Koronavirüs ve sosyalizm

Dünyanın “gelişmiş” “uygar” ülkeleri kendi sorunlarıyla baş etmeye çalışırken, Küba gereksinim duyulan her yere sağlık çalışanı ve ekipmanı yolluyor, tedavi etmek için hasta kabul ediyor. Üstelik bu ülkelerin gayri safi milli hasılasının kendisininkinin kat be kat yüksek oluşuna bakmadan.

Koronavirüs salgınıyla birlikte sosyalizm umulmadık mecralarda üstü kapalı dillendirilmeye başladı.  Köprüler kamulaştırılsın diyen mi ararsınız, su- elektrik bedava olsun diyen mi? Elbette hiç birisi sosyalizm lafını ağzına almadığı gibi, geçmişte bu taleplerle ortaya çıkanlara ne yaptıklarını da söylemiyorlar.

Ancak öyle bir durum var ki, kaçamıyorlar. O da Küba ve sosyalizmin halk sağlığı konusundaki başarıları. Gerçekten de küçücük bir ülkenin sistemini herkes gıptayla izliyor. Dünyanın “gelişmiş” “uygar” ülkeleri kendi sorunlarıyla baş etmeye çalışırken, Küba gereksinim duyulan her yere sağlık çalışanı ve ekipmanı yolluyor, tedavi etmek için hasta kabul ediyor. Üstelik bu ülkelerin gayri safi milli hasılasının kendisininkinin kat be kat yüksek oluşuna bakmadan.*

Toplumcu sağlık anlayışının üstünlüğü işin bir yönü; dünya göreceğini gördü. Kendileri de farkında ama sağlıkta Küba modelinin uygulayabilmesi için sosyal yapının da, üretim araçlarının mülkiyetinin de değişmesi gerektiğini bildiklerinden bir şey yapmaları olanaksız.

Şimdi dertleri bir an önce aşı ve/veya tedavinin bulunması ve eski günlere dönebilmek. Başta ABD, Çin, Rusya ve Almanya olmak üzere çeşitli merkezlerde aşı/ilaç çalışmaları sürüyor. Rekabet büyük. Öyle ki, Trump’ın Almanya’daki araştırmacıları ülkesine çekmek için yüksek transfer ücretleri önerdiği basına yansıdı. Yansımayan kim bilir daha neler var? Dediğim gibi rekabet büyük, işin ucunda milyonlarca dolar, güç, şan, şöhret görünüyor. Bulana Nobel ödülü garanti gibi ama daha alınması gereken çok yol var.

Aslında sosyalizmin bu aşamada akla gelmesi gerekiyor. Şunu söyleyebilirim; SSCB olsaydı olasılıkla aşıya da, tedaviye de daha fazla yaklaşılmış olunurdu. Biliyorum, geçmişteki bir şey için spekülasyon yapmak doğru değil ama SSCB’nin bilim politikasını düşününce bunun olabileceğini düşünüyorum.

Daha önce yazmıştım1, SSCB bilim politikasını oluşturan yedi ana unsurdan iki tanesi, merkezi planlama ve bilimin her alanında çalışma yapılması ilkesiydi. Merkezi planlama ile aşılan en önemli sorunlardan birisi de bilim insanları arasında rekabetin iş birliğine çevrilmesiydi. Elbette bu sorun sadece planlama ile değil, esas olarak bilime insancıl bakış ile aşılmıştı ama merkezi sistem ile birbirinden çok uzakta iki Sovyet arasında bilimsel iş birliği sağlanabiliyor ve kimi zaman örneğin, Ukrayna’daki bir bilimsel tıkanıklığa çözüm, Kazakistan’dan gelebiliyordu. Sonra tüm sosyalist ülkeler bu ağın içerisine girmişti. Bunun tam tersine, Avrupa ülkeleri bilimsel araştırmalarının önündeki en önemli engellerden birisi olarak “fragmantasyonu” görmekteydi2. Yani yapılan bir çalışma için ülke içinde bile bir birliktelik sağlanamamasından yakınıyorlardı. Şimdi bir düşünün, koronavirüs araştıran merkezler iş birliği ve iş bölümü yapsalar ne olurdu? Çözüme ulaşmış olabilirler miydi bilemem ama en azından bir adım daha önde olabileceklerini söyleyebilirim.

Bir diğer sorun da konunun salgın öncesi bilimin popüler alanlarından birisi olmadığı ve bu yüzden bilgi birikiminin görece az olduğu düşüncesi. Bu düşünce doğru mudur bilmiyorum ama SSCB’nin yukarıda söylediğim “Bilimin her alanında çalışma yapılması” ilkesi yine hastalığın tedavisinde bir adım ileride olabileceğimizi akla getiriyor. Biliyorsunuz, konu ne denli ilgisiz bile olsa SSCB, sınırları içerisindeki bir grup bilim insanını bu alana yönlendiriyordu. Örneğin, eğer bir Afrika ülkesindeki yerel bir dil için, sadece o ülkede bile eğer bir çalışma varsa, aynı konuda SSCB de bir ekip oluşturuyordu. Demek istediğim, konu popüler olmasa da, SSCB’ye uzak gibi görünse de konuyla ilgili araştırma yapacak bir ekip kuruluyordu. Yani araştırmalar daha önce başlamış olacaktı.

Bir musibet bin nasihattan…diyeceğim ama bazen musibetler de yetmiyor.

*Şunu da anımsatmalıyım, Türkiye’de sosyalizasyon ve sağlık ocağı sistemi devam etseydi, koronavirüs salgınının kontrol altına alınmasında daha iyi durumda olurduk. Ben de yıllar önce bu sistem içerisinde hekimlik yapmıştım. Sağlık ocağı sınırları içerisindeki nüfus değişimini, aşılanma durumunu, kronik hastalıkları vs. günlük olarak bilirdik. Yani bölgeye hakimdik.  Bu koşullarda mücadele eminim daha etkin olurdu. Aile hekimliği sistemiyle birlikte, işin koruyucu yönü unutulup, hekimlik sadece tedaviye yönelik hale getirildi.

 

1Günal İ. Ekim devriminin bilimin gelişimine etkisi. Marksist Manifesto, Ekim Devrimi Yolumuzu Aydınlatıyor Sempozyum özel sayısı, 2017. s:157-64

2 Woodford FP. Medical research systems in Europa. Elsevier, 1973.