Hepimiz 100 yaşındayız! Elbette Nâzım ile…

Nâzım yıllar boyunca öyle kalıplara sığdırılmaya çalışıldı ki, belki de dünya tarihinde kimliğinden bu kadar kopartılmaya çalışılan başka bir şair yoktur. Aşk şairi yapmaya çalıştılar. Gericisi de, faşisti de, patronu da boy gösterip seçe seçe buldukları şiirlerini okudular, yetmedi mezarına gittiler, utanmadan “yiğidim aslanım burada yatıyor”u söylediler. Hiç biri tutmadı. Tutması da mümkün değildi. Nâzım tam da onlara karşı şiir yazmıştı çünkü.

Hepimiz 100 yaşındayız! Elbette Nâzım ile…

Burcu Şahin

Çocukluğunu Birinci Dünya Savaşı ile, gençliğe ilk adımlarını Ekim Devrimi ve Kurtuluş Savaşı ile geçirdi, sonrası İkinci Dünya Savaşı, Küba Devrimi, hapislik, vatandaşlıktan çıkarılma, gurbetle geçen bir hayat… Kısa bir dönemde dünyada ve ülkede yaşanan en önemli olaylara tanıklık etmek birleştirir aklında dünü, bugünü ve yarını. Birleştirir çünkü hayatının en önemli, en değerli varlığı, gençliğe adımlarını ilk attığı dönemde tanıştığı Parti’sini, sosyalizmi anlatmaktır.

15’lerin katlinden sonra, koşulların daha da zorlaştığı bir dönemde üye olmuştur Nâzım Parti’ye. Zor bir tercihtir bu. Bir yandan emperyalizme karşı verilen mücadelede yaşanan burjuva devrimi, Cumhuriyet, bir yandan da sosyalist devrim sonrası oluşan bir avuç komünist ve partisi TKP. Yaşadığı yıllarda bir an bile bu tercihini sorgulamamış olduğunu yazdıklarından, yaşamından biliyoruz zaten. Hayatı boyunca tek hatasını 1961 yılında Havana dönüşünde Vera’ya yazdığı notlarda belirtir: “Halkının geleceği için mücadele eden insanın halkıyla canlı bir bağ içinde olması gerekir. Bugün gerçekçi olan tek yol budur. Öldürülürdük. Fakat ne çıkar bundan? Birkaç yüz şiir daha az yazılmış, ne önemi var bunun? Ülke içinde mücadele etmek gerekir. Ben hata ettim. Buradan onlara yararlı olamazdım.”

Bizim her okuduğumuzda tüylerimizin diken diken olduğu şiirlerin yazarı, halkının yanında olmamayı bir hata olarak değerlendiriyordu. Bu, Nâzım’ın bir şairden öte bir komünist ve hatta militan bir komünist olduğunu ortaya koyuyor. Ancak Nâzım yıllar boyunca öyle kalıplara sığdırılmaya çalışıldı ki, belki de dünya tarihinde kimliğinden bu kadar kopartılmaya çalışılan başka bir şair yoktur. Aşk şairi yapmaya çalıştılar. Gericisi de, faşisti de, patronu da boy gösterip seçe seçe buldukları şiirlerini okudular, yetmedi mezarına gittiler, utanmadan “yiğidim aslanım burada yatıyor”u söylediler. Hiç biri tutmadı. Tutması da mümkün değildi. Nâzım tam da onlara karşı şiir yazmıştı çünkü. Onlar, dünya şairimize sahip çıkıyoruz diye adım attıkça gerçeklere çarpıyorlardı. İlerisi Nâzım’ın komünist olduğuydu. O yüzden onlar Nâzım’ın şiirini okudukça Nâzım ve komünistler değil onlar kaybetti. Çünkü Nâzım düşündüklerinden daha çok militandı! Karalamak için hep aşklarını öne çıkardılar ama bunu yaparken bile aşkı nasıl güzel yaşadığının fark edilmesinin önüne geçemediler. Zaten anlayamadılar Nâzım’ı, anlayamazlar da. Çünkü Afşar Timuçin’in dediği gibi: “İşte böyle bir şiirdir Nâzım Hikmet’in şiiri: dıştan baktığımızda açık, sağlam, yeni, sıcak ve bütünlüklü, içten baktığımızda tutkulu, kavgacı, sevecen, düşünceli, bilgili. Bunca niteliği biraraya getiren yapıtlar üstün yapıtlardır. Şiirini bu niteliklerle donatan sanatçılar üstün sanatçılardır. Böyle bir üstünlük dehanın öngörüsüyle savaşçının direnişi yanyana geldiği zaman gerçekleşebilir ancak. Böyle bir üstünlük küçük insan olma kaygılarının bittiği, korkaklıkların, çıkar hesaplarının bittiği, insanın kendini aşmak için kanatlandığı yerde başlar.”

