Her şey "bir avuç dolar" için mi?

Metal işçilerinin birlik görüntüsü vermesi önemlidir, ancak birlik sermaye örgütlerinin çatısı altında olamaz. Bugün, emperyalist tekellerin güdümündeki kimi kurumların bir araya getirmesiyle "ortak tavır" görüntüsünün öne çıkartılması süreci baştan sakatlamaktadır.

Sinema tarihinin en iyi bilinen filmlerinden biri “Bir Avuç Dolar” için, ardından gelen diğer iki filmiyle birlikte pek çok kişinin hafızasına kazınmış durumda. Sergio Leone’nin “Dolar Üçlemesi” olarak da bilenen filmleri, kült sahneleri haricinde basit bir replikle adeta bugünü özetliyor: “Bu Dünya’da iki tip insan vardır, silahı olanlar ve toprağı kazanlar.”

Bir dönemin unutulmaz filmlerinin bugünün siyasetine dair kısa bir özet sunması bizler için şaşırtıcı olmasa gerek. Dünya’nın dört bir yanında egemenliğini genişletmek için mücadele veren sermaye düzeninin ve emperyalizmin, “Vahşi Batı’nın kovboylarından” pek farklı davranmadığı açık. Dünya’nın dört bir yanında emperyalist tekellerin yer altı ve yer üstü zenginliklerini yağmaya açan anlayışının bir avuç multi-milyarderin yaşadığımız her nefes alışverişimizde servetlerine milyonlarca dolar katması günümüzün reddedilemez gerçeği haline gelmiş durumda. 21. yüzyılda kapitalizmin “modern kovboylarının”, eski usül Western filmlerinin kovboylarından ayıran tek farkı “bir avuç dolardan” daha fazlasını istemeleri. Artık zaman, “bir avuç dolardan”, “bir çuval dolar için” zamanı haline gelmiştir.

Dolayısıyla, bu tekellerin vazgeçilmez bir biçimde her konuyu kendi ticari özgürlüklerine ve kârlarına bağlaması onların doğası gereğidir. Bu tekellerin doğası, toplumun doğasının ve biliminin tersine çalışır bir mantığa sahip. O nedenle, inkar, çarpıtma ve kendi çıkarlarını toplumun çıkarları gibi gösterme için “ustalıklı” söylemler geliştirmek zorundalar. Bunun adını “sınıf mücadelesi” veremedikleri için de, ekonomik ve sosyal gerçekler olarak koymak zorundalar.

Modern kovboyların, “ekonomik ve sosyal gerçekleri” kriz anlarında daha da sık tekrarlanır hale geliyor. Üstelik böyle anlarda incelik ve ustalık bir kenara bırakılarak içi geçmiş, bayağı ve beylik laflara sarılmak adeta bir “gelenek” haline dönüşmüş durumda. Herkesin kendini “ulusal gelişmenin teminatı” olarak yansıttığı bir dönemde, büyük sermayenin “rekabet”, “gelişme” ve zor zamanlar edebiyatına başvurması pek de şaşırtıcı değil. Ancak bu içi geçmiş söylemlerin, öyle pek de gerçekleri yansıtmadığı net.

Bu durumun en tipik örneklerinden bir tanesini metal işçileri yaşıyor. Metal işçilerinin önümüzdeki iki yıl ekonomik ve sosyal yaşantısını belirleyecek olan grup toplu iş sözleşmelerinde Türkiye Metal  Sanayicileri Sendikası (MESS)’nın tutumu, yukarıda ifade ettiklerimizin bir özeti gibi. MESS temsilcileri, 130 bin işçiyi ilgilendiren süreç boyunca işçilere enflasyon değerinin altında bir ücret artışı teklif etti. “Küresel rekabet şartları altında daha fazla iş ve üretim için çalışma başarısının korunması” çağrısını yapan MESS’in tek korumak istediği kendi kârlarından fazlası değil.

Yaşanılan ekonomik ve sosyal krizin boyutlarını iliklerine kadar yaşan işçiler için kabul edilemez şartlar sunan MESS, rekabet şartlarının ağırlaştığından şikayetçi. Oysa ki; hem ISO verileri, hem de çalışma şartları metal tekellerinin keyfinin pek bozulmadığını gösteriyor. ISO 2018 verilerine göre, net kârlara göre ilk 20 firma içinde 6 firma doğrudan metal sektöründe yer alıyor. Gene ISO 2018 verilerine göre en büyük ilk 20 firmanın 16 tanesi metal sanayinde yer alıyor.

