Çekin ellerinizi üzerinden: 8 Mart da, Zetkin de, Kollontay da bizimdir!

Çekin ellerinizi üzerinden: 8 Mart da, Zetkin de, Kollontay da bizimdir!

01-03-2020 08:37

“Burjuva hanımlarıyla proleter kadınları sözümona birleştiren yüce kızkardeşlik üzerine sevgi gevezelikleri, materyalist tarih anlayışının havasında, renk renk parlayan sabun köpükleri gibi patladılar.”

Hanife Şahan

 

8 Mart’a bakarken ilk akla gelen isimler kuşkusuz ki, Kopenhag’da gerçekleşen ve tarihe damgasını vuran konferansın bugüne kadar gelmesini sağlayan Clara Zetkin ve Alleksandra Kollontay’dır.

Bu yazıda bir kronoloji ya da biyografiden ziyade, bugün 8 Mart için sokağa çıkanlara bir tarihsel gerçekliği anımsatma ve sosyalizm mücadelesi verenlerin bu tarihe neden daha fazla sahip çıkmaları gerektiğini Zetkin ve Kollontay’ın açtığı başlıklar üzerinden vermeye çalışacağız.

Öncelikle Kopenhag’da düzenlenen konferansa gelinen sürecin asla yabana atılmaması gerekiyor. Nesnelliğin getirisi başka bir yazıda daha fazla açılacağından, bu sürece ilişkin genel anlamda hem Zetkin’in hem de Kollontay’ın ortak sorun olarak tarif ettikleri eşitlik ve özelde oy hakkı başlıkları ile ilgili yaptıkları çalışmalar önemlidir. 8 Mart öncesinde bu başlıklar her ikisi tarafından oldukça net bir biçimde ele alındığından, 8 Mart’ın amacını ve 8 Mart’ı yaratanların hangi ideolojik noktada durduklarını da iyi bilmek gerekir.

Zetkin ve Kollontay bazı çevrelerce feminist diye tanımlansa da ikisinin feminizm ile uzaktan yakından ilgisi olmadığı rahatlıkla söylenebilir. Kollantay’ın Birinci Tüm-Rusya Kongresi’nin[1] sonuçları arasında kadın emeğinin hukuksal açıdan korunmasına yönelik bir maddenin olmaması feministlere yönelik eleştirilerinin artmasına neden oldu. Öyle ki “Kongrenin düzenleyicileri acaba ahlaksal ve hayırsever etkinliklerle ilgilenen bir şefkatli hanımlar kongresi mi, yoksa kadınların kendi öz yazgıları karşısında kayıtsızlığını kıracak ve onları bağımsızlık savaşımının saflarına çekecek bir toplantı mı yapmak gerektiğini bilmiyorlar” ifadelerini kullanır. Kongre sonunda ortaya çıkan slogan ise Kollontay’ı daha da kızdırır: Toplumun tüm sınıflarındaki kadınlar, birleşiniz! Soru daha da netleşir: İşçi kadınların feministlerin çağrısına uyarak kadınların eşitlik savaşımına etkin ve doğrudan katılımda bulunmaları mı, yoksa sınıfına sadık kalarak yalnızca kadınların değil, tüm insanlığın kurtuluşunu sağlamak mı? Hem Zetkin hem de Kollontay için cevap çok basittir.

Clara Zetkin’in 1889’da II. Enternasyonalin I. Kongresinde, kadınların politik yaşama katılma hakkına kavuşmalarının gerekliliği üzerine yaptığı konuşma oldukça etkili olmuştur. Yaşamını emekçi kadınların kurtuluşuna, kadın işçilerin işçi sınıfı davası uğrunda mücadeleye katılmalarına adayan Zetkin, kadınların sorununu bir Marksist olarak ele aldı; bu sorunun işçi sınıfının kurtuluş mücadelesiyle, sosyalizm mücadelesiyle gerçekleşebileceğini söyledi. Kadınların eşitlik mücadelesini sınıf mücadelesinden kopuk bir sorun olarak gören feministlere karşı sürekli mücadele verdi. Engels ile mücadele arkadaşı olan Zetkin, ilerleyen zamanlarda eleştirilerini oldukça sertleştirdi:

“Burjuva hanımlarıyla proleter kadınları sözümona birleştiren yüce kızkardeşlik üzerine sevgi gevezelikleri, materyalist tarih anlayışının havasında, renk renk parlayan sabun köpükleri gibi patladılar.”[2]

Erkek: Düşman mı, yoldaş mı?

