Halil Yeni yazdı: 100 yaşında ölümsüz bir ozan Enver Gökçe

19 Kasım Enver Gökçe’nin 39. ölüm yıl dönümü olsa da bu yıl 1920’de doğan Şairin 100. doğum yıl dönümüdür.

Halil Yeni yazdı: 100 yaşında ölümsüz bir ozan Enver Gökçe

Acı / Bir / Rüzgardır
Eser / Dağlardan / Ovalardan
Kapkara / Kanını / Kurutur / Yoksulların
Sonra / Kıtlık / Pahalılık / ve / Faşizm
Dayan / Ha / Yıkılma

Halil Yeni

Yaşamda sabır, alçakgönüllülük ve gösterişsizlik, şiirde yaratıcılık, özgünlük ve derinlik olan Enver Gökçe 1920 yılında Erzincan’da dünyaya geldi. Erken yaşta babasını kaybetmiş, ablasının evliliği nedeniyle Ankara’ya yerleşmişti. Ankara onun hayatında önemli bir dönüm noktası olacaktı. İlkokulu özel bir okulda, Ortaokulu Cebeci, liseyi ise Gazi lisesinde tamamladı.  Şiirle tanışması da bu yıllarda gerçekleşti. İlkokul öğretmeni ona Namık Kemal’den şiirler okumuş ve okutmuş, lise öğretmenleri ise onu edebiyata yönlendirerek yazınsal ilerleyişine katkıda bulunmuştu.

Erzincan’ın yoksul bir dağ köyünden çıkıp ülkenin en önemli üniversitelerinden birini kazanmıştır Enver Gökçe. Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya fakültesi Türkoloji bölümünde okumaya başlamıştır.  Ve hayatını değiştirecek, ömrünün sonuna kadar yaşamına yön verecek olan devrimci düşüncelerle burada daha sıkı bağlar kurmuştur.

Onun için önemli duraklardan biri Halkevi tarafından yayımlanan Ülkü dergisidir. Üniversite yıllarında Ülkü dergisinde çalışmaya başlamış, edebiyatçılarla arkadaşlık kurmuştur. Daha sonra dönemin en önemli Sosyalist dergilerinden biri olan başında Yaşar Kemal’in de bulunduğu Ant Dergisi’nin çıkarılmasına katkılar sunmuştur.

Türkiye Gençler Derneği Davası

“Biz bir garip yiğit kişiydik. Bütün hürriyetler bizden uzaktı”

İlk şiirleri 1943 yılında Ülkü dergisinde çıktı Gökçe’nin. Daha sonra Ant, Söz, Gerçek, Meydan, Yağmur ve Toprak, Yurt ve Dünya, Varlık gibi dergilerde yayımlandı zaman zaman.

Enver Gökçe bir yandan şiirler yazıyor ve toplumcu edebiyat dergilerinin çıkmasına yardımcı oluyor diğer taraftan da Türkiye Gençler Derneği’nin kuruluşuna destek olarak yükselen ırkçı düşüncelere karşı çalışmalar yürütüyordu.  1946 yılında kurulan dernek, faşizme karşı olan demokratik gençleri yan yana getirmeyi amaçlıyordu. Ayrıca yoksul köylülerin ekinini biçip kaldırmaya da yardımcı oluyordu. Fakat dernek çalışmalarından rahatsız olan Turancılar dernek binasını basmış, binayı yerle bir ederek yıkmışlardı.  Yaşanan baskını Enver Gökçe ‘’Fakültenin Önü’’ şiirinde şöyle anlatmıştır.

Fakültenin yanı demirden köprü / Fakültenin önü bir sıra kavaktı / Biz bir garip yiğit kişiydik / Bütün hürriyetler bizden uzaktı

Faşistler camlara yürüdüler / Kürsüleri kırdılar, höykürdüler / Tığ teber şahı merdan / “Tanrı Dağı kadar Türktü bunlar / Hıra Dağı kadar müslüman.”  / Ve de kanlı bıçaklı düşman

Gökler ışıyordu yer yer / Ortalık ala şafaktı.

