Kamulaştırma/devletleştirme: Kendini dayatan zorunluluk

Bizde kamulaştırmanın "toprakları istimlak" etme ile sınırlı bir algısı var. Devletleştirme politikalarının ise ilkel bir sermaye birikimi yaratarak bir tür "sermaye sınıfı" yaratmada üstlendiği rol hafızalara kazınmış durumda. Bu ikinci durumun doğal uzantılarından bir tanesi, kamu kaynaklarının israf edilerek bir tür arpalık olarak değerlendirilmesi oldu

Salgının yeniden yükselişe geçtiği günlerden geçiyoruz. “Normalleşme” çabalarının toplumu değil, bir avuç sermayedarın çıkarını gözeten politikaları, geçici bir rahatlama evresinin ardından, salgının sert yüzünü göstermesiyle beraber geçersiz kalması, iktidarı yeni önlemler almaya itti. Alınan önlemlerin yeterliliği-yetersizliği mutlaka tartışılması gereken bir başlık.

Öte yandan, birkaç gelişmeyle beraber, açıklaması bir hayli güç olan bir tabloyu da ortaya çıkardı. Toplumun önemli bir çoğunluğu çalışmaya, üretmeye, dolayısıyla “iç içe yaşamaya” devam ederken, alınan önlemlerin önemli bir çoğunluğunun hayata geçmesinin bir şansı bulunmuyor. Dolayısıyla alınan önlemlerin “hem nalına hem mıhına vurmak” olduğu su götürmez bir biçimde ortaya çıkmış oldu.

Birkaç trajikomik örnek durum açıklayıcı olacaktır. Mesai saatlerinin düzenlenmesi ile ilgili konuşan İstanbul Valisi mesai saatlerinin “esnek” hale geçirildiğini belirtirken, konuşmasındaki bir ayrıntı dikkat çekiyor. İstanbul’da 5 milyon 300 bin kişi çalışırken, bunun yüzde 93,3’ü özel sektörde çalışıyor. Özel sektör için de “esnek mesai” şartları belirlenirken, mesai saatleri de kesimlere göre değiştirilmiş durumda.

Ancak kimi kesimlerde mesai saat 7’de başlarken, çalışmak zorunda kalan milyonlarca emekçinin çocuklarının okullarına nasıl gideceği sorunun cevabı boşlukta kalmıştı. Neyse ki, alınan son önlemlerle okullar kapatılmış, çocuklar evlerine gönderilmiş oldu. Ancak, anne-baba olarak çalışmak zorunda olan büyük çoğunluğun çocuklarının nasıl bakılacağı sorusunun yanıtını kimse vermemiş oldu.

Üstelik, salgının ilk evresinde “uzaktan çalışma” yöntemiyle kısmi olarak bu konuda bir rahatlık sağlanırken, bugün uzaktan çalışma “ücretsiz izinle” paket olarak geldiği için milyonlarca emekçiyi aynı zamanda “geçim derdi” sarmış durumda.

Geçim derdine eşlik eden hastalık korkusu, yaşamakta olduğumuz tablonun “sınıfsal panoramasını” da bizlerle paylaşıyor. Çok uzağa gitmeye gerek yok… İBB’nin kurduğu Bilimsel Danışma Kurulu’nun hazırladığı rapor, salgından en çok etkilenen ilçelerin “mavi yakalı” olarak tarif edilen işçi sınıfının büyük bölmesinin yaşadığı yerler olduğunu ortaya koyuyor. [1] Salgın süresince deneyimlediğimiz gerçeklik, böylece sayısal olarak da ispat edilmiş durumda.

Normal yaşantımızda alışık olduğumuz bu çok bilinmeyenli denklemi her gün deneyimlemek zorunda kalan milyonlarca emekçi için “akılcı” bir çözüm bulmak konusunda büyük bir zorluk yaşayanıyor. Çıkarları gereği “akılcı çözümleri hayata geçirmeyen” siyasi iktidarlar, bugünkü sermaye düzeninin tarihsel limitlerini de göstermektedir. Kapitalizmin tarihsel limiti, salgın gibi çok bilinmeyenli bir olgunun, yer yer kaotik, karmaşık toplumsal süreçler karşısındaki yetersizliğini göstermektedir. İnsanlığın bugüne kadar karşı karşıya kaldığı milyonlarca badireyi atlatmasını sağlayan yaratıcı zekası ve emeği, bugün bu tarihsel limitlerle sınanmaktadır.

Ama ne sınanma…

Düzeni yönetenler açısından da bu sınanmaya karşı verdikleri cevabın, bir kez daha ellerindeki araçları sahneye koymak dışında bir içeriğe sahip olmaması şaşırtıcı değil. 21. yüzyılın dijitalize olmuş dünyası, fikri hayatı çöle dönmüş durumda. Bu çölün içinde “vaha” sanılanlar ise, serap görmekten beter!

Salgınla birlikte yerleşiklik kazanan “kapitalizm iyi işlemiyor” düşüncesi, egemen sınıf açısından da “yenilenme” fırsatı olarak değerlendiriliyor. Her büyük kriz sonrasında benzer arayışlar içine giren kapitalizmin bugünkü arayışını anlamak için dünkü krizlerine kısaca göz gezdirmek gerekli.

Kapitalist dünya, krizlerle hemhal olduğu, kriz olgusuyla kapitalist üretim tarzı arasındaki ilişki “birbirini tamamladığı için her krizi burada anmak mümkün değil. Ancak bir kaç krizi burada anabiliriz. 20.yüzyılın ilk büyük krizi, emperyalist paylaşım savaşına yol açtı. Bunun ardından gelen ikinci büyük kriz, 1929 krizi, faşizmi iktidara getirdi, ikinci kez Dünya Savaşı yaşandı. Dünya Savaşı sonrası “büyük uzlaşı” ile sosyal refah devletini getiren kapitalist üretim tarzı, 1973 kriziyle karşı karşıya kaldı. 73-78 arasında kapitalizmin yaşadığı fetret devri sonrasında neo-liberal dönem açıldı.

2008 kriziyle birlikte neo-liberal dönemin uygulamalarına paralel devreye sokulan “düzenleme politikaları”, salgınla birlikte yaşanan krizle yerini “büyük sıfırlama” adı verilen bir çağrıya bıraktı. “Büyük sıfırlama (reset)” adıyla yapılan çağrının özü; sermaye sınıfının yarattığı sınırsız büyüme algısını durdurmayı ve ortaya çıkan maliyeti devlet adına üstlenerek “tüm topluma yaymayı” amaçlıyor.

***

Her kriz, kendi dönemini yaratıyor.

Dünya Ekonomik Forumu (WEF) adına yapılan çağrıya, IMF ve Dünya Bankası da cevap verdi. Söylemin parlaklığının ardında yapılan çağrının içeriği adeta “dağ fare doğurdu” dedirtiyor. IMF Başkanı tarafından içeriği oluşturulan çağrıda, “büyük yenilenmenin” üç sacayağından söz ediliyor ve ekleniyor “daha ekolojik, akıllı ve adil bir ekonomik sistem” çözüm yolu olarak belirtiliyor. [2]

Anlaşılan bu çağrının ilk adımı emperyalizmimn merkezi olan ABD’de atılacak gibi. Joe Biden’ın seçim beyannamesinde geçen “Yeni Yeşil Düzen” IMF’nin bahsettiği dönüşümün somut adımlarını içeriyor. Ancak bu adımların en önemli araçlarından bir tanesini kamulaştırma/ devletleştirme tartışmaları oluşturacak.

Bizde kamulaştırmanın “toprakları istimlak” etme ile sınırlı bir algısı var. Devletleştirme politikalarının ise ilkel bir sermaye birikimi yaratarak bir tür “sermaye sınıfı” yaratmada üstlendiği rol hafızalara kazınmış durumda. Bu ikinci durumun doğal uzantılarından bir tanesi, kamu kaynaklarının israf edilerek bir tür arpalık olarak değerlendirilmesi oldu. Ancak bugünkü devletleştirme/kamulaştırma politikalarının bu iki algıdan daha farklı olduğu apaçık.

Salgın sonrasında kapitalist üretim tarzının yaşadığı bunalım, sağlık, ulaşım ve finans gibi alanlarda “kamulaştırmayı” zorunlu kılmış durumda. Dolayısıyla, düzen partilerinin de programında ve söyleminde bu doğrultuda bazı radikal değişiklikler gözlemleniyor. “Özelleştirmenin” beklenen sonucu veremediği açık açık dillendiriliyor. Ancak burada da hem nalına hem mıhına vurularak “devletleştirmenin” de yeterli bir pratik yaratamadığı söylenerek, sermayeye “güven” verilmekten gocunulmuyor. [3]

Özellikle bu noktada, reformist görüşlerin oldukça zayıf bir performans çizdiğini belirtmek gerekiyor. Yüzyıllık “sendikalist” görüşlerin “evrensel temel gelir” düşüncesiyle piyasa sürülmesi şaşırtıcı bir zayıflık. Bu zayıflığı gizleyemeyenlerin “gelir dağılımını sosyal transfer aracılığıyla yeniden düzenlemeyi” önermesi söylemdeki radikalliğin örtüsünü de ortadan kaldırıyor.[4]

Tüm bu tablo, yaşanılan dönemin kapitalizm açısından “tarihsel limitlerini” ne anlama geldiğini bize gösterirken, tablo o kadar da karanlık değil. Sistemin, emekçilere sunamadığı “akılcı” çözümü, sınıflar mücadelesi ortaya seriyor. Bu mücadeleyi görmek isteyen çok uzaklara gitmesine gerek yok.

Eğer bir aydınlık görmek istiyorsak, Soma’dan Ankara’ya yürüme kararlılığını gösteren madencinin fenerinde aydınlık görebilirsiniz. O aydınlığın dayattığı zorunluluk, bir avuç sermayedarın değil, toplumun ihtiyaçlarını gözeten bir ekonomik-toplumsal modeli yaratmayı zorunlu kılıyor.

Kendini dayatan bu zorunluluğu hayata geçirip geçirmemek önümüzdeki dönemin esas belirleyicisi olacak.

Kaynaklar

[1]https://www.ntv.com.tr/turkiye/istanbulda-salginda-mavi-yaka-etkisi5-ilcede-yasayanlar-dikkat,KMZ8RP74yUyXRhPjbjw42g

[2] https://www.imf.org/en/News/Articles/2020/06/03/sp060320-remarks-to-world-economic-forum-the-great-reset

[3] https://fortune.com/2020/10/10/capitalism-reform-privatization-nationalization/

[4] Varoufakis, Yanis, “Capitalism isn’t working. Here’S an alternative,” 4 Eylül 2020, https://www.theguardian.com/books/2020/sep/04/yanis-varoufakis-capitalism-isnt-working-heres-an-alternative