Anadolu'nun emperyalistler tarafından işgali

Anadolu'nun emperyalistler tarafından işgali

19-04-2020 08:57

İngiliz emperyalizmi tarafından desteklenen Yunan ordusunun Anadolu’daki “Küçük Asya Seferi”, günümüzde de Ortadoğu coğrafyasındaki emperyalist müdahaleler için sıkça kullanılan “vekalet savaşı” tabirinin somut bir örneğiydi.

Demir Silahtar

Yoksul halk yığınlarına hayal mahsulü bir tarih anlayışını zerk etmek için üretilen TRT dizilerinde anlatılan “Kudretli İslam Halifesi Sultan Abdülhamid Han” masallarının aksine, Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşı’ndan çok önce, tam da II. Abdülhamid’in saltanatı zamanında iflas bayrağını çekmiş, emperyalist devletlerin yarı sömürgesi haline gelmişti.

Demiryolları, deniz ulaşımı, ulaşım araçları, kredi ve banka kuruluşları, sanayi, belediye ve ticaret işletmeleri yabancı sermayenin elinde olan, ülkesindeki yabancı pasaport sahiplerini kendi mahkemelerinde yargılama yetkisi bulunmayan, kâğıt para basma tekelini Fransız-İngiliz sermayesiyle kurulmuş ve adından başka hiçbir şeyiyle Osmanlı olmayan bir bankaya teslim etmiş, ordusunu talimsiz-teçhizatsız bırakmış, donanmasını Haliç’te çürümeye terk etmiş, kendi vergisini kendisi toplamaktan memuruna maaş ödemekten aciz bir “devlet”. Otuz üç senelik istibdat rejimine son veren 1908 Devrimi’nden bir yıl sonra tahttan indirildiğinde, İslamcıların sözde Ulu Hakan’ı Abdülhamid’in arkasında bıraktığı enkaz ve memalik-i Osmaniye’nin hali işte böyleydi.

Devrim’den sonra Avusturya’nın Bosna Hersek’i ilhakı, Trablusgarp Savaşı, Balkan Harbi, Arnavutluk’un ayrılması gibi arka arkaya gelen dramatik olaylarla dolu inişli çıkışlı bir siyasi sürecin ardından nihayet iktidarı tümüyle kendi ellerine alma iradesi gösteren İttihatçılar gerek objektif koşullardan gerekse kendi siyasi tecrübesizliklerinden ve ideolojik donanımsızlıklarından ileri gelen türlü sebeplerle bu enkazdan modern bir burjuva devlet çıkarma çabasında başarılı olamadılar.

İdeolojik açıdan son derece eklektik görüşlere sahip olan, Osmanlı Devleti’nin siyasi bütünlüğünü her nasıl olursa korumak, bunun için de gerekirse şeytanla bile işbirliği yapmak pragmatizmi dışında hemen hiçbir konuda tutarlı duruşları olmayan İttihatçılar, iktidarın nimetlerinden nemalanmak için saflarına yeni katılan yerel toprak sahiplerinin ve eşrafın etkisiyle sınıfsal açıdan giderek daha heterojen hale gelirken, ülkenin ekonomik ve siyasal yaşamında bu kez Alman emperyalizminin büyük bir etkinlik kazanmasına zemin hazırladılar. Türk ordusunun Alman örneğine göre yeniden örgütlenerek Alman subaylarının denetimine girmesi, diğer emperyalist devletlerin de ittifak tekliflerine yüz vermemesi, en sonunda Enver Paşa hizbinin bir oldu bitti ile Osmanlı Devleti’ni Alman emperyalizminin safında Dünya Savaşı’na sokması sonucunu doğurdu. V. İ. Lenin, 1916 yılında Kautsky ile polemiğinde “Almanya’nın şimdi Türkiye’yi hem mali hem askeri bakımdan uydulaştırmış olduğu” gerçeğine dikkat çekiyordu.

Savaşın başında Çanakkale ve Kut-ül Amare’de elde edilen başarılara rağmen 1917 yılına gelindiğinde Kafkas cephesinde Çarlık ordusu, Arabistan Yarımadası’nda da İngilizler karşısında hezimete uğramış durumdaki Osmanlı Devleti’nin paylaşılması konusunda emperyalistler arasındaki görüşmeler çoktan sonuçlanmıştı. Sykes-Picot antlaşmasıyla genel hatları çizilen bu paylaşım, 1917 Büyük Ekim Devrimi ile Çarlık Rusyası’nın yıkılması sonucunda diğer emperyalistler tarafından tadil edilmiş haliyle Sevr antlaşmasının özünü oluşturmaktaydı. Emperyalistlerin 1918-1919 yıllarında Sovyetler Birliği’ne karşı güneyden bir saldırıya girişme tasarıları da Anadolu’nun paylaşılmasının önemini bir kat daha arttırıyordu.