Baskın sonrası korkunun arkasına sığınmayan dernek yöneticileri faaliyetlerine devam etti. Fakat Turancıların baskını çalışmaları durdurmayınca devreye iktidar girdi ve derneği basanlar değil, derneği kurup, koruyanlar tutuklandı. İçlerinde Enver Gökçe’de dâhil beş kişi vardı. Üç ay tutuklu kalan Gökçe ve arkadaşlarının davası beraatla sonuçlandı. Enver Gökçe bu tutukluluk günlerinde görüşüne gelen arkadaşları ve ailesi için şu şiiri yazmıştı.

Bugün görüş günümüz / Dost kardeş bir arada / Telden tele / Mendil salla el salla / Merhaba! /

İzin olsun hapishane içinde / Seni / Senden sormalara doyamam / Yarım döner cıgaramın ateşi / Gitme dayanamam

1951 TKP Tevkifatı

Kore dağlarında tabakam kaldı. Mapus damlarında özgürlüğüm”

Enver Gökçe tutukluluğunun bitmesinin ardından okulunu bitirerek üniversiteden mezun olur. O kırk kuşağının üniversiteyi bitiren sayılı Sosyalist öğrencilerinden birisidir. 1950 yılında İstanbul’a gelerek yurtlar müdürlüğünde göreve başlar. Fakat 1950 yılı yaşanılacak büyük acılarında habercisidir. Türkiye Cumhuriyeti kuruluş ilkelerinin tersine dış politikada hamleler yapıyor, bağımsızlık vurgusu her yanıyla rafa kalkıyor ve büyük bir esken kayması yaşanıyordur. İkinci dünya savaşı sonrası Almanya’nın kaybetmesi ülke yönetiminde Amerikancı bir yönelimin başlamasına neden olur. Bu yönelim, kısa süre içinde Komünizm düşmanlığını da beraberinde getirir. Bu düşmanlık ülkede ki Sosyalistlere azgınca saldırarak, hücrelere atarak, akıl almaz işkenceler ederek, uzun yıllar tutuklayıp sonra da sürgüne göndererek kendini gösterecektir.

1951 TKP Tevkifatı olarak bilinen tutuklamalarda Enver Gökçe de dâhil 178 Sosyalist, aydın, sanatçı ve bilim insanı tutuklanarak hapse atıldı. Enver Gökçe yaptığı savunmada; Marksizm’i milli bir mesele haline getirmek istediğini beyan ederek, kendisine isnat olunan bütün suçları, suç sayılanları reddetmiş, bazı arkadaşlarıyla olan temaslarının kanuni olduğunu, gizli bir örgüt tarafından yönetilmediğini söylemiştir. Fakat mahkemede karar çoktan verilmiştir.

TKP üyeliğinden yargılanan Gökçe 2 yıl hücrede kaldı. Çok ağır işkencelerden geçti. Ve sağlığını kaybetti. O dönem tutuklanan bütün mahkumların durumu Enver Gökçe ile benzerdi. Aynı davadan yargılanan TKP yöneticilerinden Zeki Baştımar mahkemedeki savunmasında Sansaryan Han’da yaşadıklarını tutanaklara şöyle geçiriyordu.

