Darbe ihtimali, muhtelif raporlar ve ordu

Yakın zamanda CHP’nin söylemlerinden darbe senaryosu çıkaranların görmediği iki rapora dönelim. Bu yılın başında ortaya çıkan RAND Corporation raporunda “Türkiye'de yeni bir darbe girişimi olabilir” deniliyordu. Bunun üstünde ‘demokrasi’ ve ‘Bağımsız Türkiye’ diye tepinilmesi gerekmez miydi? Erdoğan, "Darbe tehlikesi hazırlığı varmış gibi gündemler, Türkiye'yi ana hedeflerinden saptırmaya dönük bir yaklaşımdır" deyiverdi.

Darbe ihtimali, muhtelif raporlar ve ordu

Nevzat Kalenderoğlu

15 Temmuz darbe girişiminin ardından bazen temizlik, bazen tasfiye manasında hiç el çekilmeyen tek kurum belki de Türk Ordusu. Okullarında okuyan öğrencilerinden tutun da üst rütbeye kadar her noktasına varan FETÖ’ye karşı operasyonunun belki de biricik adresi TSK idi.

Gülen’e methiyeler düzenler, TUSKON’cular, para alanlar verenler, Gülencilerle zenginleşenler, maklubeye kaşığını sallayanlar, olimpiyatçılar, 100 metreden en hızlı dönenler, parsel parselciler… Türkiye’de siyasi bir darbe girişimi yaşandı ancak meşhur ‘siyasi ayak’ iğdiş edilmedi ordu kadar.

Ne tesadüftür ki, Gülenciler de ilk operasyonunu büyük oranda orduya çekmişlerdi. AKP’nin belki de ‘Allah’ın lütfu’ olarak gördüğü darbe girişimi sonrası Gülen’in re-organize ettiği ordu yeniden ve yeniden organize edilmeye devam ediyordu.

AKP ve Gülencilerin ortaklığında vaaz edilen ‘sivilleşme’ yine darbe girişimi sonrasında belki de hiç bu kadar gerçek olmamıştı. Başkanlık sistemine geçilmesi ve ardından Başkan’ın kendi Bakanlarını atamasıyla hayata geçirilen sistemde; ordunun başındaki zat-ı muhterem de Savunma Bakanı yapılarak partili Başkan’a bağlanmıştı bile. O dincilere ‘zulümleri’ ile hatırlanan Genelkurmay Başkanları’ndan eser var mı şimdi? Hulusi Akar sonrası yeni Genelkurmay Başkanı kimdir, ne yer, ne içer; fikri ve zikri nedir bilen var mı? Alın size ‘sivil’leşme. Pek yakında daha da sivilleşeceği konuşuluyor damat ve vakıfları aracılığıyla…

Her neyse. Askeri okullar, hatta onların arazileri ve askeri hastaneler, hatta onların araziler de dağıtıldı bile… Ancak orduya operasyon durmadı. Bir kakafonidir gidiyor, ulusalcılar, Avrasyacılar, Gülenciler, Erdoğancılar, ocular, bucular bir devridaim halinde rütbeler alıp rütbeler veriyorlar sanki.

Oysa Kuvvet Komutanları’nın siyasi Savunma Bakanı’na bağlandığından, Genelkurmay Başkanı’nın hiyerarşideki yeni sıralamasından bahsetmeden terfilerden, görevden almalardan, istifalardan; daha da ötesi uhrevi kliklerden bahsetmenin lakırdıdan öte bir anlamı kalmıyor.

Ve evet konuşulması gereken kişi Hulusi Akar’dır. Karmaşık mevzulardaki düğümün adresi Milli Savunma Bakanlığı’dır. Savunma Bakanı eski asker, artık bir sivildir. Emekli askerdir, taze sivildir. Sivil ve siyasi yapısıyla askeri orduyu bizzat idare etmektedir. Örneğin Erdoğan’ın ‘başkomutan’lığına pek de benzememektedir bu hal.

