricisi olan Belçikalı matematikçiden adını alan bu sistem, 1965 yılındaki seçimler haricinde, 1961 yılından bu yana ülkemizde çeşitli şekillerle uygulanan seçim sistemidir. Barajsız, ülke barajlı ve bölge barajlı uygulamaları ile birlikte günümüze dek uygulaması sürmüş olan bu sistem, nisbî temsili esas almaktadır. Bu sisteme göre; bir seçim bölgesinde bir partinin aldığı oy miktarı, o bölgenin milletvekili sayısına ulaşana dek 1’den başlayarak bölünür. Bu bölünmeler sonucunda, partilerin elde ettikleri sayılar çoktan aza sıralanır ve bu sıralamaya göre de milletvekili dağılımları gerçekleşir. Bu formül, barajsız sistemde başka bir duruma ihtiyaç duymaksızın uygulanır. Seçim barajlarının olduğu formülasyonlarda ise, sıralamaya girecek partilerin, uygulanan baraj sistemine göre mevcut seçim bölgesinde veya ülke genelinde belirli bir oy oranını geçmeleri şartı da ayrıca aranır.

D’Hondt Sistemi ülkemizde 1961 seçimlerinde çevre barajlı olarak; 1969-1983 yılları arasında barajsız olarak uygulanmıştır. 12 Eylül 1980’de gerçekleşen darbenin ardından, 1982’de kabul edilen anayasa ile birlikte %10’luk seçim barajı getirilmiş olup bu tarihten sonra D’Hondt Sistemi, 1983-1991 yılları arasında çift barajlı ( hem ülke hem bölge barajlı ) olarak uygulanmıştır. 1991’den bu yana da ülke barajlı olarak uygulanmaktadır.
İktidarını ‘’vesayet rejimine’’ karşı mücadeleye adadığını her fırsatta söyleyen, liberallerle ve hatta ‘’FETÖ’’ ile yıllarca süren ittifakını demokrasi kılıfına sığdırmaya çalışan 18 yıllık AKP iktidarının, 12 Eylül darbesinin seçim yöntemlerini hiç tartışmaya dahi açmadan sürdürdüğünü, bu yönde muhalefetin verdiği önerilerin tamamını reddettiğini de not edelim.

Şu anda ülkemiz “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’’ adı verilen bir başkanlık rejimi modeli ile yönetiliyor olsa da halen milletvekili seçimlerinde D’Hondt Sistemi uygulaması sürmektedir. Kabinenin dışarıdan kurulduğu, tek kişinin kararnameleri ile ülkenin yönetildiği, meclisin bir çadır tiyatrosuna döndüğü bu rejimde, meclise kimin hangi seçimle girdiği konusunun önemli olduğunu ise sanırız ki kimse düşünmemektedir!

Milli bakiye sistemi

Yalnızca 1965 yılındaki seçimde uygulanan bu sisteme göre; seçim bölgelerinde sonuçlara yansımayan oylar toplanarak Türkiye genelinde partilere sırayla dağıtılıyordu. Herhangi bir seçim barajının olmadığı bu sistem sayesinde, 1965’teki seçimde Türkiye İşçi Partisi on beş milletvekili ile mecliste temsil edilme hakkı kazanmıştır. Bu durum, Türkiye’de ilk defa bir sosyalist partinin meclise bağımsız bir şekilde girmesini sağlamıştır ve o tarihten bu yana Türkiye İşçi Partisi bağımsız olarak meclise giren ilk ve tek sosyalist parti olma özelliğini sürdürmektedir. Sonraki tarihlerde de meclise giren bazı ‘’sosyalistler’’ olsa da meclise giriş yöntemlerini birtakım düzen partileri ile yapılan ittifaklara borçlu olduklarını unutmamamız gerekiyor.

1961 yılında kabul edilen anayasanın sağladığı özgürlükçü ortam ile uygulanan bu seçim sisteminin sadece bir seçim uygulanmasının sebebi de yine TİP’in meclise girmesi olmuştur. Sosyalistlerin sesinin mecliste duyulması planları bozmuş ve hemen bir sonraki seçimde tekrar baraj uygulamasına geçilmiştir.

Sonuç yerine

Bu zamana dek uygulanan seçim sistemlerini ifade etmeye çalıştık. Uygulanan sistemin içeriği ne olursa olsun her zaman sistemin kendi menfaatlerine göre uygulamalar yaptığını da bir kez daha görmüş olduk. Günümüzde de yine seçim tartışmaları yapılıyor. İktidarını yürütmede sıkıntılar yaşayan AKP, partisinden çıkan yeni yapıların sesini erkenden kısmak amacıyla yine seçim sistemlerine birtakım müdahalelerde bulunmaya çalışıyor. Bu duruma karşı muhalafetin tavrı ise yıllarca AKP’nin içinde kalıp her türlü kötülüğe ortak olan ve şimdi günah çıkarmaya çalışanlara kucak açmaktan ibaret kalıyor.

Bir sistem değişikliğine ihtiyaç olduğu gerçek. Ancak bu değişiklik, partilerin oy oranlarının nasıl belirleneceğine ilişkin değil, yıllardır süren bir düzene karşı değişiklik hedefi taşımalı. Emekten yana, laikliği başa yazan bir Cumhuriyet için “sistemin” tümüyle değişmesi şart. Başkaca tüm değişikliklerde, aslında yıllardır devam eden bu sömürü sistemine onay vermiş olacağımız gerçeği unutulmamalı!