“Yalnız şunu söyleyeceğim ki, uğradığım ve aylarca devam eden maddi ve bedeni işkenceler, ancak işkence konusu olmak kabiliyetini bedenen tamamen kaybettikten sonra, doktorun müdahalesiyle sona erdi ve doktor işkencenin ağır sonuçlarını ve izlerini dokuz aylık bir tedaviden sonra giderebildi. Manevi işkenceden bahsetmeyeceğim. Çıldıranların, intihara teşebbüs edenlerin sayısı malumunuzdur. On bir ay gazete okumaktan, kâğıda, kaleme dokunmaktan mahrum edilmiş siyasi bir tutuklu ve iki sene çığlıklar, feryatlar, iniltiler ortasında, her an işkence odasına çağrılmayı bekleyen bir insan tasavvur ediniz. Ve sonra kanunen kimsenin yirmi dört saatten fazla tutulamayacağı bir yerde ve yirmi dört saatten fazla kalınamayacak şekilde yapılmış bir hücrede iki sene havadan, sudan, ışıktan mahrum nasıl yaşanabileceğini düşünürseniz, işkencenin ölçüsü hakkında az çok bir fikir edinirsiniz.”

Enver Gökçe ise hücrede yaşadığı günleri şöyle anlatır. ‘’1. Şubede kaldığım zaman içinde işkence yapıldı. Havasız ve hatta ekmek ve su bile verilmediği oldu. İki yıl 1. Şubenin ünlü odalarında böyle günler geçirdik. Bu arada içerde, birçok kanunsuz işlemlerin yapıldığı doğrudur. O sırada ruhi depresyon geçirenlerin ve intihara yeltenenlerin sayısı da oldukça kabarıktır.’’ [1]

Mahpushane Günleri

“Zaman akar, zaman geçer, zaman zindan içinde”

Enver Gökçe yargılama sürecinin bitmesinin ardından mahkûmiyetinin devamı için Adana hapishanesine gönderilir.  Burada Orhan Suda’dan Fransızca dersleri alırken şiirle ilgilenmeye de devam eder. Bu dönemde “Yusuf ile Balaban” adlı bir destan yazmaya başlar. Şiirlerinden ve şiirlerine hayat veren Sosyalist düşüncelerinden dolayı iki yıl hücrede işkencede kalmasına rağmen yaralarını sarmak için yeniden şiire sarılır.

‘’Hapishanede herkes kendine göre bir işle meşgul olurdu. Günlük hapishane hayatının dışında benim işim gene sanat oldu. Şiirle uğraşıyordum. Bu arada benim önemli yapıtlarımdan birisi olan Yusuf ile Balaban’ı yazmaya başladım. O devrelerde böyle bir şiir çalışması yapacağım belliydi. Birtakım sıkıntılar başlamıştı ve şiirin ilk mısraları dökülmeye başladı. “Ve zaman akar, zaman geçer zindan içinde.” dizeleriyle başlayan şiir kafamda şekillenmeye başladı. Ve sonuçta otuz şiirlik bir destanı kısa bir müddet içinde zannederim bir ay içinde bitirmiş oldum.’’ [2]

Zaman akar, zaman geçer, / Zaman zindan içinde; / Biz mapusta gürül gürül yatardık / Yılan çıyan içinde. / Getirdiler ite kaka bir yiğit, / Ayak çıplak / Ak bir mintan içinde. / Zaman zaman içinde / Işık duman içinde

Fakat yazılan bu destanın acı bir sonu vardı. Enver Gökçe yazdığı şiirleri hapishane de özenle sakladı. Cezaevi yönetimi tarafından el koyulup yakılmasın diye gizlice dışarıya çıkarttı fakat rivayet odur ki saklaması için ulaştırdığı kişi şiirleri korktuğu için yok etti. Enver Gökçe o kişinin kim olduğunu kimseye söylemedi.

Yedi yılın ardından Enver Gökçe’nin tutukluğu en sonunda bitmiş fakat çilesi bitmemişti. Birde sürgüne Çorum Sungurlu’ya gönderilmişti. Fakat burada kalacak yeri, çalışacak işi olmadığı için naklini Ankara’ya aldırmış 1950 yılında çıktığı Ankara’ya sürgün olarak geri dönmüştü.

