Prof. Dr. Doğan Göçmen yazdı: Cuma akşamı gözlenen “Kitlesel İtaatsizlik” üzerine

Cuma akşamı 22:30 civarında hafta sonu için 31 il için ön görülen sokağa çıkma yasağı duyulunca sergilenen durum, yani insanların kendilerinden beklenenin tersine aniden sokaklara taşması her şeyden önce siyasetinin itaat talep eden ikna edici gücünü yitirdiğini göstermektedir.

Prof. Dr. Doğan Göçmen yazdı: Cuma akşamı gözlenen “Kitlesel İtaatsizlik” üzerine

Prof. Dr. Doğan Göçmen

Geçen akşam (10 Nisan’ı 11 Nisan’a bağlayan akşam) iki günlük geçici sokağa çıkma yasağının ilanından hemen sonra hemen her kentte insanlar bir anda, sanki bir yerlerden düğmeye basılmış gibi evlerden dışarı, sokağa fırladı. Bomboş olan sokaklar bir anda arabalarla ve korna sesleriyle doldu. Sokaklar “işgal” edildi. Marketlere, hazırlanan pazar stantlarına ve fırınlara saldırıldı. Birçok yerde yağmalama yapıldı, kavga çıktı ve dövüşenler oldu. İnsanlar birbirlerine öldürürcesine vurup acı verdi. Toplumun kitlesel bir şekilde spontane olarak sokaklara dökülmesi sonucu sunduğu tabloyu nasıl yorumlamak ve neye yormak gerekiyor? İnsanlar virüse yakalanıp ölümcül bir şekilde hastalanabileceklerini bile bile “gönüllü” ev karantinasını neden terk edip sokaklara taştı? Bu konuda felsefenin kuramsal olanaklarına bakıp, araçlarına başvurup duruma ilişkin birçok bakımdan sonuçlar çıkarmak mümkün müdür?

Aşağıda sunacağım bazı analizler ve değerlendirmeler, felsefenin olanaklarına ve araçlarına başvurmayan analiz ve değerlendirmelerin dar görüşlü olduğu ve insanları aşağılayan bir yerden yapıldığını gösterecektir. Aynı şekilde felsefenin araçlarına başvurmayan politikanın ikna gücünün de son derece sınırlı kaldığını gösterecektir. Böyle bir politika kendisini tesis etmek için sonunda rızayı zorlayan araçlara başvurmak zorundadır. Bu da, birçok Avrupa ülkesinden bildiğimiz gibi genellikle bu tür bir politikanın sonunu hazırlamaktadır.

Hangi açıdan bakmalı?

Cuma akşamı yaşananlar birçok farklı boyutuyla ve birçok farklı soyutlama düzeyinde, sosyolojik, ekonomik, politik, felsefi ve psikolojik gibi boyutlarıyla ele alınıp incelenebilir. Şimdiye kadar günlük basında ve sosyal medyada yapılan değerlendirmelerde genellikle insanların hastalanma, hatta hastalanıp ölme tehlikesine rağmen, yani canlarını tehlikeye atma pahasına neden sokağa çıktığı soruluyor ve bunun muhakkak sokağa çıkma yasağının açıklandığı saat ile ilgili olduğu ileri sürülüyor.

Gerçekten de sokağa çıkma yasağının geç açıklanmış olması, sınırlı ve kontrollü bir şekilde sosyalleşen insanların aniden sokağa çıkmasına, arabalarına binip sokağa çıkma saati başlamadan önce evlerine yetişmeye çalışmasına sebep oldu. İnsanların “kritik dönemi” olarak adlandırılan iki haftalık zamandan sonra sınırlı ve kontrollü sosyalleşmeye çalışmasını kınamamak gerekir. Sonunda insan sosyal bir varlıktır. Sosyallik de, toplumsal gereksinim de, biyolojik olan kadar öncelikli olmasa da onun yaşam kaynaklarından birisidir. Stoacılar insana boşuna ‘doğa(na) göre yaşa’ demiyor. Zira sosyal varlık olmak da insanın doğasına aittir ve sosyalleşme de insanın gereksinimlerindendir. Pandeminin ilanından sonra en çok Albert Camus’nün Veba’sı tartışıldı. Oysa üzerinde (belki de daha çok) durulması gereken kitap bugün Gabriel García Marquez’in Kolera Günlerinde Aşk adlı eseridir. Kolera bile insanların sosyalleşmesini engelleyemiyor, yaşamlarını tehlikeye atma pahasına bile olsa aşk yapmaktan vazgeçmiyorlar örneğin. Bu nedenle yasak daha önceden, örneğin sabahtan duyurulmuş olsaydı insanlar günlerini buna göre planlayıp, zamanlarını buna göre örgütleyebilirlerdi. Böylece caddelerimizin sunduğu araba ve korna sesinden geçilmez olan o “muhteşem” tablo belki de oluşmayacaktı.

Sokağa çıkma yasağının, yasak başlamadan bir buçuk saat önce duyurulmuş, yani çok geç açıklanmış olması doğal olarak insanlarda kitlesel olarak, yasağın hafta sonu ile sınırlı olmayacağına dair bir algının, bir izlenim veya kanının oluşmasına sebep olmuştur. Bu, insanların kalan kısa zamanda evde ekmek depolamak için dışarı fırlamasına sebep olmuştur. Çözümlemeler genellikle Cuma akşamı yaşananların bu yanıyla ilgilidir. Daha çok da insanları küçük gören, aşağılayan bir yerden değerlendirmeler yapıldı. Ne yapacaktı insanlar? Örneğin ‘iki hafta veya belki de daha uzun bir süre sokağa çıkmak yasak olabilir’ diye düşündüyse insanlar ne yapacaktı? Fakat sorunun daha derinde yatan bir yanı vardır ki, bunu ele almak belki de sorunun yukarıda ele aldığım yanlarına da açıklık getirecektir.  Ben aşağıda, asıl, sorunun bu yanına dikkat çekmek istiyorum.

Modern politika anlayışı

Cuma akşamı yaşanılanlara David Hume’un yönetimin kökenine ve iktidarın ilkelerine ilişkin çalışmalarından hareketle bakınca her şeyden önce “güç” politikasının sınırlarına tanık olduğumuzu söyleyebiliriz. Hume’a göre politikanın ikna ve itaat üretebilmesi için yalnızca fiziksel güce dayanması hiçbir şekilde yeterli değildir. Tek başına fiziksel güce dayanan siyaset en fazla korku üretebilir ve etkisi de sadece iktidar gücünü elinde bulunduranın en fazla en yakın çevresini etkileyebilir. Fakat yalnızca güce dayanan siyaset ikna edemez ve korkuya dayalı zorla elde edilen itaat duygusu ise geçicidir. Bu bakımdan siyaset felsefecisi olarak Nietzsche iyi bir danışman değildir. Gücü ve iktidarı kendinde amaç edinince, güç, siyasetin içeriğine ve anlamına dönüşür. Diğer bir deyişle salt güç istencine dayalı siyaset içeriksizleşiyor ve anlamını yitiriyor. Bu bakımdan siyasetin merkezine çelişkiyi veya sorunu özgürlük perspektifiyle çözmeyi koyan Machiavelli çok daha iyi bir danışmandır.

Thomas Hobbes’a göre fiziksel güce dayalı korku doğa durumunda, karmaşa ve savaş durumunda herkes için geçerlidir. Zira doğa durumunda en zayıf olan da en az en güçlü kadar tehlikelidir. Pekâlâ, en zayıf olan da en güçlü olanı alt edebilir. Güçlü olmak tek başına etrafına “ganimeti” paylaştıkları için çıkar birliği olanlardan oluşan bir grup toplamak, çevre oluşturmak ve hatta toplumda buna dayalı bir tabaka oluşturmak anlamına gelmemektedir. Hume’un az-çok açık bir şekilde formüle ettiği bu düşünceyi  Hobbes’a yönelik bir eleştirisi olarak alabiliriz. Zaten Hobbes da Levithan’da güç sahibi olmanın hemen her boyutunu dikkate alarak bir politika perspektifi sunar. Bu politikanın amacı insanlıkta nihayet “ölümsüz barışı” gerçekleştirmektir. Dolayısıyla, Hume’a göre politikanın ikna edebilmesi ve itaat üretebilmesi için “düşünce”ye, yani bugünkü genel tabir ile ifade edecek olursak “ideolojiye” ihtiyacı vardır. Bu bakımdan Marx politika kavramı çerçevesinde özgürlük perspektifli bir güç ve iktidar politikasını ölçü alırken bu büyük geleneği sürdürür.

Sonuç

Bu açıdan Cuma akşamı 22:30 civarında hafta sonu için 31 il için ön görülen sokağa çıkma yasağı duyulunca sergilenen durum, yani insanların kendilerinden beklenenin tersine aniden sokaklara taşması her şeyden önce siyasetinin itaat talep eden ikna edici gücünü yitirdiğini göstermektedir. Tek başına fiziksel zor veya ceza tehdidinin de insanları en azından o an için ve gerekirse ceza alma ve hastalanma pahasına evde tutmaya yetmediğini göstermiştir. İnsanların kendilerini eve kapattıkları ilk günden itibaren izlenen siyasetin ve kriz yönetiminin insanlarda hiçbir şekilde güven duygusu oluşturmadığını veya vardıysa yaşananlar bu güven duygusunun artık iyice sarsıldığını ortaya koymuştur.