Padişahçılık oynanan bir Cumhuriyet komedisi

Kulluğu ve biat kültürünü övenler, Cumhuriyet, anayasa, hukuk, Meclis diyenleri vesayetçilikle suçluyor! Tuhaf değil mi?

‘Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir’ sözü, bir karşıtlık içerir. Her kavram gibi.

Karşıtlık; egemeniliğin, padişahta, kralda, çarda ya da hanedanda değil, doğrudan millette olduğu üzerinedir.

Yani burada, millet ya da halk kavramı, hanedanlığın, krallığın, tek adamlığın karşısına konmuştur. Tek adamlığın egemenliği ile halkın egemenliği birbirinin zıttıdır!

Bugünkü durum ise ‘millet iradesi’ söylemi/algısı üzerinden ‘tek adam yönetimi’nin kurulmasıdır!

Bu büyük bir çelişkidir!

Kavramsal olarak çelişkidir, tarihsel olarak çelişkidir, siyasal olarak çelişkidir!

En çok AKP ve yandaşlar tarafından kullanılan şu kavramlara bakınız: “Milli irade” ve “vesayet rejimi”. Hatta buna ‘halkın değerleri’ni de ekliyorlar ve genel olarak İttihat Terakki’den Kemalizme, Jakobenlerden komünistlere kadar bunları halkın değerlerine aykırı akımlar sayıp halka rağmen tepeden inmeci, aydın despotizmi ya da vesayet rejimi olarak tanımlıyorlar.

Ve bunu pişirip pişirip sürekli kullanıyorlar. Tepeden inmecilik, vesayet rejimi, vesayet odakları, halkın değerlerini yok sayanlar, aydın despotizmi, darbecilik!

Ne kolay değil mi?

Ancak bazı noktaları açmak gerek! Karşımızda yapboz tahtasına çevrilmiş teorik dünyalarında yanlış iliştirilmiş  parçaların sakat bıraktığı bir zihniyet bulunmaktadır!

Dünyada ve ülkede krallık rejimlerini tasfiye ederek yerine “halk egemenliğini” ya da Cumhuriyet rejimlerini kuranları, bunun için anayasayı, meclisi, seçim hakkını ve ifade özgürlüğünü anayasal bir zorunluluk olarak getirenleri, bugün halkın değerlerine aykırı, halkın iradesine ters, tepeden inmeci ve darbeci ilan ediveriyorlar!

Ne güzel değil mi?

1789, 1848, 1908, 1917, 1923 tarihleri böylesi tarihlerdir örneğin! Şimdi bu tarihlerin öznelerine yapılan suçlamalarla bu öznelerin tarihsel olarak ortaya koydukları pratik nasıl yan yana getirilebilir?

Tek adamlığı kaldırarak, cumhuriyeti, meclisi, anayasayı, sandığı ve örgütlenme özgürlüğünü getirenleri/savununları nasıl “millet egemenliğinin ve iradesinin” düşmanı olarak gösterilebiliyorlar?

Burada ontolojik bir sorun bulunmaktadır!

Burada bayağı baş aşağı duran bir yanlışlık, taş gibi bir çelişki bulunmaktadır!

Şimdi, tek adam rejimlerini savunanların, dünkü padişahçıların bugünün ise padişah hayranlarının ve başkanlık rejimini savunanların “milli irade ve milli egemenlik” kavramlarının arkasında siyaset yapmalarında bir tuhaflık yok mu?

Vesayet peki?

Tanrı vesayetiyle hükmedenleri övüp, tek bir kişinin, tek bir kralın, tek bir padişahın, tek bir hükümdarın sistemini övüp, buna hayran olup bugün Meclis, anayasa, seçim hakkı ve örgütlenme özgürlüğü diyenlerin vesayetçi sayılmasında bir tuhaflık yok mu?

‘Milli irade’ deyip, ‘egemenlik milletindir’ deyip, ‘vesayet rejimine son’ deyip sonra padişahçılık yapmak, Cumhuriyetle hesaplaşmak, Meclis’i tasdik kurumuna indirgeyip, yargıyı kendisine bağımlı kılarak seçimleri bile iptal ederek, anayasayı hiçe sayarak tek adam rejimi kurmakta bir tuhaflık yok mu?

