İnsana mesaj

Acaba Corona bize, sistemin kendi tarafına çektiği bilinç ve zekâmızın kurtarılarak, özgürleştirilmesi için elini mi uzatıyor?

Sistemler muazzam kapsayıcılıklarıyla tüm kurumlarını ve ajanlarını belirler ve yönetir. Bu süreç o denli güçlü ve belirleyicidir ki, hiçbir kurum ve ajan sistem mantığı dışına çıkamaz, çıkma teşebbüsünde bulunamaz, zira böyle bir durumda derhal başarısızlıkla karşılaşıp, sistem doğrultusunda devreye girer. İlginç olan sisteme göre belirlenen tüm kurum ve ajanlar sistemin içsel tutarlılıkları doğrultusunda çalıştığı için, sapmalar yadırganır, sistem doğrultusunda yürüyüşler ise kutsanır ve başarı olarak algılanır. Bu durumun iki tipik sonucundan biri sistemin insan doğasına uygun olduğu zehabına kapılmamız, ikincisi ise, yürüyüşün aksaklıklarını parçalı algılayıp, parçalı çözüme kavuşturulabileceğini düşünmemizdir. Corona olayını salt bir sağlık sorunu olarak algılamamız gibi!

Sistemin akıl dışı uyumlu çalışmasına tipik örneği emekçiler oluşturur. Şöyle ki, sömürüldükleri halde, emekçiler iş koşulları ve ücret konularında fazla aksilik olmadıkça genellikle durumlarından memnun olurlar. Hatta emekli olduktan sonra da, falanca firmada ya da iş yerinde şu kadar yıl çalıştım diye övünürler de. Belki de, o kadar yıl sömürüldüğünü, patronun kendi sırtından zengin olduğunu anlayamadan ya da bu meseleyi fazla dert etmeden. Sistemin farklı kademelerinde iş gören emekçiler, sömürüyü algılayamadıkları gibi, bu sömürüye devlet aygıtının nasıl alet olduğunu da göremezler. Sistemde sömürülenlerin genetik yapısı ile sömürenlerin, yani patronların genetik yapısı aynı değildir, fakat birbirini fevkalade tamamlayıcı niteliktedir. Böylesi insan dışı tamamlamada devlet aygıtı tam bir yağdanlık işlevi görür. Simetrik olmamakla beraber birbirini tamamlayan ve birbirine muhtaç olan iki genetik yapının yapıştırıcısı devlettir.

Buraya kadar söylediklerim genel geçer ve hepimizin bildiği ifadelerdir. Peki, o zaman niçin bu kadar zaman işgal ettim, diye sorgulanırım her halde. Sebep şu: Corona esnasında alınan önlemler makul mü, coronadan sonra ne olacak, çok şey değişecek mi vs gibi meselelerin tümüyle bu çok temel olgu manzumesinin çözümlenmesine bağlı olduğunu düşünüyorum. Anlamsız ve sonuçsuz eleştirilerden arınıp, anlamlı çözüme yürüyebilmek için sistemin merkeze koyulup gerçek bir çözümlemeye tabi tutulmasının gerekli olduğunu düşünüyorum. Sistemin işleyiş mantığı ve devlet aygıtının bu sistem içindeki yeri ve rolünün ne olduğunun incelenmesi ve odağa koyulmasının gerekli olduğunu düşünüyorum. İşte dostlar, derdim bu; insanlara çözüm gibi gelebilecek farklı bir şey söyleyebilmek için değil, gerçek çözüme ulaşabilmek için kısa vadeli duygularımızdan sıyrılıp, uzun vadeli çözümlere yönelik sosyal-siyasi cerrah gibi davranmamızın gerektiğini düşünüyorum. Konuyu pansumanla tedavi etmek –yani biraz farklı bir şeyler söylemek- yerine, ameliyatla düzeltmeye –yani, radikal müdahale ile dönüştürmeye-  çalışmalıyız. Bunu yapabilir miyiz? Tabii ki, kısa sürede ve kendi olanaklarımızla hayır, yapamayız. Peki, bu durumda ne yapmalıyız, nasıl davranmalıyız?

Saptamamız gereken birinci mesele şudur; kısır eleştiri ve itirazlar yönelterek çözüm gibi algılanabilecek öneriler geliştirmek karşısında doğrudan sisteme yönelik eleştiriler geliştirmenin birbirini dışlayan yaklaşımlar olduğunu görelim. Kısır eleştiri çoğu durumda yapıcı gibi görünerek, kendimize olduğu kadar karşımızdakine de aldatıcı ve oyalayıcı işlev görürken, sistem mantığı üzerinden hareket etmek çoğu zaman anlamsız, tembellik, hatta sorundan kaçmak gibi görünebilir. İki yaklaşım arasındaki bu çelişkide genellikle birincinin öne çıkmasını, lütfen, var olan sistemin devamı yönünde bilincimizi güçle tetikleme sürecinin sonucu olduğunu görelim.

Görev bu kadar basit ve yalın değildir. Uygun dönemler ve koşullarda devrimci hareketle sokağa çıkamadığımız, kitleleri toplayamadığımız her durum bize ve örgütlere çok ciddi mesaj içerir. Bu mesaj şudur ki; bilinçlendirme ve mobilize etme işlevinde aktif hazırlık ve çalışma yapmamış, zamanımızı kısır tartışmalar, bölünmeler ve ataletle geçirmişiz. İşte, birinci dersimiz ve görevimiz bu olmalıdır. Toplumsal dönüşümler hiç beklenmedik anlarda karşımıza çıkabilir. Bu anları topluma yararlı dönüşüme aktarabilmek için örgütlerin hazırlıklı olması vazgeçilemez gerekli koşuldur. İtfaiyeciler boş alanda yangın söndürme talimi yapabilir, peki biz ne yapacağız?

Bu noktada ikinci görevimiz başlıyor. O da; kısa süreli ve sistem içi eleştirileri dahi, pansuman tedavisi olarak yaparken, uzun dönemli ve asıl yapısal durumu unutmamak ve devamlı surette topluma anlatmaktır. İnsanları geçici rahatsızlığa itici dahi olsa elimizden geleni geri koyamayız. Ancak, geçici ve kısmi rahatlama sağlayacak çözümleri de ihmal etmemeliyiz. Ne var ki, bu noktada durmamak gereklidir. Örneğin, emekçilerin ücret zam talebi tabii ki doğrudur, bu konuda ısrar edilmelidir, ancak bilmeliyiz ki, ücret yükseldiğinde de emekçi sömürüden kurtulmuş olmaz. Ünlü hikâyede olduğu gibi, sahile vurmuş canlı varlıkların yetişebildiğimiz birkaçını denize atmak gerekir, ama aynı anda neden bu kadar çok canlının sahile vurmuş olduğunu da düşünüp, asıl soruna yaklaşım yapmalıyız. Örnek farklı olmakla beraber, Smith ve Ricardo gibi iki güçlü düşünürün emek değer teorisinin özünü yakaladığı halde, sömürüyü bulamamaları, sistem dışına çıkmayıp, düşünme metodunda geri kalmış olmalarının, buna karşın Marks’ın ise analiz ve diyalektik yöntemle sistem üzerinde uyguladığı cerrahi operasyon ile emek değer teorisini sömürüye bağlayabilmesi bize ışık tutmalıdır. Kısacası olay, sisteme sadakat ile sistemi ret olgusu arasındaki tercihtir. Sisteme sadakat çok ilginç bulgulara bizi sürükleyebilir. Aynı örnekten hareketle, Smith, emek değer teorisini geliştirdikten sonra, herkesin kendi çıkarı yönünde çalışırken toplumsal yarara hizmet edeceğini ortaya koyarak, görünmez el kuralı ile sistemi meşrulaştırmasının sonucudur ki, bugün burjuva iktisadına gerçek yaşamda hemen hiç olmayan arz ve talep dengesi ile başlamaktayız.

Corona; her alanda ilerlemiş teknoloji, genetikte hiç olmayacak kadar derinleşmiş bilgi hazinemize rağmen, elektron mikroskop ile dahi zorla görülebilen cansız cisim –varlık bile değil- zengin yoksul, çocuk büyük, kadın erkek hiçbir ayırım yapmadan her canlıyı vurduğu gibi, milyarlara ulaşmış mal ve finansal piyasaları da vurmaktadır. İnsanları komplekse kaptırabilen ulu firmaları çökertebilmekte, dev orduları olan devletleri yere serebilmektedir. Acaba bizlere gaipten bir mesaj mı veriliyor? Acaba doğa kendi dengesine bu denli saldıran sisteme yanıt mı veriyor, yoksa ceza mı kesiyor? Acaba, bir avuç inanılmaz boyutta varsılın karşısında milyarlarca sefil manzaraya rağmen hiç utanmadan kapitalizmin insan doğasına uygun olduğunu ileri süren bizlere, bu cansız varlık akılsızlığımızı, çıkarcılığımızı ve kibar görüntümüz altındaki faşizan ruhumuzu yüzümüze vurarak, hatırlatma mı yapıyor? Bize, birbirimize muhtaç olduğumuz, ama bunun yoksul ülkelerde bir dilim ekmeğe zorla çalıştırılan çocukların ürünlerini parlak merkezlerde yüksek fiyatla satma şeklinde olmadığını mı anlatmaya çalışıyor. Uçaklar uçamazken ozon sorunu çözülebiliyorsa, bu denli hareketlilik çılgınlığını mı sorgulatıyor? Kısacası, acaba bu nesne her ne ise, bize sistemi mi sorgulatıyor acaba?

Güzel de, o zaman biz bizi ikaz etmeye çalışan bu güçten bir tür rehberlik isteme hakkına sahip olmaz mıyız? Madem bu her ne ise bize kadar mesaj verdi, bir de bize yol gösterse fana mı olur? Tabii ki böyle bir hakkımız olamaz! Bu ne olduğu belli olmayan güçten verdiği mesaja ilaveten bir de yol haritası istemek, bizim bu mesajları algılama ve yorumlama kapasitesinde olmadığımızın ikrarı demek olur. Umalım böyle bir soru sormayız, çünkü o zaman bize der ki, siz hiç akıl etmez misiniz ki, her durağan sistem çalkantılı dönemlerinde sistem içi düzenleyici –düzeltici değil- önlemlerle yetinir ve işi geçiştirmeye çalışır. Acaba Corona bize, sistemin kendi tarafına çektiği bilinç ve zekâmızın kurtarılarak, özgürleştirilmesi için elini mi uzatıyor?