Ankara’ya döndüğünde az bir parayla bir gazetede düzeltmenlik yapmaya başladı. Fakat gazete kapandıktan sonra İstanbul’a gitti. Şair Pablo Neruda’nın çevirilerini Türkçeye kazandırdı. Gazetelerde düzeltmenlik yapmaya devam etti. Yaşar Kemal ona Meydan Larus dergisinde iş bulsa da siyasi kişiliği nedeniyle kısa süre içinde işine son verildi. Çocuk kitapları yayımlayan bir yayın evinde işe girdi. Dede Korkut masallarını Türkçeleştirdi. Ömer Hayyam şiirlerinin çevirisine yaptı. Çin, Hint ve eski Mısır masallarını Türkçeye çevirdi.

Turan Emeksiz’in Öldürülmesi

28 Nisandı yavri hey! Ham meyveyi kopardılar dalından”

İstanbul’da çalıştığı dönemlerde Demokrat parti iktidarı artan muhalefet karşısında 3 aylık bir süre için 15 kişilik bir Tahkikat Komisyonunun kurulması adına TBMM’ye bir önerge verdi. Bu önergede tahkikat Komisyonu’nun yaptırımları arasında siyasi toplantıların yasaklaması, yayın yasakları, meclis müzakerelerinin yayınlanması yasağı, gazete ve matbaaların kapatılması, tazyik hapsi gibi yaptırımları bulunuyordu. Tahkikat Komisyonu’nun kurulmasına dair kanunun kabul edilmesi üzerine 28 Nisan 1960 sabahı İstanbul Üniversitesi bahçesinde düzenlenen protesto mitingi sırasında bir genç, henüz 19 yaşındayken Adnan Menderes’in polis müdürünün kurşunuyla öldürüldü. Adı Turan Emeksi’zdi. Ve Enver Gökçe Turan Emeksiz adına şiir yazarak tarihe unutulmaz bir not düşecekti.

Bir yürüyüş eylediler sabahtan / Ilgıt ılgıt kan gider loy loy! / Dayan dizlerim dayan! / Ağla gözlerim ağla! / Namlu puşt olmuş, atayağı puşt. / Yine düşman elindeydi vatan  

(…) Başı daralınca Yılmaz’ın / Baktı atacak taşı yoktu / Baktı eli durmuş, ayağı durmuştu / Vurulmuştu. / Çıkardı yüreğini kan içinde / Çarptı kötünün kafasına / Hay bu nasıl devran?

28 / Nisandı / Yavri / Hey! / Ham / Meyveyi / Kopardılar / Dalından.

Demokrat Parti’ye olan muhalefet artarak devam ediyordu. Bir gün evinden alınarak götürüldü. Ankara sıkıyönetim komutanlığı tarafından yapılan listede Enver Gökçe’nin adı da vardı. Tutuklandı. Sıkıyönetim bölgelerinin dışında kendi istedikleri bir yere sürgüne gidebilecekleri teklifi yapıldı. Ankara, İstanbul ve İzmir yasaktı. Enver Gökçe de 1929 yılında çıktığı Erzincan’a köyüne sürgün olarak geri döndü. Köyünde açlıkla, yoksullukla, kimsesizlikle, hastalıkla savaştı. 27 Mayıs darbesinden sonra sürgün kaldırılsa da tutukluluk ve sürgün günleri Enver Gökçe’yi şiirden yoksun bıraktı.

Enver Gökçe hem politik hem ekonomik hem de psikolojik nedenlerden dolayı zaman zaman köyüne dönmüş ve burada yaşamaya çalışmıştır. Fakat kaldığı ev sağlıksız olduğu gibi yaşamsal imkânları da oldukça kısıtlıdır. O cebinde fakirlik belgesi taşımak zorunda bırakılan bir ozandır. Mehmet Bayrak ‘’Enver Gökçe’nin Acılı Büyük Yaşamı’’ adlı yazısında Gökçe’nin yaşadığı koşulları şöyle anlatır.