Akar, İsmail Metin Temel ve Zekai Aksallı’nın ardından Cihat Yaycı’nın da üstünü çizdi, böyle yazılıyor. Yaycı’nın istifasıyla sarfettiği sözler çok konuşuldu. “İstifam asla Cumhurbaşkanımıza tepki değildir. Ona olan sadakatim ömrüm boyunca devam edecektir” diye AKP’lilere konuştuğu söylenen Yaycı, istifa mektubunda “Bilasebep ve mesnetten yoksun olduğunu düşündüğüm (Fetövari kumpasları çağrıştırırcasına) gerekçelerle emre alınmanın yanı sıra, apar topar ayrılışımın yapılmasının emredilmesi onurumu ziyadesi ile örselemiştir. Esasen herhangi bir göreve atanmış olsaydım görevi bir an dahi tartışmaz ve ifa ederdim. Ama durum öyle değildir. Alenen boşa çıkarılmış, onuru örselenen bir amiral durumuna düşürülmek istenmekteyim. Bunu kabul etmem mümkün değildir. Benim karakterim ve Türklük gururum buna imkan vermez … Bugün geldiğim noktada görev verilmeyen, adeta kumpas kurularak yalan ve iftiralar neticesinde görevden uzaklaştırılmış bir Amiral olarak mesleğimi icra edemeyeceğim açıktır” demiştir. Erdoğan’a kızgın olmayan ve “bağlılığının” altını çizen Yaycı’nın tek muhatabı Akar’dı; ne Deniz Kuvvetleri Komutanı ne de Genelkurmay Başkanı.

Yaycı iki buçuk ay kalmış Ağustos şuralarını beklemeksizin görevinden azledildi. Dileyen Deniz Kuvvetleri’nin tel sistemine onun ihalesine, teslimine, reddine dair senaryolara düşebilir. Savunma Bakanlığı’na Yaycı hakkında ulaşan şikayetleri okuyup bir hikaye dinleyebilir. Yaycı’nın 30 Ağustos 2012 tarihinde Tuğamiralliğe terfi ederek 2014 yılına kadar Moskova Silahlı Kuvvetler Ataşeliği yapması; hemen ardından Güney Grup Komutanı ve Çok Uluslu Deniz Güvenliği Mükkemmeliyet Merkezi Direktörü olarak görev yapması bu yaygarada yeterince konu edilmedi.

Klikleri gözardı etmeyi ya da efsaneleştirip büyütmemeyi önerenler, haklı bir önerme yaptılar: “Ordu’dan tasfiye anti-Amerikancılık sebebiyle yapılır”. Anti-emperyalizmden bahsedilmiyor elbette, ABD’ci tutum ve NATO’culuk çizgisinden ufak kaymalar ‘tehdit’ için yeterli görülüyor. İlgili çizgiye bağlılık sadece Libya projesinden vazgeçmek de olabilir, yukarıdaki Rusya’ya ‘temkinli’ yaklaşmak da. Tarihine pek girmeksizin söylemeliyiz ki Türkiye seçimini NATO’dan yana yaptığından bu yana tercih yapıldığı ilk günün hararetini andıran bir üslup ve inançla ABD ve NATO biatından bahsederler; Rusya seçeneğine karşı ‘müsterih olun’ buyururlar.

RAND raporu, kulak arkası

Yakın zamanda CHP’nin söylemlerinden darbe senaryosu çıkaranların görmediği iki rapora dönelim.

Bu yılın başında ortaya çıkan RAND Corporation raporunda “Türkiye’de yeni bir darbe girişimi olabilir” deniliyordu. Bunun üstünde ‘demokrasi’ ve ‘Bağımsız Türkiye’ diye tepinilmesi gerekmez miydi? Erdoğan AKP Meclis Grup Toplantısı’nda yaptığı konuşmada, “Darbe tehlikesi hazırlığı varmış gibi gündemler, Türkiye’yi ana hedeflerinden saptırmaya dönük bir yaklaşımdır” deyiverdi.

