Hükümetin devletleşmesi ve ötesi

Herhangi bir siyasi erkin toplumun bir kesimini mutlu etse dahi giderek büyük kesimini ayrışmaya ve hükümetten kopmaya iten politikalara hiçbir gerekçe ile, hele de siyasi partinin bekasını toplumun bekası olarak algılayıp yansıtarak faaliyetini sürdürmesi, demokratiklik savını bir tarafa bırakalım, hiçbir gerekçe ile makul görülemez.

Milletler için anayasanın önemi kadar hükümet ile devlet ayırımının da önemi demokrasi açısından çok büyüktür. Şöyle ki, anayasa devleti kurar, hükümete yönetme usul ve patikasını çizer. Bu yaklaşımda devlet bir anlamda toplumun bütünsellik ve yönetiminin ruhu, hükümet ise devlet ruhunda icraatı yapan araçtır. Bu nedenledir ki, hükümet ve devlet başkanları da yargılanabilir kişileşmiş icra organları, devlet ise soyut felsefe ve ilişkiler bütünüdür. Max Weber’den ayrışan Alfred Stepan’ın bu konuda işaret ettiği nokta devlet yönetiminde ve anayasaya uyumda fevkalade önemlidir.

Devlet felsefesinin, ekonomi ve yönetsel sistemden tüm ayrımına dek bütünsel tanımı anayasalarda şekillenmiş ifadesini bulur. Hal böyle olunca, devlete saygılı her hükümet anayasa hükümleri altında olup, aksi durum hukuksal anlamıyla anayasanın ihlali, siyasal anlamıyla ise devleti ele geçirme eylemidir. Bu suçu en üst kademeden en alt kademeye kadar kim işlerse, niyetten bağımsız olarak, karşısında devleti bulur. Sistemi tebdil ve tağyir suçları, devlete yönelik addedildiğinden şiddetle cezalandırılır.

Devleti ele geçirme teşebbüsünde bulunan bir hükümet erbabı “tebdil ve tağyir” suçu işlemiş olarak hesap verme durumunda olacağından, durumun suhuletle yürütülmesi ve sonucun istihsal edilebilmesi için başta hukuk sistemi ve yargı mekanizması olmak üzere, medya, sermaye gurupları, eğitim kurumları gibi toplumun çeşitli etkileşim, iletişim ve olası baskı kurumlarını tedrici şekilde ele geçirme, baskılama, işlevsizleştirme ya da araçsallaştırma yöntemlerine başvurur. Böylesi projelerde siyaset mekanizması ve örgütlenme biçimi kadar, seçimler de adeta ceste ceste örülerek, işleyişe ve sinsice yürüyüşe demokratik görüntü kazandırılmaya çalışılır. Rahmet Profesör Engin Geçtan Çağdaş Yaşam ve Normal Dışı Davranışlar adlı kitabında çeşitli diktatör tanımları yaparken ilginç ayrıntıyı okuyucuya tanıtır. O ayrıntı şudur ki, diktatörler amaçlarından kesinlikle taviz vermeden dikkatle adımlarla hedefine giderken, hem dikkat çekmemek hem de toplu muhalefetle karşılaşmamak için ilgisiz alanlarda olabildiğince merhametli, şefkatli hatta sevecen davranışlar sergiler. Böylece, iş işten geçinceye kadar suları fazla kabartmadan yol alınır, belki son darbede asıl yüzün gösterilmesinden kaçınılmaz, çünkü artık tüm gerekli kapılar kapanmış, toplumun veya münferit gurupların hareket kabiliyeti kısıtlanmış ya da yok edilmiştir. Suhuletle yürütülen işlemlerde ne savunma güçleri, ne yargı, hatta ne de toplum ve sermaye kesimleri dikkate değer muhalefette bulunabilir; bir kısmı çekinir, bir kısmı pusar, hatta ana kadro içinde ya da yanında yer aldığını düşünen bir kısmı da gidişattan yararlanmaya çalışır. Ne var ki, sonuç herkese aynı şiddette çarpar!

Böylesi patolojilerde gidişatı gölgeleyen ve Geçtan hocanın tanımına uyan perdeleme mekanizmalarından en önemlisi de resmi siyasi ve yönetsel organlardır. Özünde bir şekilde işlevsizleştirilmiş ya da araçsallaştırılmış organlar görüntüde siyasi ve yönetsel sistemin işleticisi ya da deneticisi olduğu halde aslında sistemin yürütülüş biçimini perdeleyerek toplumun ve kendinin akıbetini tehlikeye attığının ya farkında değildir ya da bir sebepten farkında olmamaya çalışmaktadır.

Komşumuz İran büyük bir gelenekten gelerek, bugün Batı dünyasına kafa tutma görüntüsü altında halkını baskılamakta ve son füze beceriksizliği ile bizzat kamu görevlilerinin ifadesiyle dünyaya karşı mahcup olma durumunda kalabilmiştir. Halkların baskılanması siyasiyi abat edemeyeceği gibi, dış güçlere karşı ülkeyi ve temsilcilerini de güçsüz bırakır. Halkları parçalanmış toplumlarda soyut devlet olgusu da parçalanmış olduğundan, toplumu parçalayan hükümet gurubundan hesap sorulamamaktadır. Füze fırlatılması, o esnada hava sahasının kapatılması ve benzer bir dizi karar gerektirdiği halde, onlarca insanın yaşamına mal olan, ülkeyi zor ve çaresiz durumda bırakan fiil parçalanmış ve hükümete karşı sempati beslemeyen, her an patlamaya hazır baskılanmış toplumda yaşanabilmektedir.

Hal böyle olunca, herhangi bir siyasi erkin toplumun bir kesimini mutlu etse dahi giderek büyük kesimini ayrışmaya ve hükümetten kopmaya iten politikalara hiçbir gerekçe ile, hele de siyasi partinin bekasını toplumun bekası olarak algılayıp yansıtarak faaliyetini sürdürmesi, demokratiklik savını bir tarafa bırakalım, hiçbir gerekçe ile makul görülemez. Devlet hafızası hükümet hafızasından kapsam ve süre itibariyle daha vasidir. Gidişat esansında kurumlar baskılansa da, zaman her kurumun yaşam süresini aşan olanakları barındırır ve bir gün su yüzüne çıkartır. Devlet olmaya kalkmak çok ciddi bir anayasa suçudur; anayasanın temel hükümlerini, toplumsal ittifakla aleni değişiklik yapılmadan, tebdil ve tağyiri hükmündedir. Böyle bir eylemin toplumu olduğu kadar, bu sürece tevessül edenleri de nerelere sürükleyeceği meçhuldür.