Bir siyasal İslam örneği ve referansı: FETÖ

Bir siyasal İslam örneği ve referansı: FETÖ

15-03-2020 09:39

Türkiyeli İslami örgütlerin genel karakteri İngilizci olmaları ile bilinir. FETÖ ise tam boy Amerikancılığı ile bilinen bir örgüttür. Belki de tarihimizin görüp görebileceği en karşı devrimci örgütlerden biri konumundadır.

Vedat Altan

Yakın tarihimizin en önemli örgütlerinden biri. Sadece bir İslami öğreti mi yoksa tehlikeli bir örgüt mü?  Ordudan polis teşkilatına eğitimden sağlık teşkilatına kadar on binler ile ifade edilen bir örgüt iktidarı hedeflemediyse neden kurulur? Siyasal İslamcılığın tartışıldığı bir dönemde, bu tanıma en fazla oturan bir yapı olarak FETÖ mutlaka analiz edilmek durumunda.

FETÖ gibi gizlilik ve takiyye esasına dayalı bir örgütün yapılanmasını tüm yönleriyle ve sağlıklı bir şekilde ortaya konabilmesinin zorlukları vardır. Büyüdükçe toplumsallaşan ve sorgulanmayan ama kendi iç örgütlülüğünde sıkı bir hiyerarşisi olan örgüt,  tam anlamı ile çözülmesi bugün itibarı ile zordur. Örgütün kuruluşundan itibaren, örgüt mensupları bu yapılanma hakkında her mecrada, her fırsatta ve ısrarla “Camia”, “Hizmet Hareketi”, “Gönüllüler Hareketi” vb. ifadeler kullanmayı tercih etmiş ve içinde “örgüt” ya da “yapılanma” gibi kelimelerin yer aldığı ifadeleri kullanmadıkları gibi bu tür kullanım ve söylemleri sürekli eleştirerek reddetmişlerdir. Temel yaklaşımı klasik bir İslami söylem olan cemaat söylemini kullanmasından ileri gelir, hatta daha ileri giderek İslam’a hizmet edenlerin pasif bir yorumu gibi göstermek için hizmet kelimesi kullanılır. Fethullah Gülen tarafından örgütün kuruluşu ve çekirdek kadrosunun oluşturulması, 1966 yılında İzmir İmam-Hatip Derneği ve İlahiyat Öğrenci Yetiştirme Derneğine ait olan Kur’an Kursu’nda öğreticilik ve yine aynı derneğe ait olan öğrenci yurdunda müdürlük yaptığı dönemde olmuştur. 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonraki ikinci aşama, örgüt için okullaşma ve kurumsallaşmanın başladığı ve büyük bir hızla yayıldığı aşamadır. Bu gibi yüzlerce patolojik insanın kurduğu birçok örgüt vardır, bunların büyük bir kısmı herhangi bir örgüt kıvamına gelemeden sönümlenmektedir. Sönümlenmemek için ciddi bir örgüt teorisi/yapılanması, güçlü bir ideolojik netlik ve propaganda ve örgütçülere ihtiyaç duyacaktır. Peki, bu adam bu kudreti nereden buldu? Devam edelim…

ANAP iktidarı ile liberal politikaların uygulanması, teknolojik yeniliklerin ülkeye girişi ve revaç bulması karşısında Fethullah Gülen boş durmadı, kendisini “liberalizme uygun, modern ve farklı hoca” profili ile “Ilımlı İslam’ın Gülen yüzü” olarak konumlandırma yoluna gitti. “Hoşgörülü, barışçıl ve devletçi” bir tutum izleyerek, “okullaşma” ve “kamu kurumlarındaki kadrolaşma hareketini” tamamladı.  ANAP liberalizmi, kendilerine çizilen çerçevede atılım dönemi olarak tanımlanır. Diğer örgütlerden yapısal olarak ayrılan örgüt klasik İslam söyleminin dışında bir yönelim tutturmuş, güçlü bir finansal yapı ile çekirdekten başlayarak bir iç yapılanma kurmuştur.

AKP-FETÖ ilişkisi

1999 Ekonomik krizinin ardından Türkiye burjuvazisinin güçlü bir program tercihi, iyi para kazanmak isteyen emperyalizmin istekleri ile çakışmış ve ortaya AKP’yi çıkarmıştır. Yıllardır arayıp ta bulamadığı ortamı AKP ile bulan örgüt, hızla devlet içerisinde ve devlet olanakları ile devlet içinde bir devlet yapılanması oluşturmuştur. Örgütün otuz yıllık çalışmaları neticesinde eriştiği güç sayesinde 2000’li yılların bu döneminde önceki dönemlere kıyasla daha hüküm sürdüğü bir dönem değerlendirilmektedir. Zira bu dönem, 30 yılı aşan devlet kadrolarına yerleşme sürecinin tekemmül etmek ve semerelerini vermek üzere olduğu, ordu ve emniyet dışındaki HSYK, Yargıtay, TÜBİTAK gibi kritik ve stratejik yerlerde de son ve büyük kadrolaşma harekâtının hazırlıklarının yapılıp temellerinin atıldığı ve sonuçlarının alındığı dönemdir. Aynı zamanda bu dönem, örgütün ekonomik ve istihbarı gücünün, insan kaynaklarının, yurtiçi ve yurtdışı ağının zirveye ulaştığı ve gerek kamu gerekse özel sektörlerde nüfuz ve hatta hakimiyetin sağlandığı dönem olmuştur. Örgütün 1970’li yıllarda attığı tohumlar 1980’li yıllarda patlayıp filizlenmeye ve hızla yeşermeye başlamış, ardından Gülen’in ifadesiyle “dört bir yanda şehbal açarak” 1990’lı yıllarda dal budak salmış, 2000’li yıllarda hedeflenen her alanı sarmış ve örgüt Altın Nesil’in “Altın Vuruşu” için hazır hale gelmiştir.

