Kapitalizm her şeyi planlı eskitiyor

Sermaye sınıfının sözcülüğünü yapan siyasi liderlerin eskitilmesi, kamuoyunda sistemik toplumsal sorunların lider değişimiyle çözülebileceği algısının oluşmasına yarıyor.

Adolphe Alexandre Chaillet, 1895 yılında tasarladığı dayanıklı iletken tel (filaman) sayesinde dünyanın halen yanmakta olan tek ampulünü icat etti. Thomas Edison’a rakip gösterilen Fransız mucitin sönmeyen ampulü, ABD’nin Kaliforniya eyaletine bağlı Livermore İtfaiye Müdürlüğü’nde 1901 yılından beri korunuyor. Bu ampulü, otuz saniyede bir güncellenen webcam canlı yayınıyla[1] yansıtan kameralar bile bozulduğu için bugüne kadar iki kez değiştirilmiş.

Endüstriyel tasarım olanaklarıyla metaya ömür biçilmesini hedefleyen pazarlama stratejisi, “planlı eskitme” ya da “ürün yaşam döngüsü” olarak adlandırılıyor. Tüketim ekonomisinin işlerliğini amaçlayan kapitalizm, üretilen malları kasıtlı olarak ölümlü kılarak gerçekte kendi sınıf egemenliğini ölümsüz kılmak istiyor. Bu nedenle sermaye iktidarı, bilimi ve teknolojiyi güdümü altında tutuyor. Geçmişte tüketicinin evladiyelik diye övdüğü dayanıklı malları üretmek yerine planlı eskitme stratejisiyle üretim, tüketim döngüsü güvenceye alınıyor. Günümüzde özellikle yaygın olarak kullanılan mobil telefon, bilgisayar gibi elektronik ürünlerin bir süre sonra batarya, ekran ve tuş arızalarının artması ya da işletim sistemine ilişkin güncellemelere yanıt vermemesi bundan kaynaklanıyor.

Yeni gereksinimler üreterek insanı aşırı tüketime özendiren pazarlama stratejileri, doğanın da çöplüğe dönmesine neden oluyor. Tüketim çılgınlığını besleyen planlı eskitme stratejisi, eski ve yeni arasındaki ayrımı moda kavramını yücelterek topluma aşılıyor. Ömrünü tamamlayan ürünün yerine hemen yenisini almak, hem bireysel tüketim alışkanlıklarının sürdürülmesinin, hem de toplumsal statüyü imlemenin yolu oluyor.  Ülkemiz ise salgın sürecinde Covid PCR testi yaptırmak için hastane kuyruğunda bekleyenlerle Black Friday nedeniyle AVM’de mağaza kuyruğunda bekleyenlerin çılgın çelişkisini yaşıyor!

Lider eskitmece oyunu

Başta ABD olmak üzere diğer Batılı burjuva demokrasileri, planlı eskitme stratejisine göre siyasi liderlere de ömür biçiyor. Sermaye sınıfının sözcülüğünü yapan siyasi liderlerin eskitilmesi, kamuoyunda sistemik toplumsal sorunların lider değişimiyle çözülebileceği algısının oluşmasına yarıyor. Kapitalist sistem, krizlerini aşmak için geliştirdiği emperyal projelerini ve ekonomik reform programlarını, yeni liderlerin kredisini kullanarak uygulamaya sokuyor. Ticari markalar gibi siyasi liderler de ‘en yenisi, en iyisidir’ düsturuyla kamuoyuna lanse ediliyor. ‘Kral öldü, yaşasın yeni kral’ söyleminin yansıttığı gibi statükonun devamı için aranan taze kanın bulunduğu müjdelenmiş oluyor.

Amerikan burjuva demokrasisi, seçilmiş liderin demokrat ya da cumhuriyetçi olmasını, kapitalizmin emperyal doğasına ve mevcut üretim ilişkilerine bağlı kalması koşuluyla bir sorun olarak görmüyor. Devrik başkan Trump bile ağırlıklı olarak aykırı karakter özellikleri ve ülkenin siyasi gelenekleriyle bağdaşmayan tutarsız söylemleri nedeniyle eleştiriliyordu. Sonuçta sermaye sınıfı, halkın umutlarını tazelemek için liderleri kültleştirme stratejisini tıkır tıkır işletiyor.

ABD’nin burjuva demokrat kimliğe sahip seçilmiş yeni başkanı Joe Biden’ın, AB ülkeleriyle daha sıkı işbirliğine girmesi bekleniyor. Ayrıca yeni başkanların, askeri ve ekonomik açıdan kendilerine bağımlı ‘müttefik’ ülke yönetimleriyle uyumlu çalışmayı da çok önemsediği biliniyor. Bu tür ülkelerdeki ‘geçimsiz yönetimler’, darbeler ya da siyasi komplolarla tasfiye ediliyor. Örneğin 1980 yılındaki ABD başkanlık seçimlerinden hemen önce CIA’nın tezgahladığı 12 Eylül askeri darbesiyle Türkiye’de eski siyasetçiler, neoliberal ekonomik programı uygulayacak yenileriyle değiştirilmişti. Yine 15 Temmuz 2002 tarihinde Bahçeli’nin yaptığı erken seçim çağrısıyla Ecevit’in başbakanlığında yürüyen DSP-MHP-ANAP koalisyonu bozularak eski siyasetçiler büyük ölçüde tasfiye edilmişti. Aynı yılın ortalarında Amerikan Savunma Politikaları Kurulu Başkanı Richard Perle tarafından ABD’de ağırlanan Recep Tayyip Erdoğan[2] ise Kasım ayında yapılan genel seçimle iktidara geldikten bir süre sonra kendini BOP’un eş başkanı ilan etmişti.

Büyülü reform söylemi

George W.Bush, Barack Obama ve Donald Trump gibi başkanları eskiten AKP’nin kıdemli ampulü, yeni başkan Biden’a göz kırparken Senato’dan yaptırım kararı çıkıverdi. Kaldı ki iktidar, Trump sonrasında ampulün ışığının tir tir titreyeceğini bildiğinden burjuva demokrasilerine içkin reform söylemine yeniden sığınma gereği duymuştu. Küresel kapitalizme askeri, ticari ve teknolojik açıdan göbekten bağlı olan yönetimler, ne yazık ki ABD ve diğer Batılı emperyalist ülkelerle ipleri tamamen koparma lüksüne sahip değil. Bu yüzden Erdoğan, ‘AB’nin yaptırım kararları bizi ırgalamaz’ diye içeriye caka satarken aynı gün Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü, AB’ye ve Biden’a zeytin dalı uzatma gereği hissetmişti. Yabancı yatırımcıyı ikna etmek gibi salt pragmatik bir  hedef uğruna  hukukun önemine vurgu yapan Adalet Bakanı bile reform söyleminin büyüsünden medet umdu. Gerçekte reform ve acı reçete gibi söylemlerin yeni ve denenmemişlerin ağzına yakıştığını, AKP kendi iktidarının ilk yıllarına nostaljik bir yolculuk yaparak anımsayabilir. Kapitalizmin gizli hayranı ‘liberal sol’ kesim bile o zamanlar iktidarın reform illüzyonuna kapılıp yıllarca peşinden gitmişti!

Bugün, içeride ve dışarıda yalnızlaşarak kendini tek adam rejiminin konforuna tutsak eden Erdoğan’ın demokrasi trenine yeniden bilet alacağını düşünmek akla uygun görünmüyor. Biden ve Batılı müttefikleri, burjuva demokrasisinin asgari müştereklerine uyması yönünde AKP iktidarına baskı yapacaktır. Bunun tek amacı, milyonlarca işsiziyle, asgari ücretlisiyle küresel yatırımcının iştahını kabartan Türkiye’yi ucuz emek cennetine çevirmektir. Salt finansal araçlar yoluyla kısa vadede getiri elde etmek için ülkeye girip çıkan sermayenin reformlarla ilgisi olmasa da uzun vadeli yatırımcı, hukuki ve siyasi düzlemde güvence istemektedir. Ne ki, sistem dışı keyfi yönetim uygulamalarını şahsım iktidarı uluslararası şeffaf gözetime ve denetime asla açamayacağı için bu tür reform beklentileri boş söylemden öteye geçemeyecektir. Yerli ve milli muhalefet oluşturma hayaline kapılan Cumhur İttifakı’nın, seçimle yeniden iktidar olabilmek için karşıtlarını bölmek dışında işe yarayacak siyasi bir oyunu kalmamıştır. Yerine başka bir parti kurdurarak HDP’yi etkisizleştirmek ya da Akşener’i iktidar ittifakına katılmaya ikna etmek gibi görece meşru çıkış yolları da tıkalıdır. Kazanamayacağı seçimi yapmayarak gayrimeşru bir yola sapmanın faturasının ağır olacağı da ortadadır. Son kertede uluslararası yaptırımlar, reform ile totaliterlik ikilemine sıkışmış Cumhur İttifakı’nı erken seçim kararı almaya zorlayabilir. Tersine bir inatlaşma, ülkeyi dış güçlerin (bu kez gerçek anlamda) kışkırtacağı kargaşa ortamına sürükleyebilir.

Kadim ‘dava’ arkadaşlarının yanı sıra hazineye bakan damadını bile eskittiği on sekiz yıllık iktidarında, 2071’e randevu verecek kadar kendini yeni hisseden Muktedir, inşallah Fransız mucitin bir asırdır sönmeyen ampulüyle yarışmıyordur!

Yeni yıl mesajım:

Emeğin ve dayanışmanın yüceltileceği bir yıl olması umuduyla Manifesto okurlarına esenlikler dilerim.

[1] Bkz. https://www.centennialbulb.org/cam.htm

[2] https://m.bianet.org/bianet/siyaset/197776-erdogan-in-2002-deki-abd-ziyaretinde-one-cikan-kisi