ABD istihbaratının ve Savunma Bakanlığı’nın senaristi, akıl açıcısı, ‘düşünce’ bulucusu RAND Corporation, en son 2007’de Türkiye’yi konuk etmişti. Ergenekon operasyonlarından hemen önce yayımlanan o raporda TSK’nın yeni dizaynı ve ordudaki anti-Amerikancılıktan dem vuruluyordu. Erdoğan ve Gül siyaset sahnesine çıkmazdan evvel 94’te onların işaret edildiği gibi 2007 raporu da büyük ölçüde hayata geçti. Bir kadir-i mutlaklıktan ya da yüksek öngörüden bahsetmiyoruz kuşkusuz. Bir bağımlılığa işaret ediyoruz.

Bu kez “Türkiye’nin Milliyetçi İstikameti ve bunun ABD-Türk Stratejik Ortaklığı ve ABD Silahlı Kuvvetleri Üzerindeki Etkileri” başlıklı yüzlerce sayfalık raporda Milli Savunma Bakanlığı, Bakan Hulisi Akar, TSK ve çiçeği burnunda Milli Savunma Üniversitesi müfredatı ile ilgili değerlendirmeler yazılıp çizilmişti. Raporda, Hulusi Akar için “anahtar muhatap” sözü çok konuşuldu.

Milli Savunma Üniversitesi, başına televizyonlardan tanıdığımız tarihçi, Abdullah Gül döneminde de Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu yönetim kurulu üyeliğine atanan Prof. Dr. Erhan Afyoncu’nun Rektör atanarak sivilleştirilen bir eski askeri kurumdu. Rapor buranın müfredatını bile dert edinmişti.

Akar, “Raporda kullanılan, özellikle bakanlık, şahsım, Türk Silahlı Kuvvetleri ve Milli Savunma Üniversitesi hakkındaki ifadelerin, aramıza nifak tohumları ekmek isteyen çevrelere malzeme olabilecek kurnazlıkla kurgulanmış olmasını ve bunun da çarpıtılarak farklı anlamlar yüklenmesini, gerçekleri yansıtmayan zorlama imalarda bulunulmasını esefle karşılıyorum” açıklamasını yaptı.

Raporda “Rusya’yı dengelemek için NATO üzerinden sürekli Türk ordusuna angaje olunmalıdır” ve “Milli Savunma Bakanı’nın Türkiye’de giderek artan önemi ve ‘anahtar muhatap’ rolü dikkate alınmalıdır” önerilerine de yer veriliyordu oysa.

Bir de Washington Enstitüsü…

RAND&CIA raporu iktidar tarafından ‘gerekli ilgi alakayı’ görmemiş gibi olacak ki, Washington Yakın Doğu Araştırmaları Enstitüsü imzalı bir rapor daha yayınlandı, adı “Türk Demokrasisine Bakış: 2023 ve Ötesi”.

Yine rağbet göstermemiş gibi yapılan raporun payı ne kadardır bilinmez ama; raporla ülke gündemi hem seçim hem rejim hem de 2023 Türkiyesi konularında çakıştı.

Washington Enstitüsü’nden Nick Danforth, ilgili raporda Erdoğan’ın ‘dar’ çevresini (aile ve saray eşrafı), AKP’li şirketler ile AKP’nin son yerel seçim hezimetinin ardından olası 2023 senaryolarını ele alıyor. Hem ‘çekirdek’ kadrodan veliaht hem de muhalif şemsiyeden ‘alternatif’ arıyor.

Raporda damat Bakan Albayrak da yer alıyor damat Selçuk Bayraktar da; oğlu Bilal, kızı Sümeyye ve hatta enişte İlgen de.