Başta petrol ve pamuk olmak üzere Yakındoğu ve Ortadoğu ülkelerinin hammadde kaynaklarının yağmalanması İngiliz emperyalizminin çıkarları için büyük önem taşıyordu. İngiliz emperyalizmi; Irak, Filistin, Ürdün ve Arabistan Yarımadası’nda egemenlik kurmak, Mısır’daki durumunu pekiştirmek, Hindistan’da imparatorluk ulaşım yollarının güvencesini sağlamak, İran ve Afganistan’daki konumunu sağlamlaştırmak, Boğazlar’a hâkim olmak ve Türkiye’nin tümü üzerinde nüfuz alanlarını genişletmek istiyordu.

Savaş sonunda Filistin, Ürdün, Suriye ve (Musul hariç) Irak’ın tümünü ele geçiren İngiltere’nin daha önce imzalanan gizli antlaşmalara uymama eğilimi emperyalistler arasındaki çelişkileri keskinleştirdi ve Anadolu’nun paylaşılması konusunda uzlaşmazlıklar doğurdu. Fakat Ekim Devrimi’nin ardından Bolşeviklerin önderliğinde kurulan işçi devletine karşı duydukları nefret, Avrupa emperyalistlerinin ve Amerika Birleşik Devletleri’nin Anadolu’nun paylaşılması konusundaki anlaşmazlıklarını ikinci plana iterek kenetlenmelerini gerektirdi. Bu çerçevede hazırlanan Mondros Ateşkes antlaşması, bir yandan Türkiye’nin İtilaf Devletleri’nce yağmalanması, diğer yandan güneyden ve Kafkasya’dan Sovyet Rusya’ya silahlı müdahale için uygun bir zemin oluşturma hedeflerinin açık bir göstergesiydi.

13 Kasım 1918’de, İtilaf Devletleri İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan ve bir süre sonra Amerikan savaş gemileri Dolmabahçe Sarayı önünde demirlediler. İstanbul’a askeri birliklerini çıkaran İngiliz hükumeti, belli bir zamana kadar işgal durumunu resmen açıklamaktan kaçındı. Kentte bulunan İngiliz birlikleri, işgalin resmen ilan edildiği 16 Mart 1920’ye kadar Türkiye’yi emperyalistlerin çıkarlarına boyun eğdirmek için bir baskı aracı işlevini gördü. İşbirlikçi saray ve yönetici sınıflar, İngiliz emperyalizminin Türkiye’yi boyunduruk altına alması için gereken tüm desteği zaten  veriyorlardı.

1919 yılında İngiliz kuklası Yunan hükümetinin İzmir’e asker çıkarmasının ardından emperyalistlerin Türkiye için öngördükleri gelecek daha da belirgin hale gelmeye başlamıştı.  İtilaf devletleri tarafından hazırlanan barış antlaşması tasarısı, Filistin ve Mezopotamya’da İngiliz, Suriye ve Kilikya’da Fransız mandası kurulmasını; Güneybatı Anadolu’nun İtalyan etki alanına bırakılmasını, İzmir ili ve Doğu Trakya’nın Yunanistan’a verilmesini, Güneydoğu Anadolu’da İngiltere’nin koruyuculuğu altında özerk bir Kürt yönetimi kurulmasını, Anadolu’nun doğusunda bulunan yedi ilin ABD mandası altındaki Taşnak Ermenistanı’na verilmesini, Boğazlarda uluslararası bölge oluşturulmasını, Orta Anadolu’da padişahlık yönetiminde küçük bir Türk  devletinin İtilaf Devletleri’nin denetimi altında tutulmasını içeriyordu.

1919 yılında İngiltere’nin 30.000’i İstanbul’da, 3.000’i Çanakkale Boğazı’nda, 5.500’ü Bağdat Demiryolu’nda ve 3.000’i Musul ilinde olmak üzere, Türkiye’de 41.500 asker ve subayı vardı. İtalyanların 17.500 kişilik askeri birlikleri, İstanbul, Antalya, Isparta, Muğla, Söke, Megri, Finike, Akşehir, Afyonkarahisar ve Konya’ya yerleşmişti. İstanbul’da 4.000 kadar İtalyan bulunmaktaydı. Fransızların sayıları 49.000 asker ve subaya ulaşan Türkiye’deki askeri birliklerinin 24.000’i Çatalca ve İstanbul’da, 4.000’i Çanakkale Boğazı’nda, 1.000’i Rumeli Demiryolu hattında, 20.000’i Kilikya’da (Adana, Tarsus, Mersin) bulunmaktaydı. Bundan başka, Türk kara sularında, İngiltere, Fransa, ABD, İtalya ve Yunanistan’ın çok sayıda deniz piyade birliklerine sahip savaş filoları bulunmaktaydı. İzmir ve Aydın iline dört Yunan tümeni yerleştirilmişti.

İngiliz emperyalizmi tarafından desteklenen Yunan ordusunun Anadolu’daki “Küçük Asya Seferi”, günümüzde de Ortadoğu coğrafyasındaki emperyalist müdahaleler için sıkça kullanılan “vekalet savaşı” tabirinin somut bir örneğiydi.

Emperyalizmin Türkiye’ye dayattığı “barış” buydu, sosyalist Hasan Tahsin’in namlusundan çıkan ilk kurşun da Anadolu halkının buna cevabı oldu.