80’ler, 90’lar... Kayıp kuşakların izini sürmek ya da tarihi yeniden okumak

80’ler, 90’lar... Kayıp kuşakların izini sürmek ya da tarihi yeniden okumak

05-07-2020 00:07

Kuşaklarla sembolleştirme bir yere kadar bir ihtiyacı karşılamakta ama bunun ötesine geçerek kuşakların özelliklerinden ziyade “dönem koşulları ve deneyimleri” daha ön planda tutulmalıdır.

Hande Durna

Kuşak tanımlamasını çokça kullanıyoruz. Elbette her kavram, bir soyutlamayı içerir. Her soyutlama, genellemeler ile kapsamayı ve dışlamayı zorunlu kılar. Her kavram gibi burada da kritik olan soyutlamayı hangi bağlama yerleştirdiğiniz ve buradan nasıl sonuçlar çıkarttığınızdır.

Kuşak analizlerine de niyetler damgasını vurur. Amacınız bugünkü toplumsal/ekonomik ilişkiler içerisinde değişik yaş kuşaklarının nasıl düzene kanalize edileceği ise tartışmaya, X, Y, Z kuşakları düzleminden bakarsınız. Doğum yılı aralıkları üzerinden yapılan bu tasnif, en nihayetinde belli bir yaş kuşağınının kurulu düzen içerisine nasıl yerleştirileceği ile ilgili bir tartışmadır.

Sosyalist mücadele tarihinde ve benzeri bir biçimde güncel siyasal/ideolojik değerlendirmelerde kuşak analizleri ise bir yanıyla tarih okumasını, bir yanıyla ise güncelliğe dair nasıl bir okuma yapacağımızı içerir.

Türkiye’de 12 Eylül sonrası gençlik ve ilk gençlik yıllarını yaşayanlar, popüler adlandırmayla X kuşağını oluştururlar. Ben bu adlandırmayı değil 80’ler ve 90’lar kuşağı adlandırmasını kullanacağım. Çünkü asıl muradım herhangi bir siyasal, ideolojik tasnif yapmaksızın bir kuşağı tek bir kefede toplamak değil. Öyle olsa idi “musluktan su içtiyseniz”, “siyah beyaz tv gördüyseniz”, “Dallas dizisini biliyorsanız” kriterlerinin yanına bir de “Özal’ın, Demirel’in, Kenan Evren’in kim olduğunu biliyor musunuz?” sorularını ekleyip benim de dahil olduğum bir yaş kuşağına ait herkesi tek bir X çuvalında toparlayabilirdim.

Kuşak deyince aslında bugünün veya geçmişte belli bir dönemin yirmili yaşlarına yaklaşan ama otuzlarına henüz varmamış olan bir yaş aralığından bahsedildiği, yani adlı adınca bir dönemin gençlerinden bahsedildiği çok açık. Peki bugünün veya dünün herhangi bir t anının gençliğinin tamamından tek bir kuşak olarak bahsedilebilir mi? Bir soru daha; her kuşak sadece kendi yaş dilimi ile devinen, onun dışında bütün toplumsal dinamiklerden azade olarak ele alınabilecek bir iç dinamizme mi sahiptir? Sosyolojik tasnifleri bir kenara bırakacak olursak, sol literatür açısından baktığımızda bu soruya çok net bir şekilde hayır cevabı verebiliriz.

