İdeolojik salgın

İşçi sınıfı bu salgına sadece direnç mi geliştirecek, hakkını almak için bünyesini güçlendirecek ve ayağa mı kalkacaktır? Emekçilerin örgütlü gücü olmaksızın bugün pek çok açıdan foyası dökülen kapitalist sistemin kendiliğinden çözülmesini beklemek hayalcilik olacaktır.

Covid-19 salgınının kapitalizmin, dünyanın ve insanlığın geleceğine dönük etkileri değişik mecralarda tartışılıyor. Salgının dünya ekonomisine etkileri önümüzdeki süreçte daha ölçülebilir verilerle elbette değerlendirilecektir. Ekonomik daralmanın boyutları ve politik sonuçları da daha uzun değerlendirmeleri hak ediyor. Yazımızın konusu işin bu boyutundan ziyade salgının insanlığı tehdit ettiği ve ideolojik yaklaşmamak gerektiği yanılsamasının düstur edinilmesidir.

Ülkemizde resmi açıklamalara göre bir ayı geçkin süredir devam eden Covid-19 salgını bir yandan halk sağlığını tehdit ederken öte yandan ekonomik krizin derinleşmesini de beraberinde getiriyor. AKP iktidarının son bir aylık pratiği de ideolojisine, misyonuna ve temsil ettiği sınıfın çıkarlarına uygun bir seyir ortaya koyuyor. AKP iktidarı bu sürecin başından beri bir başarı öyküsü yazmak niyetindedir ve süreci kontrollü olarak buna uygun yönetmeye çalışıyor. ”Yorgunluktan gözleri kan çanağına dönen Sağlık Bakanı” dahi bu öykünün parçası haline getirildi.

Evet AKP bayağı bayağı salgın karşısında ideolojik mücadele yürütüyor. Son on sekiz yılda inşa edilen yeni rejimin gerekleri yerine getiriliyor.

AKP’nin başarı öyküsünde yer alan milli ve yerli propagandası salgın ile birlikte yerli ilaç, yerli aşı hatta yerli dezenfektan ile taçlandırıldı. AKP’nin başarı öyküsünde ”Güçlü Türkiye” safsataları salgın ile birlikte ”biz bize yeteriz Türkiye” efsanesine dönüştü.

AKP’nin dindar ve kindar nesil yaratma öyküsü salgın ile birlikte uzaktan eğitim adını aldı. AKP gericiliğinin ideolojik işler merkezi Diyanet bu sürecin baş aktörlerinden biri haline getirildi. Umreden dönenlerin gerekli şekilde karantinaya alınmaması, cuma namazlarında ısrar, her akşam bir ritüel haline gelen ve bütün camilerden okunan selalar yetmemiş olacak ki Diyanet bilim kurulunda da yer almak istediğini bildirdi.

AKP’nin bir diğer karakteri sermayenin hamisi ve piyasacılığı oldu bugüne kadar. ”Ben ülkemi adeta pazarlamakla mükellefim” sözleriyle ifadesini bulan piyasacılık ve sermaye yanlılığını salgın bir kez daha tescilledi. Salgının başından beri Erdoğan’ın ”ekonomi durmamalı” minvalli açıklamalarının tekabül ettiği bir kaç örnek dahi kimin için ekonomi sorusunun yanıtı niteliğinde.

Son bir aylık ekonomi pratiği Kanal İstanbul için yapılan maskeli ihale, Atatürk Havalimanı’nda inşa edilen hastanenin ihalesiz şekilde yandaş firmalara verilmesi, ücretli izin talebini görmezden gelerek üç aylık ücretsiz izni yasal hale getirmesi gibi örnekleri barındırıyor. AKP ideolojisi gereği ekonomik planını İBAN numarasıyla vatandaştan zekat toplayarak ve ücretsiz izne çıkarılan işçiye de günlük 39 lira sadaka vererek tamamlamaktadır.

AKP iktidarı bir yandan evde kal çağrıları yaparken öte yandan boş durmuyor. Geçtiğimiz günlerde salgını da gerekçe göstererek ceza infaz indirimi Meclis’te onaylandı. Çok tartışılan düzenleme özetle AKP’nin ideolojik tercihlerinin bir tezahürüdür. Rüşvet, dolandırıcılık, uyuşturucu, şiddet gibi suçlardan mahkumiyet alanlar salıverilirken muhalif gazeteci, avukat, müzisyen, öğrenci ve siyasi tutuklular cezaevlerini doldurmaya devam ediyor. Cinsel suçların ve çocuk istismarının af kapsamına alınması ise yoğun tepkiler sonrası geri çekildi. Ancak AKP hızını alamamış olacak ki çocuk istismarının affı için ayrı bir teklifi muhalefet partileri ile görüşme turlarını çıkıyor. Şimdilik zemin yoklamasından beklediği sonucu alamayan iktidar geri adım atmış görünüyor. Önümüzdeki bir buçuk aylık süreçte meclisin tatil olması içimizi bir miktar serinletiyor elbette. Ancak bu konuda her an tetikte olmak gerektiği açık.

AKP sermaye iktidarının temsilcisi, piyasacı ve gerici  ideolojiye sahip bir siyasi özne olarak vazifesini yapıyor. Bir yandan patronları koruyan ekonomi politikalarını tek tek hayata geçiriyor. Öte yandan  işçileri sadece baskı ve zor aygıtlarıyla değil ideolojik söylemlerle sisteme entegre etmenin yoluna bakıyor. Emekçileri gericilikle teslim almaya çalışıyor. Birlikte güçlüyüz ve aynı gemideyiz söylemi yeni dönem için yeterli olur mu bilinmez. Ancak ortada bir ideolojik salgın olduğu ortada. Bu salgının on sekiz yıllık AKP iktidarıyla birlikte toplumun bünyesinin cebelleştiği kronik bir hastalığa dönüştüğü de…

Evde kal çağrılarının yapıldığı ilk günlerde Hataylı kamyon şoförünün ”ben ekmeğim için çalışmak zorundayım nasıl evde kalayım” sözlerinin ardından gözaltına alındığı hatırlanacaktır. Gelen tepkilere ise Süleyman Soylu kimin gariban olduğuna ben karar veririm diyerek tepkilere yanıt vermiş ve gözaltı işlemini savunmuştu. Aynı Soylu geçtiğimiz hafta istifa şovu ile karşımızdaydı.

Bugün sorulması ve yanıtlanması gerek soru şudur: İşçi sınıfı bu salgına sadece direnç mi geliştirecek, hakkını almak için bünyesini güçlendirecek ve ayağa mı kalkacaktır? Emekçilerin örgütlü gücü olmaksızın bugün pek çok açıdan foyası dökülen kapitalist sistemin kendiliğinden çözülmesini beklemek hayalcilik olacaktır. İşçileri gariban olan ve olmayan şeklinde sınıflandıran, gariban olana sadakayı, gariban olmayana da zor ve baskıyı reva gören AKP iktidarının gerici ideolojisine karşı işçi sınıfının eşitlikçi, aydınlanmacı, bağımsızlıkçı ideolojisi örgütlü bir güce dönüşmelidir.