Kırıkkanat: Hayaller baro başkanlığı, gerçekler mafya avukatlığı

Kırıkkanat, İstanbul Barosu’nun eski Başkanı Prof. Dr. Ümit Kocasakal ve İstanbul Barosu Başkanlığına aday olacağını duyuran avukat Uğur Poyraz hakkında "hem mafya avukatı hem erdemli hukukçu olmaz!" diye yazdı. İstanbul Barosu ise Kırıkkanat'ın bugün yayımlanan köşe yazısına ilişkin açıklama yaptı.

Kırıkkanat: Hayaller baro başkanlığı, gerçekler mafya avukatlığı

Cumhuriyet gazetesi yazarı Mine Kırıkkanat, bugün yayımlanan “Hayaller baro başkanlığı, gerçekler mafya avukatlığı” başlıklı köşe yazısında eski İstanbul Barosu’nun Başkanı Prof. Dr. Ümit Kocasakal ve İstanbul Barosu Başkanlığına aday olacağını duyuran Avukat Uğur Poyraz’a yönelik ağır eleştirilerde bulunmuştu.

Kırıkkanat yazısında “hem mafya avukatı hem erdemli hukukçu olmaz! Olmaya kalkmak, en hafif tanımıyla hadsizliktir” ifadelerine yer vermiş, Kocasakal ve Poyraz’ın ‘Adnan Oktar’ın örgütüne üye isimlerin avukatlığını üstlendiğini belirterek “Her sanığın savunulmaya hakkı vardır, evet. Ama hukukun da bir ahlakı ve avukatların da tercih hakları vardır. Büyük tutarlar karşılığında mafyaya avukatlık yapan hukukçuların, toplumda ve politikada rol modelliğine soyunma hakkı yoktur” demişti.

Cumhuriyet gazetesi yazarı Kırıkkanat, İstanbul Barosu’nun Başkanı Prof. Dr. Ümit Kocasakal ve İstanbul Barosu Başkanlığına aday olacağını duyuran avukat Uğur Poyraz’ın Adnan Oktar davasının avukatları olduklarını belirterek, duruşma tutanaklarında da alıntılar yaptı.

Kırıkkanat, “Her tercih gibi, böyle bir tercihin de bedeli vardır. Adnancılar türü bir suç örgütünü savunanlara ‘mafyaya avukatlık yapıyor’ denir” ifadelerini kullandı.

Mine Kırıkkanat’ın “Hayaller baro başkanlığı, gerçekler mafya avukatlığı” başlıklı yazısı şöyle:

“Savunma hakkı, hukukun kutsalıdır. Her sanık gibi Adnan Oktar Silahlı Suç Örgütü davası sanıklarının da avukatları vardır, olmalıdır.

Ama Adnancılar gibi toplumun dayandığı tüm etik kurallarını altüst, dinsel ahlakı tersyüz ve kandırdığı çocukları taciz, hatta tecavüz ettikten sonra fuhuşa dayalı şantaj metası olarak kullanıp avucuna aldığı muktedirler aracılığıyla da devletin içine FETÖ’yle birlikte sızan bir casusluk mafyasını savunmak; “meslek icabeti” ya da “savunma hakkı” gerekçeleriyle sıradanlaştırılamayacak bir tercihtir.

Her tercih gibi, böyle bir tercihin de bedeli vardır. Adnancılar türü bir suç örgütünü savunanlara “mafyaya avukatlık yapıyor” denir.

Av. Uğur Poyraz gibi hem mafyanın avukatı, hem kanal kanal TV gezip devlet, hukuk, ahlak nutukları atan sosyal demokrasi havarisi olunmaz. Prof. Dr. Ümit Kocasakal gibi hem mafyanın avukatı hem ulusalcı Kemalist hukukçu da olunmaz.

Kısaca hem mafya avukatı hem erdemli hukukçu olmaz! Olmaya kalkmak, en hafif tanımıyla hadsizliktir.”