Kabineden Süleyman Soylu, Mevlüt Çavuşoğlu ve Abdülhamit Gül ile Erdoğan’ın Yardımcısı Fuat Oktay’a değinilen raporda Diyanet İşler Başkanı Ali Erbaş’a da yer verilmiş. Hulusi Akar ise güvenlik başlığında değerlendirilmiş. Diğer başlıkları şimdilik konunun dışında bırakabiliriz ancak rapordaki Türk Ordusu detayına bir göz atabiliriz.

Rapor 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden bu yana Erdoğan’ın ordu içerisindeki güç dengeleriyle oynadığına değinerek; Suriye ve Libya’ya ilişkin kısa değerlendirmeler içeriyor. Hulusi Akar’ın adı bu bahiste ele alınırken; Hakan Fidan, Yaşar Güler, Adnan Tanrıverdi ve istifasından bahsettiğimiz Cihat Yaycı bu listede yer alıyor.

Rapor, RAND raporuna paralel olarak Akar’ın Bakanlık sonrası etkisini artırdığını savunuyor. Akar’ın Genelkurmay Başkanı Yaşar Güler ile pozisyonu ile Erdoğan ile pozisyonu üzerinden kurulan kademeye dikkat çekiliyor.

Muhalefetten öne çıkan isimler ile AKP’deki iç çekişmelerden de bahsedilen rapor son olarak “Bu açıdan bakıldığında milliyetçi ya da askerî geçmişi olan biri sonuç olarak Erdoğan için daha mecburi olabilir.” diye bitiriliyor. Şimdi bu tarifin üzerinden ‘tahmin’ yaparsak art niyetli olacağız yine…

Darbe senaryoları, içeride başka dışarıda bambaşka

Ancak. ‘Darbe’ senaryoları üzerinden, Türkiye’deki demokrasi ve millet iradesine vurulan baltalardan bahseden iktidarın dönüp buralara da bir bakması gerekmez mi? İçeride muhalefete yüklenmek daha mı kolay geliyor?

RAND raporunun üzerinden bir ay bile geçmeden Hulusi Akar ve Türkiye Cumhuriyet Devleti’ni idare edenler, “we are nato” kampanyasına katıldı. Bu raporun üzerinden ABD ve NATO ile temaslar ve karşılıklı övgüler yine saymakla bitmez.

Denklemi karmaşık bulanlar için bir basit formül. Fetöcülük, darbecilik, İslamcılık, cihatçılık eşittir Amerikancılıktır. Bir dizayn, dış müdahale, bağımsızlığa ve demokrasiye kast görülecekse bakılacak yer ve odaklar bellidir.

Bir de bir ek, siyaset Ağustos ayına yaklaşınca, yani Şura yaklaştıkça ‘darbe’ senaryoları açılır; gerçekler ve bağlantılar çoğunlukla tersyüz edilerek ‘ulusalcı’, ‘darbeci’ veya ‘klik’ olarak yaftalanan kesimler bir bir budanır, atamalarda ise ABD’nin, NATO’nun kart hamiliği aranır. Bunları da bilerek yaptık bunca hatırlatmayı.

Bakınız 2016-2018 yılları arasında eski Milli Savunma Bakanı olan AKP’li eski milletvekili Fikri Işık, Türkiye’nin Rusya ile ilişkilerinin “stratejik değil taktiksel ilişkiler” olduğunu söyleyerek şöyle konuştu yakın zamanda: “Türkiye NATO’nun sadık bir üyesi ve öyle olmaya da devam edecek ama Rusya da bizim komşumuz. Dostlarınızı, müttefiklerinizi seçebilirsiniz ama komşularınızı seçemezsiniz. Komşularınızla iyi ilişkilere sahip olmalısınız”. Muvazzaf ya da emekli fark etmez, bakan ya da artık bakamayan da fark etmez; bu misyon 1945’ten beri şaşmaz.

*Bu yazı ilk olarak Sosyalist Cumhuriyet gazetesinde yayımlanmıştır. Gazetenin 173. sayısına buradan ulaşabilirsiniz: