GÖRÜŞ | İstanbul Sözleşmesi’ne neden sahip çıkılmalı?

İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi Başkanı Av. Şükran Eroğlu, Avukatlar Sendikası Genel Başkanı Av. Selin Aksoy ve İlerici Kadınlar Derneği Genel Sekreteri Nuray Yenil’in İstanbul Sözleşmesi'ne dair tartışmalara ilişkin görüşlerini aldık.

GÖRÜŞ | İstanbul Sözleşmesi’ne neden sahip çıkılmalı?

İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen ‘Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Sözleşmesi’ üzerine dönen tartışmalar son günlerde şiddetlenmiş ve gerici çevrelerin topyekun saldırısına maruz kalmış durumda. Buna karşılık ise kadınlar sözleşmeden vazgeçmeyeceklerini, şiddet ve ayrımcılıkla mücadelede önemli bir kazanım olan sözleşmenin değil kaldırılması, etkin şekilde uygulanmasına yönelik politikaların hayata geçirilmesi adına her alanda ses çıkarmaya devam ediyor.

AKP Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş’un sözleşmeden çıkılması gerektiğini dile getirmesiyle yoğunlaşan tartışmada, Yeni Akit yazarı Abdurrahman Dilipak’ın kadınlara yönelik hakaretiyle birlikte sözleşme karşıtlarının kadına bakışı net bir şekilde açığa çıkmış durumda. İktidar cenahınca ‘son sözün’ Erdoğan’a ait olduğunun dillendirilmesiyle de AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, “Aileyi merkeze alan, toplum dokumuza uygun, özgü metinler çıkarmaya ziyadesiyle sahip olduğumuza inanıyorum. Kopenhag kriterleri diyeceğimize, Ankara kriterleri der yolumuza devam ederiz” ifadelerinde bulunarak tartışmaya nereden baktığını açıkça ortaya koymuş oldu.

Son olarak AKP MKYK’sında tartışılan Sözleşme’nin, Erdoğan’a sunulacak rapor sonrası verilecek karar ile tekrar gündeme getirileceği ve kaldırılması ya da değiştirilmesine yönelik adımların atılmaya çalışılacağı anlaşılıyor. Buna karşı kadınlar bulundukları her alanda Sözleşme’nin tartışmaya açılmasına yönelik tepkilerini sürdürerek, haklarından geri adım atmamakta kararlı olduklarını haykırmaya devam ediyor.

Manifesto olarak, İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik tartışmalara dair farklı kurumlardan kadınların görüşlerine yer vererek Sözleşme’nin önemi, neden hedef alındığı, etkin uygulanması için yapılması gerekenlere ilişkin soru işaretlerini gidermeye çalıştık.

Bu bölümde İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi Başkanı Av. Şükran Eroğlu, Avukatlar Sendikası Genel Başkanı Av. Selin Aksoy ve İlerici Kadınlar Derneği Genel Sekreteri Nuray Yenil’in görüşlerine yer verdik:

İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi Başkanı Av. Şükran Eroğlu;

İstanbul Sözleşmesi, Dünya’da kadına yönelik şiddeti “insan hakları ihlali” olarak tanımlayan, şiddetin biçimlerinin ortaya konulduğu, şiddetin her biçiminin (fiziksel, psikolojik, ekonomik ve cinsel şiddet olarak) tanımlandığı, şiddetin önlenmesi, şiddet mağdurunun korunması, şiddet uygulayanın cezalandırılması ve destek politikalarının oluşturulması için taraf devletlere yükümlülükler getiren ilk ve tek sözleşmedir. Bu sözleşme çerçevesinde taraf devletler iç hukuklarında şiddetle ilgili yasalarda düzenlemeler , kurum ve kuruluşlar arası koordinasyonun sağlanması için görevlendirmeler yapmışlar, bu alanda çalışan tüm birimlerde yetkili ve bilgili kişilerin çalışması için eğitimler vermişlerdir. İstanbul Sözleşmesi şiddetle mücadelede dünyada ilk sözleşme olması anlamında çok önemlidir.

“6 AYDA 3820 KADINA HUKUKİ DESTEK”

Ülkemizde İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı yasa uyarınca kadınların şiddetten etkin şekilde korunmaları için mahkemeler, kolluk kuvvetleri ve mülki amirler görevlendirilmiştir. Kadınlar sözleşme ve sözleşmeye paralel hazırlanan ve yürürlüğe giren 6284 sayılı yasa hükümlerinden yararlanarak şiddetten korunmaktadır. Elbette ki tam anlamıyla bir koruma sağlanabildiğini söyleyemeyiz ama çok sayıda kadının öldürülmekten ve şiddetten bu sözleşme ve yasa sayesinde kurtulabildiğini ifade etmek isterim. Örneğin; 2019 yılında İstanbul Barosu Adli Yardım Büroları tarafından görevlendirilen avukatlar 12.401 kadına, 2020 yılının ilk 6 ayında da 3.820 kadına hukuki destek vermiş ve koruma kararları almışlardır.

