Öncesi ve sonrası

Alan ve görev artık solcularındır; kapitalistlerin halkçılığı ve insaniliğinin ne denli sahte olduğu artık ispat edilmiştir.

Kâinatta bir cisim sürtünmenin olmadığı ortamda bir engelle karşılaşmadığı sürece hızını ve yönünü değiştirmeden seyreder. Cismin hızını ve yönünü değiştirmesi ancak bir başka cisimle çarpışmasına bağlıdır. Bu çarpışmanın sonucu, çarpışan cisimlerin göreli güçlerine ve çarpışmanın şiddetine bağlıdır. Sosyal süreçlerin hareket yasaları da, tam böyle olmamakla beraber, bu kurala çok yakındır. Ekonomik krizler, sosyal patlamalar ya da doğal afet veya yaşadığımız pandemide olduğu gibi olağanüstü olaylar toplumların baskılanmış ya da perdelenmiş algılamalarını açığa çıkararak, daha insanî düşünceye yönelmelerini sağlayabilir.

Önce şu saçmalığa; Danny Katch’ın işaret ettiği kapitalizm=demokrasi eşitliğine bir bakalım.[1] Sizce bunda bir gariplik yok mu? Kapitalizm sermaye-kâr yönetimi ile ilgili sistemin adıdır, demokrasi ise insanlar arası ilişkilerle ilgili siyaset sosyolojisine ait bir kavramdır. Sistemin olmayan namusunu korumak için farklı şeylerin arsında kurulmuş zoraki eşitlik ilişkisi! Sizce bu ilişkiyi birinci guruptakileri uyutan ikinci guruptakiler mi, yoksa ikinci guruptakileri baskılayan birinci guruptaki yöneticiler mi kurmuştur? O zaman oturup düşünmemiz gerekmez mi: nasıl oluyor da, cephede savaşan doktorlarımıza birkaç aylık ikramiye yerine anlamsız alkışla yetinip, uçakla seyahat ve konaklama üzerindeki vergiyi hafifletmenin mantığını (eğer varsa!)? Hükümet taahhüt edilmiş ödemelerle yapılan yollarla, köprülerle oy almıştır, ama bugün bu işe ayırdığı paranın öngörülmedik çaresizliklere ne kadar deva olduğunu görebiliyor mu? Görülüyor ki, sermayenin başat olduğu sistemde planlamalar ve öngörüler insana değil, sermayeye yöneliktir, ama ne gariptir ki, sermaye yanlı iktidarlar ezilenler tarafından desteklenmektedir! Hal böyle olunca, plansızlığın sürüklediği yerde alkışı cephe savaşçıları değil, sermaye yandaşı siyasetçi hak etmektedir!

Kapitalist sistemin sürtünme gücü ile karşılaşmadan suhuletle yol alması, Althusser türü baskılama araçlarının muazzam başarısıdır. Bu başarıda yer alan iki önemli cübbelinin biri öğretim sömürücüleri, diğeri ise din sömürücüleridir. Şimdi oldukça sakin seyreden bu cisme bilinmedik bir göktaşı çarptı. Ne olduğunu tam olarak bilemediğimiz gibi, bununla nasıl başa çıkılacağını da bilemeden, sadece evlerimize sığınıyoruz. Nasıl sonlanacağını henüz bilemediğimiz bu belanın bize öğreteceği, dileyelim ki, götüreceğinden fazla olsun. Bu durumu avantaja dönüştürme solcuların işidir.

Salgının ortaya çıkışı ve önlenemez şekilde yükselişi karşısında SUMMIT’lerin ya da sair teknolojik araç ve gereçlerin çaresizliği bize bir şey söylemiyor mu? Eğer bugün ufacık Küba etrafa destek sağlayabiliyorsa, kapitalist âlemde gözümüzü kamaştıran inanılmaz teknoloji ve onun sağladığı varsıllık bugün neye hizmet ediyor? İşte, kapitalizmin demokrasi eşitliğinin çalışmadığı ve saçmalığı bugün dimdik karşımızda duruyor. Doğa affetmez, aldığımızı sandığımızı bir gün gelir geri alır. Adalet de affetmez, bir gün gelir eleştirdiğimizi bize yaptırtır. Savaş döneminde camilerin ahıra dönüştürdüğü savı ile muhalefete yüklenen iktidar, ne gariptir kutsal günlerde dahi camilere kilit vurmak zorunda kalmıştır. Bugünkü uygulama ne denli doğru ise, geçmişteki de o denli doğru idi. Bu gerçeği bir akıl etseler!

Liberalizm, ilk ortaya çıkışı ile insanidir, ahlakidir. Kaç kez söylediğim gibi, 17 ve 18 yüzyıllarda yaşamış John Locke’a kulak verirsek, üretimin üreticiye ait olduğunu, ancak bu durumda da mülkiyet olgusunun mutlak olmadığını, üreticinin bunun aynı anda bulunan kişiyle, hatta potansiyel gelecek kuşaklarla da paylaşması gerektiğini buyurur. Liberal dostlar, lütfen şöyle bir kendinize geliniz ve insaflıca düşününüz, bugün durum bu mudur? Liberalizmin bir insan hakkı olarak tarih sahnesine sürüldüğü onyedinci ve onsekizinci yüzyıllarda ne bugünün yaygınlaşmış ve derinleşmiş vahşi kapitalizm ne de böylesine sermaye emrine girmiş araçsal devlet vardı. O dönemlerde toplumsal olan serbest rekabet sistemi, günümüzde toplum düşmanı tekelci piyasa modeline dönüşmüştür. Hele de, neo-liberalizm dediğimiz insan-dışı çılgın politikalar ise, geçmişte sermayenin hâkimiyetini pekiştirmediği dönemin piyasa organizasyonu ve işleyişinin, canavarlaşan sermayenin insan ve toplum aleyhine derinleştiği günümüz koşullarına uyarlamasından başka bir şey değildir. İki farklı alt-yapı üzerinde benzer üst-yapı ya da siyaset olamayacağı için, geçmişteki liberalizm insanî ve özgürlükçü olarak görülebilecekken, günümüzün liberalizmi asla insanî görülemez, 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi de, hele de mülkiyet tipi arasında ayırım yapmadan vazedilen XVII nci maddesiyle insanî değildir, insanı ezercesine sermaye yanlıdır. Ne var ki, sözde aydın ve akademik geçinenler günümüzün halk-düşmanı politikaları geçmişin halk-yanlı cilasına bulayarak durumu götürmeye çalışmıştır. İşte sonuç, çünkü doğa ve tarih şarlatanlığa ve beyinsizliğe izin vermez; bir süre çıkarcı çekirgelerin çevreyi istilası sürse de!

Durum saptaması aynı anda bize strateji de gösterir. Açıktır ki, stratejide kapitalizm yoktur. Fakat farkında olmalıyız ki, olası büyük dönüşümün önünde çok büyük engeller bulunmaktadır. Olayın ateşi söndükten sonra halkı yine etkisi altına alacak olan kapitalizm hâkimiyetini sürdürmeye gayret edecektir. Buna rağmen, kriz ertesinde sol siyasi partilerin halk üzerindeki etkisinin artmasına olanak sağlayacak uygun ortam söz konusu olacaktır. Solcuların tüm samimiyetiyle günün koşullarına uygun önerilerini hazırlamaları gerekmektedir. Bunlardan iki alan fevkalade önemlidir. Birincisi sağlık ve sağlık sigortası sistemlerinin kamusal ve merkezi olmasıdır. Bu alandaki tüm özel girişimler ortadan kaldırılmalı, yaygın bir kamusal sağlık ve sigorta sistemi kurulmalıdır. Sağlık alanında fert başına en yüksek harcamayı yapan ABD önde değildir. Sağlık hizmetlerinde en önde iki ülkeden biri Hindistan’ın güney batısındaki Kerela bölgesi, diğeri ise Küba’dır, Sağlık hizmetlerini görece halka yönlendiren Venezüella da üçüncü sırada yer almaktadır. Bunlar bize çalışma projesi olmalıdır.

Solcuların üzerinde durması gereken diğer bir konu ise eğitimdir. Eğitim bir araçtır; insanları, aydınlanma ya da cehalete sürükleme olmak üzere her alanda eğitmesi olasıdır. Eğitimcilerin insancıl-toplumsal kalkınma için yaygın eğitim üzerinde çalışması ve bir model oluşturması kaçınılmazdır. Eğitim alanı aynı zamanda emperyalizmin sızma alanı da olarak, mutlaka denetim altına alınmalıdır.

Alan ve görev artık solcularındır; kapitalistlerin halkçılığı ve insaniliğinin ne denli sahte olduğu artık ispat edilmiştir.

[1] Danny Katch (2017), Ciddi Ciddi Sosyalizm 8çev. Cemre Şenesen), Yordam Kitap