Net kârlar açısından incelendiğinde 2018 yılında bu ilk firma içinde altı firmanın toplam 19 milyar TL’den daha fazla. Faiz, vergi ve amortisman önce kâr (FAVÖK) miktarı ise 20 milyar 700 milyon TL’den biraz daha fazla 2018 yılında bu altı firmanın. Eğer bu veriler, 20 büyük metal firması için ele alınacak olursa, 2018 yılı net kârı 22 milyar 842 milyon 373 bin TL’den biraz daha fazla, FAVÖK değeri ise 22 milyar TL’den biraz daha fazla olarak hesaplanıyor. [1]

Şimdi biraz daha detaya inersek daha da ilginç bir sonuç ortaya çıkıyor. ISO 500 verilerine göre verileri açıklanan en büyük beş metal firması için 2018 yılında toplam net kâr 16 milyar 984 milyon TL olarak hesaplanıyor. Bu firmaların toplam net kişi başı kârı 2 milyon 885 bin TL civarında. Bu beş büyük firmanın aylık işçi başına net kâr toplamı 240 bin 422 TL civarında. Eğer bu beş firmanın ortalaması alınacak olsaydı, işçi başına net kâr, 2018 yılı için 48 bin TL civarında olacaktı. Bu beş büyük firma da bugün MESS üyesi ve üçü Koç Holding ortaklı.

Tablo 1. İSO 2018 verilerine göre en yüksek net kâra sahip metal firmaları

Üstelik, Birleşik Metal İşçileri Sendikası’nın hazırladığı rapora göre metal işçilerinin durumu burada çizdiğimizden de vahim. Hazırlanan rapora göre kârlılık oranları son bir yılda azalsa da hala çok yüksek. Hatta şirketlerin özkaynak kârlılığı 2010 yılına göre yüzde 50’ye yakın artmış durumda. 2009-2018 yılları arası sanayideki saatlik verimlilik yüzde 30 artarken, metal işçisinin aldığı ücret düzeyi ilk 500 firma içinde aynı kalmış, ikinci 500 firmada ise üçte bir oranında azalmış. [2]

Görüleceği üzere işçilerin ücretleri iki yıl içinde en yüksek talebi olan yüzde 30 ücret artışı dahi yapılsa, hala bu firmaların kârı büyük oranda korunuyor olacak!

Dolayısıyla, sermayenin bir kez daha başvurduğu rekabet, zor zamanlar vb. türünden söylemlerin gerçek bir dayanağı bulunmuyor. Ancak sermaye düzeninin, kriz dönemlerinde emekçilerin üzerindeki baskıyı arttırıp, yeni mevziler elde etmesi alışageldik bir yöntemdir. Hatta, işin doğasında bu baskının arttırılması vardır.

Öyleyse metal işçisi neyi savunacak?

Her şeyden önce, metal işçisinin bugünkü talepleri, yalnızca kendi çevresini ilgilendirmiyor. İki yıllık toplu sözleşme düzeni, metal işçisinin dünden bugüne devrettiği önemli bir kazanımı. Dahası, krizin etkilerinin “sermaye lehine yeni mevziler kazandırmasına” karşı, metal işçileri önemli bir sınav verecek.

Ancak bu sınavın bazı tehditlerle geldiği bilinmek zorundadır.

Bu sürecin ilk tehdidi, emekçilerin birbirinden pay çaldığına ilişkin sermaye düzeninin kara propagandasıdır. Metal işçilerinin, diğer emekçilerin payından alarak hak kazanmak istediği “propagandasına” karşı sınıf dayanışması şimdiden yükseltilmek zorundadır.

Diğer bir tehdit ise “tavşana kaç, tazıya tut” şeklinde özetlenebilecek tutumdur. Bugüne değin, sarı sendika-devlet-sermaye üçlüsü tarafından kurulan düzenin “hokus pokus” manevralarıyla ortadan kaldırılmasına izin verilemez. Metal işçilerinin birlik görüntüsü vermesi önemlidir, ancak birlik sermaye örgütlerinin çatısı altında olamaz. Bugün, emperyalist tekellerin güdümündeki kimi kurumların bir araya getirmesiyle “ortak tavır” görüntüsünün öne çıkartılması süreci baştan sakatlamaktadır.

Son tehdit ise alışılagelmiş ekonomik çerçevedir. Metal işçisinin ekonomik taleplerinin, siyasal bir tavır olmaksızın anlamlı bir sonuç bırakamayacağı açık. Burada ise görev, işçi sınıfının öncü koluna düşmektedir. Zaman kaybetmeksizin, eşitsiz düzenin yarattığı sonuçlara işaret eden, onunla mücadeleyi büyüten bir örgütlenen adım adım örülmesi için çaba sarf edilmelidir.

Bu çabanın belki de ilk büyük sınanma yeri metal işçilerinin örgütleyeceği mitinglerde olacak. Ayın 19’unda metal işçilerinin gerçekleştireceği miting, bu nedenle önemlidir ve sadece metal işçilerinin değil, tüm işçilerin katılacağı büyük bir örgütlenmeye çevrilmelidir. 19 Ocak’ta gerçekleşecek mitingin, sadece belirli havzalarda değil, tüm işyerlerine taşınması da büyük bir önem taşıyor.

Böylece meselenin sadece bir avuç dolar için değil de özlemini duyduğumuz insanca bir yaşama ait olduğunu bir kez daha hatırlatalım.

Notlar

[1] Veriler için: http://www.iso500.org.tr/

[2] Metal sektöründe güncel gelişmeler ve metal işçilerinin durumu, BMİS-2019 Raporu’ndan derlenen veriler