Liyakat sorunu

Evet birçok kurum zarar gördü bu ülkede liyakatsizlik yüzünden ama bunların hiç birisi onarılamayacak düzeyde değil. Üniversitelerde ise durum farklı, liyakat kaybını onarmanın tek yolu, reform değil üniversiteyi tekrar kurmaktan geçer.

Türkiye son yıllarda çok şey kaybetti. Tarımını kaybetti, üretimini kaybetti, hukukunu kaybetti, eğitimini kaybetti… Bu liste uzar gider, hatta kaybetmediği nesi kaldı diye bile sorulabilir. Kamuya ait kurumlarda ise kayıp kendisini en çok liyakatsizlikle ortaya koydu. Eskiden bir devlet dairesine gidildiğinde ilgili memurun anlattıklarına güvenilirdi; aklımıza yatmasa da yasaları bildiği düşünülürdü. Çünkü bu tip yapılanmalarda yöneticiler, kurum içerisinde yıllar içerisinde yükselerek o günkü konumuna gelirdi. Artık maliyedeki memurun mevzuatı bildiğine, adliyedekinin hukuk konusunda bilgisi olduğuna inanmıyorum. Babası eskiden Orman Bölge Müdürü olan bir arkadaşım anlatıyordu, “babam siyasi iktidarın değişimine bağlı olarak başka bir göreve tayin edilirdi ama bilirdik ki babamın yerine getirilen kişi de deneyimli bir orman mühendisi olacak; yerine bir ilahiyatçının atanmayacağından emindik.” Ama artık böyle değil.

Liyakat konusu bilgi üretimi ve üniversiteler için herhangi bir kurumdan çok daha fazla öneme sahip çünkü bu alanda liyakat sadece önemli bir kavram değil, dahası kurumun üzerinde inşa edildiği temel kavram. Demek istediğim, liyakat yoksa üniversite de yoktur. Evet bir yapı vardır ama orası üniversite değildir, adı üniversite olan başka bir şeydir. Bilim-liyakat ilişkisinin kökeni, bilimde demokrasi olmamasıdır. Yani basit bir ifadeyle, bilimde kararlar demokratik bir tarzda, oylamayla verilmez. Meritokrasi denilen şey budur aslında.

Lafı şuraya getirmeye çalışıyorum: evet birçok kurum zarar gördü bu ülkede liyakatsizlik yüzünden ama bunların hiç birisi onarılamayacak düzeyde değil. Üniversitelerde ise durum farklı, liyakat kaybını onarmanın tek yolu, reform değil üniversiteyi tekrar kurmaktan geçer. 1933 yılında Atatürk Darülfünun’u “ıslah” etmeye çalışmamıştı; yaptığı Darülfünun’u kapatıp yerine İstanbul Üniversitesi’ni kurmak olmuştu. Düşünün, toplam öğretim üyesi sayısı 258 olan Darülfünun’da Atatürk karizmasındaki bir kişi istediğini tek sözü ile yaptırabilirdi. Ama o düzeltmeye çalışmamış, yıkıp yeniden kurmuştu. Günümüzde seksen bine ulaşan öğretim elemanını düzeltmek gerçekten olanaksızdır.

Bugün basındaki üniversite haberlerine baktığımızda ilk sırada iki tür haber olduğunu görüyoruz. Bunlar ya akademik kadrolara akraba, eş, dost atanması ya da laiklik karşıtı etkinlikler. Son zamanlarda bir üniversite ilgili bir yazının başlığı her şeyi çok güzel özetliyor: Niteliksiz Kayırılmışlar Aile Şirketi1. Sonuçta bilinen tüm sıralama sistemlerinde Türkiye üniversiteleri hızla geriye düşmeye devam ediyor.

Peki ne yapmalı? Öncelikle doğru bir bilim ve üniversite düşüncesine sahip bir siyasi iktidar, daha doğrusu bununla birlikte toplumsal yapılanma gereklidir. Liyakat ancak bu gerçeklikten sonra yaşama geçirilebilir çünkü,,, yeni bir bakış açısıyla gerçek üniversite ancak böyle kurulabilir çünkü. Dünyadaki örnekler de böyle olması gerektiğini söylüyor.

Dünya örnekleri deyince sadece sosyalist ülkelerde üniversite sisteminin kuruluşunu kastetmiyorum. Kapitalizm koşullarında da yeni üniversite, örneğin Almanya’da, benzer biçimde kurulmuştu.

Ancak geriye dönüş gibi ciddi bir tehlike her zaman var olacaktır. Bunun engellemek için siyasi otoritenin taviz vermeyecek bir yapıda olması gereklidir. Akademinin kendi iç “dinamiğiyle” liyakati yitirmemesi için ise kendi akademik kimliğini oluşturup bilimsel çalışmalara yön vermesi gerekir. Bu noktada tıp fakültelerinin özel bir önlem alınmasını gerektirecek ölçüde olumsuz etkisi olmaktadır. Tıp fakültesi olan üniversitelerde, Türkiye’deki örneklere bakılabilir, hem doğa hem de sosyal bilimlerde temel bilimler geri planda kalmakta ve liyakatsizliğin teorik ve pratik temelleri oluşmaya başlamaktadır. Sanırım bunun nedeni kısa sürede fayda elde etme düşüncesidir.

Uzatmadan elektromanyetizma konusundaki çalışmalarıyla bir çığır açan Faraday’a atfedilen bir söz ile bitireyim: kendisine çalışmalarının ne faydası olduğu sorulduğunda “bebeğin ne faydası var” demiştir. Akademi kısa zamanda fayda beklentisinden uzak, uzun vadeli başarı temelinde kurulabilir; bunun için ise sabırla, liyakatten ödün vermeden radikal adımları atmak gerekir.

1 https://ilerihaber.org/yazar/niteliksiz-kayirilmislar-aile-sirketi-trabzon-universitesinde-neler-oluyor-119765.html