“HEM BARIŞLARI HEM OKTAR’I ZİYARET ETTİ”

“Mafya savunma kariyerinde, “kumarhaneler kralı” Ömer Lütfü Topal, Ayvaz Korkmaz çetesi ve seri katil Atalay Filiz’in avukatlığını da yapan Av. Uğur Poyraz, 2006 yılından öteye Adnancıların baş avukatı oldu. 2018’de bizzat Adnan Oktar’ın Edirne Cezaevi’nden kendisine yenilenmiş vekâlet gönderdiğine bakılırsa gizliden gizliye hâlâ avukatı… Gizliden gizliye diyorum, çünkü Uğur Poyraz, 7 Eylül 2018’de attığı bir tvitle Adnan Oktar’ın avukatı olmadığını ilan ettiyse de savcılığa yansımış bir istifa belgesi yok.

Zaten Uğur Poyraz, gizlemeye idmanlı bir zat.

11 Mart 2020 tarihinde attığı tvitte, kendisinden toplumsal duyarlılık bekleyen takipçilerine müjde veriyor: “Bugün öğleden sonra Silivri 9 No’lu Cezaevi’nde Osman Kavala, Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu ve Murat Ağırel’i ziyaret ettim. Hepsinin çok selamları var. Enseyi karartmak yok.”

Ama aynı gün, aynı cezaevinde Adnan Oktar’ı ziyaret ettiğini saklıyor! Zaten aslen onunla görüşmeye gidiyor ve hem tutuklandığından beri ikinci kez ziyaret ettiği Adnan Oktar’la ilişkisini gizlemek, hem de kamuoyunda olumlu izlenim bırakmak için tutuklu gazetecileri paravan olarak kullanıyor!

Çünkü hukukçu kariyerinde parasal çıkara dayalı olmayan, siyasal ya da sosyal tek bir dava üstlenmemiş olan Av. Uğur Poyraz, İstanbul Barosu Başkanlığı’na oynuyor.

Peki, eski İstanbul Barosu Başkanı Prof. Dr. Ümit Kocasakal ondan daha mı matah? Ne yazık ki hayır.

Ümit Kocasakal’ın 2019 Ağustos ayında Adnan Oktar suç örgütünün iki numaralı “içtihat yetkilisi”, dijital veritabanı sorumlusu, FETÖ bağlantılı Didem Ürer’in lehine yargıya on dokuz sayfalık “bilimsel görüş” bildirdiği ortaya çıkınca, kendisine sosyal medyadan tek cümleyle örgütten kaç para aldığını, GSÜ’den mütalaa izni alıp almadığını sordum. Hakkında kitap yazmışım, Adnancıların pek sevdikleri bu tür hukuki mütalaalar için büyük tutarlar -en az 100 bin TL ödediğini elbette biliyorum!

Kocasakal, tek soruma yirmi dokuz (!) karşılıkla eveledi geveledi, ama cevap vermedi. Kendisini şöyle savundu: “Çok şükür küreselci değil, ulusalcıyım, milliciyim, antiemperyalistim, Kemalistim. Hiçbir maske takmıyorum, olmadığım gibi görünmüyorum. Gerektiğinde bu güzel vatan için değil mangalda kül, mangal da bırakmayız.”

Bir ay sonra dava başladı, mahkemede kimi görelim?

GSÜ Hukuk Fakültesi’nin antiemperyalist hocası Ümit Kocasakal haysiyet mangalında hakikaten yutulmadık kül bırakmamış ve emperyalizmin bayraktarı Evangelist Kilise’nin yaratılış safsatasını Türkiye’ye kakalayan Adnan Oktar örgütünün “hukuk imamı” Noyan Orcan’ın avukatlığını üstlenmiş!

Savunduğu Noyan Orcan, rastlantıya bakınız ki Adnancıların adliyeleri boğduğu binlerce davada, üniversite hocalarından “bilimsel görüş” teminiyle ünlü ve… Halen örgüt yöneticiliğinin yanı sıra, Adnancıların turnike denilen tecavüz seanslarında “ECİR kazanmak” amacıyla küçük bir kız çocuğu ile dört erişkine “anal ve oral yoldan organ sokmak suretiyle, cebir kullanarak” cinsel istismar, saldırı vb. suç isnadıyla yargılanıyor.

Ve koskoca hukuk profesörü Kocasakal, bitmek bilmeyen nutuklar attığı mahkemede böyle bir sanığı şöyle savunabiliyor: “Hukuk imamlığının yani hukukla uğraşmanın neresi suç onu anlayabilmiş değilim. Birçok yapıda hiyerarşik ilişkiler olabilir. Siz (hâkim) her hiyerarşik yapıyı örgüt mü kabul edersiniz, yoksa önce örgütü saptayıp bu örgüt sebebiyle bu hiyerarşinin varlığını mı saptarsınız? Merak ettim bir marka patent vekili olarak.”

Her sanığın savunulmaya hakkı vardır, evet. Ama hukukun da bir ahlakı ve avukatların da tercih hakları vardır. Büyük tutarlar karşılığında mafyaya avukatlık yapan hukukçuların, toplumda ve politikada rol modelliğine soyunma hakkı yoktur.

Bana kimse inanmadığım yazıyı yazdıramaz, düşünmediğim sözü söyletemez, zaten bu satırları da böylece yazabiliyorum.

Pek çok yoldaşım da yazmaz, Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan, Murat Ağırel de zaten kalemlerini kimse satın alamayacağı için tutuklular. Savunma hukukçularında da aynı ahlakı aramak, bizim hakkımız.

Ulusalcılığın acıklı marka patent vekili Ümit Kocasakal, “ben sevimli diktatörüm” diye dolaşmakla yetinsin.

Frapan giyimi giderek müvekkili Adnan Oktar’a benzeyen Uğur Poyraz ise sakın baro başkanlığına aday olmaya kalkmasın.”

BARO’DAN YANIT

İstanbul Barosu, Kırıkkanat’ın söz konusu yazısına ilişkin “Zorunlu Açıklama” başlığıyla bir açıklama yayımladı.

İstanbul Barosu’nun konuya ilişkin açıklamasından bir bölüm şöyle:

“Bugünkü (26.04.2020) Cumhuriyet Gazetesinde, köşe yazarı Mine Kırıkkanat tarafından kaleme alınan yazıda; Baromuzun önceki başkanı Av. Prof. Dr. Ümit Kocasakal hakkında, kamuoyunda Adnan Oktar davası olarak bilinen davadaki konumu ile ilgili olarak değerlendirmeler yapılmıştır.

Aynı yazıda Baromuz üyesi Av. Uğur Poyraz ile ilgili olarak da – aynı dava ile ilinti kurulmak suretiyle – haksız ithamlarda bulunulmuştur.

Adı geçen köşe yazarı, Baromuz tarafından bilinen ve her Baro Seçimleri öncesinde tercihini isim vererek empoze etmeyi “ihmal etmeyen”, bu yönüyle de köşesini toplumsal değerler yerine “kişisel değerlere” feda etmeyi göze alan bir kişilik yapısındadır. Benzeri bir yazıyı bundan kısa bir süre önce de yazmış ve o yazı da tarafımızdan kınanmıştı.

Hiç kuşku yok ki, İstanbul Barosu ve onun seçimleri medyanın ilgisi bakımından önemli bir odaktır. Ancak, bu seçimlerin irade belirleyicisi konumunda bulunan avukatlar, kendi mesleklerine özgülenen ilke ve kuralları, avukatlıklarının koşulu olarak görüp değerlendirirler.

Meslek ilkelerimizin özünde yer alan “özdeşleşmemek” kuralı, meslektaşlarımız tarafından ne denli özenle gözetilse de, avukatlığın anlamını ve yargılamadaki rolünü kavrayamayanlar tarafından da o denli gözlemden uzak tutulur. Hacze giden alacaklı avukatına, bu nedenle saldırır cahiller… Sanığın savunmanlığını yaptığı için sadece bu nedenle bile öldürürler avukatı… Katilin avukatını katil, hırsızın avukatını hırsız, dolandırıcının avukatını dolandırıcı …. görür bu gibiler…. Aslında zavallıdırlar ve bilmezler…

Bilmezler ki, “mafyanın doktoru” olmayacağı gibi avukatı da olmaz. Bilmezler ki, kimin avukatlığını yapıyor olursa olsun, salt bu işlev, bir avukatın “erdemini” anlatmaz.

“Savunma” dediğimiz ve bütün meslektaşlarımızın kutsiyet atfettiği değer, en öncelikli tercih ve bakış açımızdır. Avukat dilediği davayı alıp savunmanlık yapabileceği gibi, onu reddetme hakkına da sahiptir. Kimsenin avukatın aldığı davayla da, reddettiği dosya ve/veya kişiyle ilgili olarak da, onun erdemini sorgulama hakkı ve haddi olamaz. Bu konu, sadece avukatın kendisi ile ilgilidir.

Buraya kadar yapılan açıklamalar, sadece ülkemize ilişkin “yerel değerler”, ya da subjektif görüşler değil, avukatlığa dair evrensel kabule ulaşmış ilkeler bütünüdür. Avukatın nasıl anlaşılması gerektiğine dair uluslararası düzeyde imzaladığımız tüm belgeler, buraya kadar anlatılan kurallardır.

Av. Prof. Dr. Ümit Kocasakal, Baromuzun onurlu tarihinin önemli bir diliminde, o tarihe hukuk adına çok önemli katkılar vermiş bir Başkanımızdır. Türk Hukuk Tarihinin önemli kilometre taşı sayılacak süreçlerdeki öngörülerinin, ona geleceği de biçimlendirme hakkını verdiğini yaşayarak görmüş olan meslektaşlarımız, bu hakkı teslim etmekten imtina etmeyecek bir tercihi de ortaya koymuşlardır.

Şimdi onun avukatlığını sorgulamak ve özellikle de siyasal düşünceleri ile müvekkili üzerinden “samimiyet testine” girişmek, kimsenin hakkı değildir. Siyasal bakış biçimlerinin avukatlıkla ilgili bir tercih oluşturması sadece avukatın kendisine özgülenecek bir tercihtir.

Av. Uğur Poyraz da geçmiş dönemlerde Avukat Hakları Merkezi Başkanlığı yapan, bu bağlamda Baromuza değerli katkıları olan, mesleği için mücadele etmiş bir meslektaşımızdır. Onun avukatlığının da sorgulanması veya medyada yer almakta olmasının dosyaları ile ilişkilendirilmesi, haklı bir tespit değildir. Kaldı ki, hiç bulunmadığı bir davada sanki varmış gibi gösterilmesi, soyut bir vekaletname nedeniyle vekil gibi gösterilmesi, cezaevi ziyaretine yüklenen gizemle en basit avukatlık eyleminin algı operasyonuna dönüştürülmesi, asla kabul edilemez.

Yazarın geçmişte yaşadığı kişisel sorunlarını ya da bizzat müdahil sıfatı taşıdığı davadaki görüşlerini köşe yazılarına taşıması, kendi tercihi olabilir. Ama yazdığı gazetenin saygınlığı ve gördüğü işlev bakımından okurlarının o gazeteye izafe ettiği değer, bu yazının yarınlarımıza “nakıs değerler” taşımasından başka bir anlamı olmayacağını anlatmaktadır. Avukatlık bu yazıda bahsedildiği gibi değildir. Köşe yazarlığı da…”