O halde bir sadeleşmeye giderek ilerleyebiliriz. 80’lerin ve 90’ların devrimci kuşağı bugün ne ifade ediyor? Ya da daha kışkırtıcı bir soru ile bu kuşak artık kayıp bir kuşak olarak adlandırılabilir mi? Bu sorunun cevabı açısından da sanıyorum belirleyici olan güncellikle nasıl bir ilişki kurduğunuzdur. Eğer bugünün sosyalizm mücadelesiyle, adlı adınca devrimci mücadele ile barışıksanız, geleceğe umutla bakıyorsanız, bu bakış “özsel ve “idealist” bir hayalciliğin ötesinde, güncel mücadele dinamiklerine inancınızdan besleniyorsa 80’lerin, 90’ların içi içine sığmayan devrimci kuşaklarına bugünü besleyen bir dönemin “yılmaz savaşçıları” gözüyle bakabilirsiniz. Bu bakış elbette herşeyi tozpembe gösteren bir gözlük takmak anlamına gelmemektedir. O kuşakların yanılsamalarından ders çıkartmak ama bir yanıyla da akıntıya kürek çeken duruşlarından bugüne bir şeyler taşımak anlamına gelir. Diğer taraftan; bugünden umudunu yitirenlerdenseniz, geçmiş ya hoş bir anıdan ibarettir, ya da günahlar/günahkarlar/kayıplar listesinde temize çekilmesi gerekir.

70’li yılların sonlarında devrimci mücadele ile tanışmış, belki de ilk gençlik yıllarında örgütlenmiş, daha heyecanı kursağında iken 12 Eylül darbesini görmüş, buna rağmen darbe yıllarında olabildiğinde örgütlü mücadelenin içinde kalmaya çalışmış bir yaş kuşağı ile başlayıp; seksenlerde henüz çocuk yaşlarda olup Sovyetler Birliği’nde sosyalizmin çözülüşünün öncesine ucundan yetişmiş, 12 Eylülle beraber sosyalist ülkelerde ihanete ve çözülüşe de tanıklık etmiş, 90’lı yıllarda ağır baskı koşullarında başını dik tutarak örgütlü güce güvenmiş, rüzgarın, dalganın tam zıttına doğru ilerlemeye çalışmış bir yaş kuşağı ile devam edenlerden bahsediyoruz.

Öte yandan mücadele tarihinde dönemleri “kuşak” kavramlaştırmasının dışına taşımak gerektiğini düşünüyorum. Neden mi? 80’lerde farklı örgütlü yapılar içerisinde olsa da Öğrenci Dernekleri ile üniversitelerde bir gücü açığa çıkartmaya çalışan yirmili yaşlardaki gençlerle; Bahar Eylemleri ile birlikte Kamu Emekçilerinin mücadele tarihini yaratan, belki de o gençlerin abisi ablası yaşındakiler; Zonguldak’ta Büyük Madenci Yürüyüşü’nü örgütleyenler sırf farklı yaşlardalar diye farklı kategorilerde mi değerlendirilmelidir? Ya da 90’lı yıllarda “Okumuş insanlar, emekçi halka karşı sorumludur” diyerek yola çıkan; eşit parasız eğitim mücadelesini, çeteci düzene ve gericiliğe karşı mücadeleyi yükselten üniversite gençliği ile dönemin devam eden Kamu Emekçileri eylemleri de dahil olmak üzere sınıf içerisinde bir damarı yakalamaya çalışanlar arasında “kuşak” farkı mı tanımlanmalıdır?

Uzun lafın kısası, devrimci mücadelede kuşaklardan daha ziyade dönemlerden bahsetmek daha yerinde olacaktır. Kuşaklarla sembolleştirme bir yere kadar bir ihtiyacı karşılamakta ama bunun ötesine geçerek kuşakların özelliklerinden ziyade “dönem koşulları ve deneyimleri” daha ön planda tutulmalıdır.

80’lerin ve 90’ların kuşaklarının kayıp olup olmadığı ya da o dönemin kayıp olup olmadığı tartışmasına dönecek olursak; tarih yazımı kritik dönemeçlerle birlikte gerçekleşir. Bugünün tarihe nasıl yazılacağı ile ilgili kavga verenler ve yarınlara umutla bakanlar; geçmişin bütün zorluklarının ve kayıplarının yanında geleceğe köprü olabilmesi üzerinden hareket edebilenlerdir. Tarihte eşitlik ve özgürlük mücadelesinde her ileri doğru atılan adımın mimarları, zor dönemlerde başını dik tutabilmiş kuşakların içerisinden doğmuştur…