FETÖ-Amerika ilişkileri

İşin en kritik kısmına gelirsek, böyle bir örgütün fayda zarar denkleminde ABD tarafından nasıl kullanıldığına. İlişkiler Fettullah Gülen’in İzmir vaizliği yaptığı 70’li yıllara kadar gidiyor. Bu yıllarda ABD’nin İzmir deki istihbarat şefinin ilişki kurması ile bağ resmi olarak atılmış ve bundan sonraki her süreçte ABD’den gerekli desteği almıştır. 1999 yılında Gülen’in ABD’de yaşamasına ve vize almasından, NATO içinde ve dışında örgüt üyelerinin önünün açılmasına, Türkiye’de tüm siyasi yapılar ile aralarının iyi tutulmasına kadar ABD’nin parmağı vardır. Bazı ideolojik projeler ise doğrudan ABD’nin işidir. Bunların başında “dinler arası diyalog” gelmektedir. Gülen’in Komünizmle Mücadele Derneklerine uzanan sicili de, Kasım Gülek’le ilişkisi de, (Türkeş aracılığıyla CIA şeflerinden Ruzi Nazar’la tanışan ve o ilişkiler üzerinden MİT’in başına geçen) Fuat Doğu’yla irtibatı da, o irtibatta görev yapan Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Yaşar Tunagür’le bağı da tek bir şeye işaret eder: Gladyo’ya!

Gladyo’ya çalıştığı yakın zamanda arşivlerden çıkarılan bilgiler ile netleşmiştir ki koruma ve kollamanın birinci ayağı daha üst örgütün kol kanat germesinden gelmektedir. Reel sosyalizmin çözülüşü sonrası Gladyo’nun tasfiyeye uğramasına rağmen Türkiye ayağı tasfiye edilememiş, serbest gezmek isteyen sermayenin ayağına ayak bağı oluşturmaya başlamıştır. Bu süreçte siyasi tasfiye ayağı AKP ile başlatılırken yanındaki en büyük destekçisi yine FETÖ olmuştur. Tasfiye için kırılma anı olarak kabul edilen 2010 referandumunda “gerekirse mezardan ölüleri çıkarıp oy kullandırtacaksınız!” fetvasını verecek kadar yeknesak bir vücut oluşturmuşlardır.

Artık iktidarı almanın zamanı gelmiştir

Bu kadar büyüklüğe ulaşan ve ABD’nin planları içerisinde ciddi bir yer tutan örgütün, hem tasfiye hem de yeni rolünde ilerleyebilmesi için hamle yapması gerekiyordu. ABD planının birinci ayağı Gladyo arttığı devlet organizasyonunu temizlemek ve ayak bağı olacak stratejilerden kurtulmak ise, ikinci ayağı Fethullah Gülen özelinde İslam coğrafyası üzerinde Halifelik mirası ile belirleyici olmaktır. Ilımlı İslam projelerinin hepsinin iflas edip radikal İslamcı unsurlara dönüşmesi, uzun yıllardır ılımlı İslam temsilcisi olarak kendisini gösteren örgüt içinde fırsat sunmuştur. Bu perspektifin geldiği yerde ise ilk olarak iyi hazırlanmış 17-25 Aralık süreci devreye sokulmuştur. Muhalif kesimler tarafından da desteklenen ve içeriği, ellerindeki olanaklar ile ikna edici olarak planlanan iş, tasfiye edilmeye çalışılan Erdoğan’ın “saf değiştirmesi” ile oluşan işbirliği karşısında tepetaklak olmuştur. Bu boyuttaki bir örgütün tasfiyesi için yeterli bir malzeme sunmasa da karşı operasyon hamlesinin hazırlanması ve örgütün zorlanması karşı ittifak için 1 yıldan fazla zaman almıştır. 2015 yılının temmuz ayında en büyük tasfiyeyi başlatacak olan Tayyip/devlet ittifakı bir daha iktidara gelme olasılıkları zor şartlara giren örgütü hamle yapmaya zorlamış ve darbe girişiminde bulunmalarını sağlamıştır.

İki hamlesinde de iktidarı alamayan örgüt “terör” listesine sokulmuş ve bu güne kadarki bildiğimiz süreç yaşanmıştır.

Türkiyeli İslami örgütlerin genel karakteri İngilizci olmaları ile bilinir. FETÖ ise tam boy Amerikancılığı ile bilinen bir örgüttür. Belki de tarihimizin görüp görebileceği en karşı devrimci örgütlerden biri konumundadır.

Sosyalistlerin örgütlülüğünün zayıf kaldığı her an bu gibi örgütler için yer açıldığını unutmadan çalışmamız gerekmektedir. Bu gibi yapılar teolojik bir yapılanma değil, sermayenin bekçilerdir. Kısa bir süre sonra örgüt ile pazarlık ve anlaşma durumu ortaya çıkarsa kimse şaşırmamalıdır.

Siyasal İslam’ın tartışıldığı bu dönemde, FETÖ’nün bizatihi siyasal İslam’ın gerçek bir örneği olarak görülmesi zorunludur. FETÖ, siyasal İslamcı çizgiden bir sapma değil, aslında referans sayılması gereken bir olgu olarak değerlendirilmelidir.