İşçi sınıfına ne oldu?

Oysa, sermaye sınıfına baktığımızda bu sınıfın sınıf bilincinin gayet yerinde olduğunu, ulusal ve uluslararası düzeyde iyi örgütlenmiş olduğunu görüyoruz (TÜSİAD, MÜSİAD, TOBB, MESS, DTÖ vb.). Peki sorun nerede?

Cem Gönenç

Dünyaya ve ülkemize şöyle bir baktığımız zaman onlarca yıldır gündeme damgasını vuran işçi sınıfı hareketleri göremiyoruz. Görebildiğimiz şey yer yer patlak veren öğrenci hareketleri, Sarı Yelekliler Hareketi gibi karma hareketler; ABD’deki karma ırkçılık karşıtı hareketler gibi çoğunlukla örgütsüz, doğrudan sistemi hedef almayan ve işçi sınıfının ağırlığını koyamadığı hareketler. Bunları yazmamın nedeni bu hareketleri küçümsemek değil ama örgütsüz ve sınıf tabanlı olmayan hareketlerin saman alevi gibi parlayıp sönmesi kaçınılmaz.

Siyasi düzlemde de komünist partilerin zayıfladığını, Avrupa’daki kimi partiler gibi tamamen sistem içi mücadeleye hapsolduğunu, hala devrimci özelliklerini koruyan az sayıdaki partinin ise kitle bağlarının zayıf olduğunu biliyoruz. Oysa, sermaye sınıfına baktığımızda bu sınıfın sınıf bilincinin gayet yerinde olduğunu, ulusal ve uluslararası düzeyde iyi örgütlenmiş olduğunu görüyoruz (TÜSİAD, MÜSİAD, TOBB, MESS, DTÖ vb.). Peki sorun nerede?

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından yetmişli yıllara kadar geçen dönemde batı kapitalizmi görece rahat bir dönem yaşadı. Hem savaş sırasında faşizme karşı yerel direnişlerin başını çeken komünistler hem de faşizme karşı zaferin kazanılmasında büyük rolü olan SSCB sayesinde işçi sınıfı büyük haklar elde etti. Komünist partilerin oy oranları çok yükseldi. Ancak bu dönem Avrupa’daki komünist partilerin ‘’Avrupa Komünizmi’’ bayrağı altında sağa kaydıkları bir dönem oldu. Dünyada ise bu dönemde Doğu Avrupa’da Kızıl Ordu’nun da desteğiyle gerçekleşen devrimler dışında Çin Devrimi, Vietnam Devrimi ve Küba Devrimi gerçekleşti. Yetmişlerde başlayan krizle birlikte durumlar değişmeye başladı. Seksenli yıllar ise dünya genelinde topyekün bir neoliberal saldırının başladığı dönem oldu. Özelleştirmeler, taşeronlaştırma, esnek çalışma ve toplam kalite yönetimi gibi denetleme yöntemleri bütün dünyaya yayıldı. Seksenlerin sonu, doksanların başı ise dünya sosyalist sisteminin çözülmesine tanıklık etti. Bu durum hem neoliberal saldırının dozunun artmasına hem de birçok sol/komünist partinin tasfiye olmasına ve birçok komünistin liberalleşmesine yol açtı.

Şimdi bazı rakamlara göz atalım: ABD’de 1960 yılında %30,9 olan işçilerin sendikalaşma oranı, 2018’de %10,1’e, OECD ülkelerinde ise 1960’ta %33,6’dan 2018’de %16’ya düşmüştür. Ülkemizde yetmişli yıllarda %50’lere kadar çıkan sendikalaşma oranı 2018’de OECD ülkeleri içinde en düşük rakam olan %4,5’lara (resmi rakamlara göre %13,8) düşmüştür. Görüldüğü gibi işçi sınıfının ekonomik mücadele örgütleri olan sendikalarda da son 60 yılda büyük üye kayıpları olmuştur.