Tartışmalardan biri de, feministlerin verdikleri mücadelenin erkekler tarafından düşmanca bir tutumla karşılandığını saptamasıdır. Bugün de 8 Mart tartışmaları devam ederken erkeklerin eylemlere katılıp katılamayacağı tartışmasının gündeme gelmesi bir basiretsizlik örneğidir. Her iki önder feministlerin erkeklere bakışına yönelik önemli eleştiride bulunur. Kollontay feministlerin erkeklere bakarken yalnızca burjuva liberalizminin erkek temsilcilerine bakarak bu yorumu yaptıklarını, oysa ki işçi sınıfının sorunları ile kadınların mücadelesi arasındaki yakın ilişkinin ilk olarak “Manifesto”da belirtildiğini ve proletarya içinde böylesi bir tutumun reddedildiğini söyler. İşçi sınıfına mensup kadın için erkekler bir baskı unsuru değil, mücadelesini paylaştığı yoldaşıdır. Kadını da erkeği de yozlaştıran mevcut toplumsal ilişkiler ve elbette kapitalizmin kendisidir.

Zetkin olayı basit bir şekilde açıklar: “Kadınların mücadelesinin burjuva kadınlarına yüksek mesleki eğitim ve mesleki çalışma yolunu açmakla, çalışan ve yaratan olarak erkeğin tekelci konumunu yıkmakla sınırlayamaz.” Bu mücadele, toplumsal olarak zayıf ancak oldukça kalabalık olan proleter kadınları, proleter erkeklerden daha ağır, daha acımasız sömüren, onların kadınlığını ve insanlığını ayaklar altına alan mülk sahibi sınıfların iktidarına karşı büyümek, genişlemek zorundadır. Dolayısıyla karşıya alınacak şey erkekler değil, mülk sahibi sınıf iktidarıdır.

8 Mart komünistlerindir!

“Kadınların ekonomik konumunda bir iyileşme gerçekleşecekse bu kadınların doğrudan devlet yönetimine katılmaları ile olacaktır” der feministler. Bunun için seçim sandıklarını da oldukça önemserler. Kollontay, mevcut burjuva düzenin sınırları içinde eşitlik sağlamaya çalışan feministler için “Mevcut tüm imtiyaz ve ayrıcalıkların kaldırılması için çalışmak akıllarına bile gelmiyor” diyerek yine sınıf mücadelesinin sonucunda ancak kadınların üretim mekanizmasına katılacağını ve bunun hukuki güvenceye alınacağını belirtir. O yüzden feministlerin sınıfsal konumları gereği mevcut sosyo-ekonomik yapıyı temelden değiştirmeye girişmeyecekleri ve bu temelden değişim olmaksızın kadınların tam bağımsızlığa kavuşamayacağının altını çizer. Daha da önemlisi, feministlerin gerçekten de kapitalist düzende onların devlet yönetimine seçimlerle gelebileceği yanılsamasına kendilerini bu kadar kaptırmalarıdır!

Buraya kadar yazılanlar, 8 Mart’ı yaratanların hep geri plana atılmak istenen komünist kimliklerinin ne kadar gerçek dışı olduğunu, elbette kadınların gerçek kurtuluşu için verdikleri mücadeleyi ve politik duruşlarına dair kısa bir hatırlatma amacını taşıdı.

Ancak sonrasında da bir değişiklik olmadı. 8 Mart’ın ardından tartışmalar tüm hızıyla ve sertleşerek devam etti.

Yine Zetkin ve Kollontay’ın ortak sorunlarından devam edelim.

Tüm dünyada Kopenhag’da gerçekleşen konferans sonrası yepyeni bir sayfa açıldı. Kadınlar 8 Mart’ta sokağa çıkıyor, hakkını arıyordu. Ancak kadınların ve özellikle işçi kadınların örgütlü mücadelesinin büyümesi önemliydi, bu elbette işçi sınıfının haklarını savunabilecek bir partide olmalıydı. Ancak komünist partilere ve hatta genelleştirirsek işçi sınıfı mücadelesi veren partilere mesafesini her geçen gün artıran feministlere yönelik Kollontay çok önemli iki sınıfın kadınlarını karşılaştıran çok önemli bir yazı kaleme alır:

“Şimdi ‘Niçin kadın işçiler diye bir ayrım yapıyorsunuz?’, ‘Niçin işçi kadınlara özel bir gün düzenliyorsunuz?’ diyenler olacak. Böyle düşünenler ancak burjuva feministlerle sosyalist kadın hareketi arasındaki ayrımı anlayamayanlardır.

Feministlerin amacı; günümüzün kapitalist toplumunda kocalarının, babalarının, erkek kardeşlerinin sahip olduğu ayrıcalık, güç ve hakların aynısına sahip olmaktır.

Kadın işçilerin amacı; doğuştan ya da bireysel zenginlikten gelen tüm ayrıcalıkların yok edilmesidir. Kadın işçi için ‘reis’in kadın ya da erkek olması fark etmez.

Feministler, her zaman her yerde eşit haklar istiyorlar.

Kadın işçiler ise, bizler, erkek ya da kadın fark etmez, herkes hakkını alsın istiyorlar.

Feministler için siyasal hak, işçilerin sömürülmesi temeli üzerine kurulmuş bir toplumda daha elverişli, güvenli bir şekilde yaşamlarını sürdürmektir.

Kadın işçiler için siyasal hak, özlenen işçi devletine giden dikenli yokuşta atılacak yeni bir adımdır.

Kadın işçi ile kadın sermayedar arasında, kadın hizmetçi ile hanımı arasında çok büyük bir çıkar ilişkisi bulunmakta… Bu yüzden aralarında bir bağ, bir uzlaşma, bir yakınlaşma kurulmasını gerektirecek hiçbir noktaları yoktur.”[3]

Hem Zetkin hem de Kollontay kadın mücadelesinin gerçek sahipleri olan kadın işçilerin örgütlenmesinde çok önemli roller üstlendi. Kadınların işçi sınıfının partisinde örgütlenmesini, anti emperyalist mücadelenin ön saflarında yer almasını, kadınların eğitimine fazlasıyla önem vermeleri ve bu uğurda birçok çalışma yürütmeleri, yalnız sosyalist bir dünyanın kadınlara eşitlik ve özgürlük getireceğini bilerek yaşadılar. Nitekim yaklaşık on yıl sonra kurulacak olan Sovyetler’de olduğu gibi, kadınların özgürleşmesi için 8 Mart’ı mücadele günü olarak kadınlara armağan ettiler.

O yüzden de 8 Mart bizlerin, 8 Mart komünistlerindir! Liberallerin, gericilerin, sermayenin, feministlerin bu politik hattın tamamen dışına çıkan bir 8 Mart’ı kutlamaları ise ya manipülasyon, ya tarih bilincinin eksikliği olarak görülse bile aslolan düzene uygun pozisyon almalarından öte bir şey değildir.

[1] 10-16 Aralık 1908’de burjuva kadın örgütlerinin girişimiyle St.Petersburg’da düzenlendi. Aralarında 45 kadın işçinin de bulunduğu 700 delegenin olduğu kongrede, feministlerin sloganı “Kadın hareketi burjuva ya da işçi değildir, aynı ruhu taşıyan ortak ve tek bir harekettir” şeklindeydi. Kadın işçiler bu tutuma karşı bir konuşma yapmış, işçi delegelerin seçmenlik konusunda yaptıkları önerinin reddedilmesi üzerine 45 kadın işçi kongreyi terk etmiştir.

[2] Kadın Sorunu Üzerine Seçme Yazılar, Clara Zetkin, İnter Yayınları, sf 131

[3] Kadınların Özgürlüğü, Aleksandra Kollontay, Yarın Yayınları