“12 Mart 1971’den sonra, arkadaşım Kemaliye kaymakamıyken, kendisine sürekli ihbarlar gelmekteymiş. Çit köyünde kuşkulu bir kişi oturmaktaymış… Bu adam yüksek öğrenimli olduğu halde kente gitmez, köyde kalmakta direnirmiş… Kimseyle de görüşmezmiş bu adam… yapayalnız kalırmış in gibi bir evde. Bazı ülkelere haber sızdırdığı kuşkusuna kapılmaktalarmış. Yoksa neden kente gitmeyip burada kalasıymış?.. mış, mışta mış, mış… İhbarlar öylesine yoğunlaşmış ki, kaymakam arkadaş bir jandarma birliğinin başında köye gitmiş ve bu kuşkulu adamın evine baskın düzenlemişler. Ev didik didik aranmış ancak birkaç edebiyat kitabının dışında hiçbir şeye rastlanamamış… Kaymakam arkadaş, olayı anlatırken, söz konusu kişinin o kötü koşullar içinde nasıl yaşayabildiğine halen şaşmaktaydı. Eski kaymakam arkadaşım sözüne ettiği kişinin büyük ozan Enver Gökçe olduğunu yaklaşık on yıl sonra benden öğrenecek ve şaşakalacaktı… “

Enver Gökçe Şiiri

“Ben şairim hakların emrinde, kolunda, safında”

Enver Gökçe’nin yazdıkları “Ben sınıf edebiyatı yapıyorum” diyen bir şairin toplumcu gerçekçi şiirleridir. Dönemin koşullarına karşın özgün şiirler yazabilmiş, ses ve biçim olarak kendi şiir dilini yaratabilmiştir. “Panzerler Üstümüze Kalkar” kitabı sıra dışı bir yapıttır. Tek sözcüklerden oluşan dize yapısıyla şiirde yalınlığa gitmiştir. Günlük yaşamında da oldukça az ve öz konuştuğu bilinen şair öyle anlaşılıyor ki günlük konuşma dilini şiir diline çevirmiştir. Gökçen’in halk türkülerine olan ilgisi ve halk ozanlarıyla olan arkadaşlığı şiirlerinde folklorik bir sesin oluşmasını da sağlamıştır.

Enver Gökçe’nin tutukluluk ve geçim mücadelesiyle geçen yıllarının ardından şiirleri 1960 yılından sonra yeniden dergilerde boy göstermeye başlar. Kimi şiirleri Türk Solu dergisinde yayımlanır.  Şiirlerin çoğunluğu kırklı yıllarda yazılsa da 60’lı yıllarda hak ettiği ilgiyi görür.

Bu şiirlerden Asım Bezirci’de derinden etkilemiştir. Bezirci 1968 yılında derlediği antolojiye Enver Gökçe’nin şiirlerini de koyarak onun eserlerinin yeniden insanlarla buluşmasını sağlamıştır. Gökçe’nin şiirlerine büyük bir tutkuyla bağlanan Bezirci bununla da yetinmeyerek şairin dergilerde kalan bütün şiirlerini derlemiş ve basım aşamasına getirmiştir ki yaşanan 12 Mart darbesi şiirlerinin kitaplaşmasının da önüne geçmiştir.

Fakat Orhan Suda’nın katlısıyla 1973 yılında “Dost Dost İlle Kavga” şiir kitabı yayınlanabilmiştir. Yani Şair şiirlerini 30 yıl aradan sonra kitaplaştıra bilmiştir. Kitap güzel bir ilgiyle karşılaşmış, baskı üzerine baskı yapmış, şiirleri Zülfü Livaneli, Sadık Gürbüz, Timur Selçuk gibi birçok sanatçı tarafından bestelemiştir. 40’ların şairi 70’lerin devrimci hareketiyle buluşup, bütünleşmiş, şiirleri duvarları, eylem alanlarını, miting meydanlarını doldurmuştur. Şiirlerinden alınan dizeler pankartlarda, afişlerde, bildirilerde kendini sıkça göstermiştir.