Kritik ve bence açıklayıcı olan başka rakamlar da vardır: 1991 yılında dünyada toplam işgücü içindeki sanayide çalışan oranı %21,8’den 2019’da %23,02’ye, hizmet sektöründe çalışanların oranı ise %34,5’ten %50,1’e çıkmıştır. Aynı dönemde tarımda çalışanların oranı %43,6’dan %26,8’e düşmüştür. Çin’de sanayide çalışanların oranı %21,4’ten %28,01’e, hizmet sektöründe çalışanların oranı ise %18,9’dan %46,4’e çıkmıştır. Emperyalizmin merkez ülkelerine bakarsak: ABD’de sanayide çalışanların oranı %26’dan %19,8’e düşerken hizmet sektöründe çalışanların oranı %72’den %78’e çıkmıştır.  Tarımda çalışan nüfus ise yalnızca %1,34’tür. İngiltere’de aynı dönemde sanayide çalışanların oranı %30,3’ten %17,8’e düşerken, hizmet sektöründe çalışanların oranı %67,4’ten %81’e çıkmıştır. Avrupa Birliği’nin motoru olan Almanya’da ise sanayide çalışanların oranı %37,5’ten %27’ye düşerken, hizmet sektöründe çalışanların oranı %58’den %71’e çıkmış. Bir bütün olarak Avrupa Birliği’ne bakarsak sanayide çalışan işçilerin oranı %34’ten %24,8’e, tarımda çalışanların oranı ise 10,7’den %4,3’e düşmüş. Hizmet sektöründe ise %55,1’den 70,7’e yükselme gözlenmiş. Rusya’nın durumu ise özellikle ilginç. 1991 yılında işgücünün %39’9’u sanayide çalışırken, 2019 yılında bu oran %26,6’ya, tarımda çalışan nüfusun oranı ise %14’2’den %5,7’ye inmiştir. Hizmet sektöründeki artış %45’ten %67,5’e olmuştur.

Aynı dönemde Türkiye’de sanayide çalışanların oranı %20’1’den %26,3’e, hizmet sektöründe çalışanların oranı ise %32’den %55,3’e çıkmıştır. Tarımda çalışan nüfusun oranı ise %47,8’den %18,3’e düşmüştür.

Avrupa Birliği ve ABD gibi emperyalist merkezlerde sanayide çalışan nüfusun azalmasının bir kısmını otomasyon ve robot kullanımına bağlayabilsek bile bu azalmayla ilgili başka ipuçları vardır:

Bir bütün olarak Güney Asya’da sanayide çalışan nüfusun oranı 1991’de %22,3’ten 2019’da %33,5’e yükselmiştir. Doğu Asya ve Pasifik’te oran %21’2 iken %26’ya yükselmiştir. Latin Amerika ve Karayipler’de ise bu oran %23,3’ten %20,4’e düşmüştür.

Bu aşırı eşitsiz gelişmişliği analiz etmeye çalışırsak ve geçtiğimiz otuz yılda dünya nüfusunda %46’lık artış olduğunu da hesaba katarsak dünyada tarımda çalışan nüfusun azalmasını genel olarak makineleşmeye bağlayabiliriz. Dünyanın bütününde hizmet sektörünün büyük patlama yaşadığı da rahatlıkla görülmektedir. Ancak sanayiye gelince işler çetrefilleşmektedir. Dünya genelinde ABD ve Avrupa Birliği gibi sanayileşmiş coğrafyalarda sanayide çalışan nüfustaki dramatik düşüşün ciddi bir kısmının, sermayenin, işgücünün ve hammadde kaynaklarının çok daha ucuz olduğu Asya ülkelerine ihraç edilmesinden kaynaklandığı görülmekte. Ayrıca Avrupa Birliği ve ABD’nin özellikle ‘’kirli’’ sanayi kuruluşlarını çevre ülkelere kaydırdığını da biliyoruz. Bu durumun dünyada emperyalizme karşı mücadelenin hala ne kadar önemli olduğunu gösterdiğini de düşünüyorum.

Sonuç olarak, özelleştirme, esnek çalışma, taşeronlaşma, iş güvencesinin azalması, otomasyon, göçler nedeniyle işçi sınıfının ‘’etnikleşmesi’’ gibi faktörler dünyanın büyük kısmında örgütlenmeyi zorlaştırmaktadır. Sanayide çalışan işçi sınıfının oranının arttığı Türkiye’de ise bu faktörlere ek bazı başka zorluklar vardır. 2018 seçim sonuçlarına bakarsak işçi sınıfının yoğun olduğu sanayi şehirlerinin çoğunda AKP birinci partidir. Bunda göçler nedeniyle işçi sınıfının bileşimindeki değişikliklerin yanı sıra AKP’nin iş ve işçi bulma kurumu gibi çalışması ve işini kaybetme korkusu gibi faktörlerin de önemli olduğunu düşünüyorum. Sol partiler ise daha çok eğitim düzeyinin yüksek olduğu şehir ve semtlere sıkışmış durumdadır. Çevre ve kadın hareketleri gibi hareketler son derece önemli olmakla birlikte komünistler öncelikli olarak işçi sınıfını örgütlemekten vazgeçemezler. Bunun için yeni yol ve yöntemler (örneğin ‘’ara yüzey örgütlenmeleri’’ gibi) bulmakta yaratıcı olmanın tam zamanıdır.