Bakınız ülkemizde vesayet rejiminin kaynağı olarak özellikle 27 Mayıs gösterilir. 27 Mayıs sonrası, Türkiye’de  askeri-bürokratik bir Kemalist vesayet rejimi kurulduğunu, bu rejimin halkın değerlerine düşman olduğunu propaganda edip durdular!

Herkes hatırlamalı. 1950’de iktidara gelen Adnan Menderes, demokrasi getireceğim derken tek adam rejimine ülkeyi götürmüştür. Açık bir baskı ve istibdat rejimi kurmuştur. ABD için Kore’ye asker gönderen, Nazım’ı yurttaşlıktan çıkaran, barış diyen aydınları tutuklatan, tahkikat komisyonuyla bütün muhalifleri susturan, 141-142’yi ağırlaştıran, Seferberlik Tetkik Kurulu’nu kuran, Halkevleri’ni ve Köy Enstitüleri’ni kapatan; İnönü’nün bile yurt gezilerine saldıran, basını susturan, yazarları tutuklatan bir rejim… Öyle ki 5 kişinin yan yana yürümesi bile yasaklanmıştı Menderes döneminde.

Bir daha yaşanmasın diye, Cumhuriyet geriye gitmesin diye, anayasal önlemler alınmış, kurumlar yasalara bağlanmıştı.  1961 anayasasının görece ileri bir anayasa olmasının altında biraz da bu yatar!

Vesayet dedikleri, kendi tek adam yönetimine engel olan hukuktu! Onu da kaldırmış oldular!

Şimdi TRT AKP’nin borazanı, liyakat, bilim hak getire üniversite rektörlerinin hepsi AKP yandaşı, yargı AKP’nin sopası, Meclis’in adı var kendi yok, yasa yerine başkanlık kararnameleriyle yönetilen bir gerçek! Hangisi daha demokratik?

Seçimle gelen Bonapart, 1852’de imparatorluğunu ilan etmişti, meclisi lağv ederek! Benzer şekilde Hitler, 1933’de sendikaları, kitler örgütlerini ve mecliste bulunan muhalefet partilerini yasaklamıştı.

Bir de Jakobenleri, İttihatçıları, Kemalistleri, Bolşevikleri eleştirirler. Onlar dünyada ilk kez krallığı tasfiye edenler. Onlar anayasayı ve meclisi getirenler. Onlar saltanat yerine Cumhuriyeti kuranlar. Onlar ülke yönetimini çardan alıp emekçi halka verenler!

Kulluğu ve biat kültürünü övenler, Cumhuriyet, anayasa, hukuk, Meclis diyenleri vesayetçilikle suçluyor! Tuhaf değil mi?

Bugün bütün yetki Erdoğan’da!

Bugün ülkenin siyasi vaziyeti bundan ibarettir!

Sabah akşam millet iradesi diyerek millet egemenliğini temsil ettiğini söyleyenler tek adam yönetimi kurmaktadırlar. Artık Meclis binasına “Egemenlik Kayatsız Şartsız Erdoğan’ındır” tabelasını çakarlar!

Tabelayla asmasalar da zihniyet, işleyiş budur!

RTÜK başkanı, yetkilerine bakmaz Erdoğan’ın talimatlarını bekler; Çorumlu AKP’li çocuklarını kurban verecek kadar Erdoğan’a biat eder; devletin yardımları Erdoğan imzalı paketlerle yapılır; Erdoğan’ın bir konuşmasıyla insanlar gözaltına alınır…

Padişahçılık oynanan bir Cumhuriyet komedisi!

Yani artık başbakan ya da cumhurbaşkanı değil, padişah seçiyoruz.

“Siz de herşeye itiraz ediyorsunuz, eskiden babadan oğula geçiyordu, şimdi hiç değilse seçimle değişiyor, bak bu da bir ilerleme” diyen var mıdır acaba?