Ve tabii ki memlekete ihanet eden vatan hainleri de, Nâzım’ı vatandaşlıktan çıkaranlar da yine onlardı:

“Pasaportsuz olarak İstanbul’dan Romanya’ya kaçan ve oradan da Moskova’ya giderek havaalanında memleketi aleyhinde beyanatta bulunduğu ve müteakiben radyo yayınlarında Türkiye’nin hükümet şekli ve hükümeti idare edenler aleyhinde geniş propaganda kampanyasına girişerek komünizmi yayma maksadını güden neşriyatiyle Sovyet Hükümetini verdiği hizmeti ifa etmekte olan maruf komünist Nâzım Hikmet Ran’ın kendisine bu hizmeti terk etmesi hususunda yapılacak tebligatın da bir fayda vermeyeceği mülahaza edildiğinden Türk vatandaşlığından çıkarılması; İçişleri bakanlığının 25/07/1951 tarihli ve 40495 sayılı yazısı üzerine, 1312 sayılı kanunun 10. Maddesine göre, Bakanlar Kurulu’nca 25/07/1951 tarihinde kararlaştırılmıştır.”

Böyle denilmişti gerçekten: “… tebligatın da bir fayda vermeyeceği …” Biliyorlardı ne kadar inatçı bir komünist olduğunu. Bu Nâzım için olması gerekendi. Yazar dediğin taraf tutmalıydı.

Charles Dobzyinski’nin Nâzım ile yaptığı söyleşide dediği gibi: “Biliyorsunuz 1923’ten beri TKP üyesiyim, övündüğüm tek şey bu. Bana öyle geliyor ki, devletler arasındaki ilişkilerde yansızlık politikası yararlı ve etkili olabilir, ama yazarlarda olamaz. Dünya tarihinde, çağının sorunları karşısında büsbütün yansız ve edilgen kalmış bir tek büyük yazar göstermek kuşkusuz güç olacaktır. Yansız olduğu sanılabilir ve söylenebilir, ama nesnel olarak hiçbir zaman yansız olunamaz. Bana gelince ben kesinlikle yan tutmayı yelerim. Öte yandan Parti’nin, halkımın ruhunu benim yapıtlarımdan öğrenip kavrayabileceği bir biçimde yazmaya çalışırım. Ozanlar geleceği önceden sezerler diyordu Engels, eğer onlar geleceği önceden sezmeğe yetenekli iseler o zaman bugün sorunlarını haydi haydi sezebilirler. Parti tarafından önerilen genel konular ile ozanın duyduğu şey arasında çelişki olmaz.”

Hepimiz 100 yaşındayız!

Böyle söylerdi Nâzım bugün. 1923’te, hiçbir heyecanı olmayan, küçücük, henüz kitleselleşememiş ama ideolojik olarak sağlam olduğunu kanıtlayan Türkiye Komünist Partisi’ne üye olmuştu. Dün de, bugün de çok kişiye solu, sosyalizmi öğretmiş olan Nâzım, sadece şiirlerinde “güzel günler göreceğiz” dediği için değil, hapishanede de, memleketten uzakta da mücadeleden vazgeçmediğini gösterdiği için önemlidir. O yüzden Nâzım’ı okumak, daha da önemlisi anlayabilmek, mücadelenin devam ettiğini hatırlatır bize. Nasıl bugün her şiirinde, kitabı olan her evde Nâzım hala yaşıyorsa, mücadelesi de yaşıyor. Yurtseverliğinden, enternasyonalist bakışından, ilericiliğinden, sevdasından ve elbette komünist kimliğinden kimse şüphe edemezdi. O olanı, olacak olanı ve kendisini yazdı. Yazarken en güzel aşk şiirlerini, en güzel işçi şiirini, en güzel mücadele şiirlerini yazdı. Bir komüniste yakışan da bu değil miydi zaten?

İşte bu bilinçle 100. yaşımıza hep birlikte giriyoruz, 100. yılımızda Nâzım’ın mücadelesini büyütüyoruz. Ve; “Ve elbette ki, sevgilim, elbet, dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya, dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle: işçi tulumuyla bu güzelim memlekette hürriyet…”