AKP'nin çarmıhtaki İsa'sı: Adnan Menderes

AKP'nin çarmıhtaki İsa'sı: Adnan Menderes

31-05-2020 08:38

Adnan Menderes’in ve DP’nin on yıllık iktidarına sığdırdığı, saymakla bitmeyen bu emperyalizm işbirlikçisi, emek düşmanı, cumhuriyetin ve laikliğin altını oyan gerici icraat gerçekten de hem AKP’nin kurucu kadrolarının yetişmesinde hem de onu iktidara taşıyan siyasi gelişmelerde son derece önemli bir rol oynamıştır.

Demir Silahtar

Ülkemizde AKP’nin son sürümüne yükselttiği sağ popülizm, ona hiçbir ideolojik veya siyasi tutarlılık kaygısı gütmeksizin birbiri ile tezat ya da çelişki halindeki tezleri aynı anda savunabilme, siyasi söyleminde de sermaye iktidarının bekası ve doğrudan temsilcisi olduğu çıkar gruplarının ihtiyaçları için gerekli gördüğü her türlü esneme ve değişiklikleri yapabilme imkânı sunmaktadır.

Bu ideolojik bohçada İslamcılık, liberalizm, ‘üçüncü yol’culuk, anti-komünizm, faşizm, anti-entelektüalizm, mistisizm, anti-semitizm, irredantizm, zenofobi vesaire, ne aranırsa bulunmaktadır. Bu sayede örneğin hayat pahalılığının sorumluluğu bir çırpıda patates-soğan spekülatörlerine yıkılabilmekte, Türk lirasının değer kaybetmesi siyonist-mason-tapınak şövalyeleri komplosuna bağlanabilmekte, Kürt açılımı sırasında PKK gerillaları sınır kapılarında karşılanırken açılımın kapanımı sonrasında şehit cenazesine giden ana muhalefet lideri terörist diye yumruklatılabilmekte, bu liste böylece uzayıp gitmektedir.

AKP’den hareketle bir sağ popülizm tanımı yapılacak olsaydı muhtemelen “sağ popülizm, finans-kapitalin en kaypak, en eklektik, en omurgasız siyaset tarzıdır” denilebilir.

“Astınız… Zehirlediniz…Yedirmeyiz…”

AKP’nin sağ popülist siyasetinin merkezinde duran mağduriyet edebiyatı, gerici ve liberal tezlerin bileşkesi olan eklektik tarih tezinin iskeletinde en önemli yeri işgal eden payandalardan biri de 27 Mayıs İhtilali ile iktidarına son verilen Demokrat Parti (“DP”) ile AKP arasında bir siyasi süreklilik bulunduğu söylemidir. Bunun popüler algı yönünden belki de en çarpıcı örneklerinden birinin, Haziran Direnişi’nin ardından o dönemin başbakanının ifadesiyle “evlerinde zor tutulan” AKP tabanını konsolide etmek üzere düzenlenen “Milli İradeye Saygı” mitingleri için ülke sathında binlerce billboarda asılan ve daha sonraki dönemlerde de ihtiyaca göre yeniden üretilen, Adnan Menderes, Turgut Özal ve Tayyip Erdoğan resimlerinin altına “Astınız… Zehirlediniz…Yedirmeyiz…” yazılı afişler olduğu hatırlanacaktır.

AKP’nin DP’nin mirasçısı ve devamcısı olduğu, Tayyip Erdoğan tarafından AKP iktidarının ilk dönemlerinden bu yana durmaksızın tekrarlanan bir motif olagelmiştir. 2010 yılında Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın idam edilişlerinin 49. yıldönümünde adı geçenlerin anıt mezarları başında yaptığı konuşmada Erdoğan kalabalığa; “Menderes ve arkadaşları bu ülkeye bu millete yaptıkları hizmetin bedeli olarak, son nefeslerini vermişlerdir. Bizim inancımız Allah için, ülkesine, milletine hizmet yolunda ölenleri, öldürülenleri şehit olarak kabul eder. … Menderes ve arkadaşlarının yaktıkları demokrasi meşalesi elden ele her geçen gün daha yükseğe taşınmış ve nihayet bugün bizlere kadar ulaşmıştır. Milletle birlikte yürüyen herkes milletin düşmanlarına tokat vurmaktadır. Menderes’in ‘Yeter söz milletin’ şiarını sürdürüyoruz.” şeklinde sesleniyordu.