“Panzerler üstümüze kalkar” şiir kitabı ise 1977 yılında yayımlanır. Kitabında Gökçe, tek dizeli ve bir cümleli şiirler yazmıştır. Bu kitapta ilgiyle karşılanır, şiirleri bestelenir, yeni baskıları gerçekleşir.

Enver Gökçe’nin bu yıllarda devrimci gençlikle ve işçi sınıfıyla buluşması yoğun bir ilgiyi de beraberinde getirir. 1977 yılında Devrimci Sanatçılar Derneği öncülüğünde Enver Gökçe adına bir gece düzenlenir. Geceyi yazar Celil Denktaş şöyle anlatır. ‘’Şair yaşamında ilk kez okurlarının, genç yoldaşlarının karşısına çıkacaktır. Polisin bomba ihbarı bahanesiyle geceyi engellemeye çalışmasıysa fayda etmez. Geceye katılanlar salonu terk etmemekte direnirler. Sonunda sahneye çıkan şair şiirlerinden alınma sloganlar eşliğinde dakikalarca ayakta alkışlanır. ‘

‘’Memleketimin şarkıları kadar acı çektim’’ diyen şairin son kitabı memleketi olan ‘’Eğin Türküleri’’dir. Üniversite yıllarında hocası Pertev Naili Boratav’a bitirme tezi olarak vermiş olduğu bu yapıt, yıllar sonra yine aynı hocasının girişimiyle kitaplaşacak fakat Enver Gökçe’nin ömrü bu kitabı görmeye yetmeyecektir.

Hayatının son yıllarını Ankara’da ki Seyranbağları Huzurevinde geçirmiştir Enver Gökçe. Yine arkadaşlarının yardımıyla Emekli Sandığına ait bir huzur evinde küçücük bir oda ayarlanmıştır ona. Bu kimileri adına trajedik bir durum olsa da Gökçe kimseye yük olmadan yaşadığı ve ziyaretçilerini burada ağırlayabildiği için memnundur bu durumdan.

Enver Gökçe’nin Ölümü

“Ölüm, adın kalleş olsun!”

 

Enver Gökçe’nin en büyük hayali kaybolan destanını, 51 tutuklamalarını yeniden yazmaktı. “Eğer bu işi başarırsam çok mutlu olurum” diyordu. Ne yazık ki dileğini gerçekleştiremedi. Şair Kasım 1981 yılında henüz 61 yaşındayken aramızdan ayrıldı. Yaşamı darbelerle geçen şairin cenazesi de 1980 darbesinin gölgesinde gerçeklemiş ve cenaze törenine çok az sayıda kişi eşlik edebilmiştir.

Yeni kurulan Cumhuriyeti, Sosyalizmle taçlandırmak ve emeğin iktidarını kurmak için kalemini ve hayatını başka bir dünyanın varlığına adamıştır Gökçe. Bu adanmışlıktan kaynaklı uğradığı zulüm ve eziyetlere rağmen bir kere dahi of etmemiş, el açıp af dilememiş, pişmanlık duyup söylenmemiştir.

19 Kasım Enver Gökçe’nin 39. ölüm yıl dönümü olsa da bu yıl 1920’de doğan Şairin 100. doğum yıl dönümüdür. Şairler için şiir yazmak kadar şiirde kalıcı olmak da çok önemlidir. Enver Gökçe bedenen aramızdan ayrılmış olsa da geriye bıraktıklarıyla yaşamaya devam etmekte hem yaşamı hem de sanatıyla, toplumcu şiire gönül vermiş şairlere hala yol göstermektedir.

 

Kaynakça
[1] İbrahim Erdem, Enver Gökçe Karanlığı zorlayan essiz yürek, Barış Kitap, Ankara. 2018

[2] İbrahim Erdem, Enver Gökçe Karanlığı zorlayan essiz yürek, Barış Kitap, Ankara. 2018