AKP’nin çekirdek kadrosunun Necmettin Erbakan’ın liderliğini yaptığı Milli Nizam-Milli Selamet, Refah Partisi çizgisinden, Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) ve Akıncılar Derneği teşkilatlarından gelmesinin, dolayısıyla bu İslamcı kadronun DP-Adalet Partisi (AP)-Doğru Yol Partisi (DYP) geleneği ile doğrudan bir organik bağı bulunmamasının, DP’nin mirasçısı ve devamcısı olma iddiasının tarihsel temelden yoksun olduğunu gösterdiği düşünülebilir.

Oysa bu düşünce iki bakımdan hatalıdır. Öncelikle sınıfsal bakımdan “küfür tek millettir”, yani DP de AKP de diğer tüm düzen partileri gibi sermaye sınıfının çıkarlarının savunucusu olma ortak paydasında zaten buluşmaktadırlar. Ancak bunun da ötesinde AKP sadece Millî Görüş hareketinin geleneksel dayanağı olan küçük ve orta ölçekli Anadolu sermayesine değil, DP geleneğinin merkez sağ olarak nitelenen çizgisini destekleyen büyük sermaye gruplarına da arkasını yaslayabilmiştir.

İkincisi, AKP o dönemde sermayenin müesses nizamı ve emperyalizmin bölgesel tasarrufları açısından pürüz yarattığı düşünülen Millî Görüş çizgisinin yerine emperyalizm ve uluslararası sermaye ile daha uyumlu bir Türkiye için tıpkı 80’li yılların ANAP’ı gibi “dört eğilimi birleştirme” misyonu ile yola çıkarılmış ve Refah Partisi’nden gelenlerin yanında DP’nin organik devamcısı olan AP, DYP ve ANAP kökenli çok sayıda kadroya da hem bünyesinde hem de sorumlu mevkilerde yer vermiştir.

AKP bu sayede sağ popülizmine DP geleneğini de tevarüs ederek siyasal İslamcılıkla harmanlamış, sınırlı bir hitap alanı olan “camileri ahıra çevirdiler”, “benim türbanlı bacımı üniversiteye sokmadılar” vb. söylemler üzerine kurulu mağduriyet edebiyatını, “27 Mayıs mezalimi”, “şehit Menderes” gibi yeni öğelerle zenginleştirmiştir.

“Demokrasi ve özgürlük şehidi” Adnan Menderes (!)

Birkaç gün önce 27 Mayıs İhtilali’nin 60. yıldönümünde, DP yöneticilerinin yargılandığı Yassıada’nın, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve müttefiki Devlet Bahçeli’nin katılımıyla gerçekleştirilen törenle “Demokrasi ve Özgürlükler Adası” adıyla açılışına ve bu vesileyle Adnan Menderes ile onunla idam edilen Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın bir kez daha “demokrasi şehidi” ilan edilmelerine tanık olduk.

O halde Menderes’in 1950-1960 arasındaki on yıllık iktidarı boyunca “demokrasi ve özgürlükler” adına yaptıklarına hızlıca bir göz gezdirelim:

  • Soğuk Savaş’ta ABD emperyalizminin yanında yer alındığını kanıtlamak için, yüzlerce gencin ABD’li generallerin emrinde Kore Savaşı’nda ölüme gönderilmesi ve bunun ertesinde Türkiye’nin NATO’ya sokulması,
  • Kore’ye asker gönderilmesini protesto eden Türk Barışseverler Cemiyeti’nin kapatılarak Behice Boran ve Adnan Cemgil’in de aralarında olduğu yöneticileri hakkında 15 ay hapis cezası verilmesi,
  • Kore’ye ilk askerlerin gönderilmesinin ardından yazdığı “23 Sentlik Asker” şiiri nedeniyle Nâzım Hikmet’in vatandaşlıktan çıkarılması,
  • 1951’de başladığı için “’51 Tevkifatı” olarak bilinen, dönemin TKP’sine yönelik büyük tutuklama operasyonuyla Zeki Baştımar, Şefik Hüsnü Değmer, Mihri Belli, Sevim Belli, Enver Gökçe, Mübeccel Kıray, Arif Damar, Ruhi Su, Orhan Suda, İlhan Başgöz, Ulvi Uraz, Yılmaz Çolpan, Nejat Özon, Şükran Kurdakul, Behice Boran gibi aydınların da içinde yer aldığı toplam 187 kişinin tutuklanması,
  • Türk Ceza Kanunu’nun işçi sınıfı partisini ve sosyalist siyaseti yasaklamak amaçlı 141 ve 142’nci maddelerinin ağırlaştırılması,
  • 1952 yılında NATO’nun isteği üzerine yurt içinde sola, ilericilere ve aydınlara karşı terör estirmek amacıyla, komünizme karşı gayri-nizami harp yapacak Seferberlik Tetkik Kurulu, daha sonraki adıyla Özel Harp Dairesi’nin kurulması,
  • Muhalefette iken sendikalaşma, grev ve toplu sözleşme hakkı vaadinde bulunmasına karşın DP iktidarı boyunca sendika kurma özgürlüğü ve grev hakkını tanımaması,
  • 1953 yılında CHP’nin mallarının haczedilerek hazineye aktarılması, Halkevleri’nin ve Köy Enstitüleri’nin kapatılması,
  • İstanbul’daki gayrimüslim sermayenin tasfiyesi amacıyla Selanik’te Atatürk’ün evine bomba attırılmasıyla başlatılan provokasyon neticesinde 1955 yılında İstanbul ve İzmir’de azınlık yurttaşlara karşı “6-7 Eylül olayları” olarak bilinen saldırıların gerçekleştirilmesi ve hükümetçe tertip edilen bu terör eylemlerinin “komünistler”in üzerine yıkılarak elli solcu aydının tutuklanması,
  • Yabancılara petrol arama ve çıkarma izninin verilmesi, Yabancı Sermayeyi Teşvik Yasası’nın çıkarılması, bazı traktör ve basma fabrikalarının özelleştirilmesi veya kapatılması, ülkemizin ilk uçak ve uçak motoru fabrikalarının, Eskişehir tank fabrikası ve Kırıkkale silah fabrikasının NATO standartlarına uymadıkları gerekçesiyle kapatılması,
  • Muhalefetteki CHP Genel Başkanı’nın yurt gezilerine saldırılması, muhalif yazarların tutuklanması, basının sansürlenmesi, her türlü demokratik muhalefeti engellemek üzere beş kişiden fazla yan yana yürümeyi bile yasaklayan Tahkikat Komisyonu’nun kurulması,
  • İktidarın hukuksuz uygulamalarına karşı çıkan yargı, bürokrasi ve ordu mensuplarının tasfiye edilmesi
  • Cezayir ulusal kurtuluş savaşı sırasında emperyalist Fransa’nın desteklenmesi

Adnan Menderes’in ve DP’nin on yıllık iktidarına sığdırdığı, saymakla bitmeyen bu emperyalizm işbirlikçisi, emek düşmanı, cumhuriyetin ve laikliğin altını oyan gerici icraat gerçekten de hem AKP’nin kurucu kadrolarının yetişmesinde hem de onu iktidara taşıyan siyasi gelişmelerde son derece önemli bir rol oynamıştır.

Nitekim 2014 yılında, AKP’nin o dönem en önde gelen isimlerinden olan Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, Adıyaman’da düzenlenen 10. İmam Hatipliler Kurultayı’nda Cumhuriyetin ilk yıllarında kapatılan İmam Hatip okullarının 1950’lerden sonra tekrar bir canlanma yaşadığını hatırlatarak;

Bu yönüyle baktığımızda, okulların ayakları üzerinde doğrulması, güçlenmesi ve ivme kazanmasında ve gelişmesinde Adnan Menderes çok önemli bir isimdir, Demokrat Parti iktidarı… Yani İmam Hatip tarihi yazıldığında iki isim öne çıkacaktır. Biri Adnan Menderes, diğeri Tayyip Erdoğan’dır…. İmam Hatip tarihi bu iki isim olmadan yazılamaz. Milletin iki adamı, milletin mukadderatına, ülkenin geleceğine sahip çıkmıştır. Bunun en önemli göstergesi imam hatip okullarının canlandırılması olmuştur.

derken sadece bir kadirşinaslık göstermiş olmuyor, ülkemizde gericiliğin başlıca kadro kaynağı olagelen İmam Hatip okullarının palazlandırılmasında DP iktidarının ve Adnan Menderes’in katkılarının uzun vadede AKP’yi iktidara götüren süreçte taşıdığı büyük önemi de ifade etmiş oluyordu.