Bir süredir özellikle sosyal medya üzerinden yürütülen karalama kampanyalarının bir zemini olmadığı açıktır. Söylemler son derece cahilce ve gerçeklerden uzaktır. Aslında bu söylemlerin altında yatan düşünce kadınları korumasız bırakmak ve erkek şiddetine teslim etmektir. “İstanbul Sözleşmesi’nden çekilelim” söylemleri bundan sonrasında “Erken yaşta evliliklere izin verelim, tecavüz edeni cezalandırmayalım, istismar ve tacizin önünü açalım” söylemlerine varacaktır. İstanbul sözleşmesi bu söylemlerin önünde bir engeldir, öncelikle bu engelin kaldırılması gündeme getirilmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti Devlet’i 2011 yılında sözleşmeyi imzaladıktan sonra hızlı adımlar atmış ve sözleşme yürürlüğe girmeden (2014 yılında yürürlüğe girmiştir) 6284 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” çıkarılarak 8 Mart 2012 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Koordinasyon için adımlar atılmış, emniyette “Aile İçi Şiddet Büro Amirlikleri”, Valilik ve Kaymakamlıklarda aile içi şiddet konusunda çalışan koordinasyon birimleri, ŞÖNİM (Şiddet Önleme ve İzleme Merkezi) kurulmuş ve savcılıklarda ‘aile içi şiddetle görevli’ savcılar istihdam edilmiştir. Bunlar olumlu düzenlemelerdir. Biz aynı olumlu uygulama ve düzenlemelere devam edilmesini, sözleşmenin taraf devletlere yüklediği tüm yükümlülüklerin yerine getirilmesini, uygulamada tüm birimlerin duyarlı, hızlı ve titiz çalışmalarının sağlanmasını, kadınlara destek politikaları oluşturularak hayata geçirilmesini bekliyor ve istiyoruz.

Kadınlar haklarından asla taviz vermemeli. Biz kadın hukukçular, kadın örgütleri, kadın STK’ları İstanbul Sözleşmesi’ne yapılan saldırılara karşı sokaklardayız ve ” İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” diye haykırıyoruz. Bu saldırılar bitene kadar da mücadelemize devam edeceğiz. Her gün birkaç kadının öldürüldüğü bu ülkede “İstanbul Sözleşmesinden çekilelim” demek kadın cinayetlerine ve şiddete zemin hazırlamak demektir. Sayın Cumhurbaşkanı ve siyasiler bu söylemlere itibar etmemeli, aksine sözleşmenin uygulanması için üzerlerine düşeni sonuna kadar yapmalıdır. Bu ülke nüfusunun yarısını oluşturan kadınları korumak ve şiddeti önlemek devletin anayasal görevidir. Bundan kaçınamaz ve geri adım atamaz.

Avukatlar Sendikası Genel Başkanı Av. Selin Aksoy;

İstanbul Sözleşmesi aslında temel hak ve özgürlüklerinden uzaklaştırılmaya, hakları engellenmeye çalışılan kadınların güvencesi niteliğinde, kadınların haklarının engellenmesi noktasında devlete bireyi korumasına ilişkin yükümlülükler getiren bir uluslararası sözleşme. Yani sınırları ülkemizi de aşarak kadına yönelik şiddete karşı uluslarüstü bir koruma sağlamakta ve taraf devletlere bağlayıcılık yüklemektedir. Buradan şu sonucu çıkarabiliriz ki dünyanın her yerinde devlet politikaları, hukuki düzenlemeler kadınları korumaya yetmemektedir. Bu yüzden İstanbul Sözleşmesi gerek tüm kadınlar gerekse imzacı ülkeler için önem arz ediyor.

“KADINA ŞİDDET RAKAMLARIN ÇOK ÖTESİNDE”

Kadının ev hayatına hapsedilmek istenmesi, sadece bir cinsel obje olarak görülmesi, erkek egemen bir toplum inşası amacı, din aracılığıyla kadının köleleştirilmeye çalışıldığı bir düzende yaşıyoruz. Kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olmasını “fıtrata aykırı” bulan bu zihniyet mensupları her fırsatta çeşitli platformlar aracılığıyla saldırıyor. Kadınları ikinci planda gören siyasi iktidarın, kadınların uluslararası bir korumaya sahip olmasından ürkmeleri doğal. Devletin korumadığı, egemen olanın da korumak istemediği kadınları koruyan İstanbul Sözleşmesi önlerindeki tek engel olarak duruyor. Bu yüzden de bunun kaldırılması sözleşmeyi kamuoyunun odağı hale getirmeye çalışıyorlar. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki; İstanbul Sözleşmesi gibi şiddetin engellenmesine yönelik son derece savunulması gereken bir metni tartışmaya “açabiliyor” olmak, bu ülkedeki kadına şiddet sorununun açıklanan rakamların çok daha ötesinde olduğunun bir göstergesidir.

Sözleşmenin etkin uygulanabilmesi için önce devletin sözleşme ile üstlendiği yükümlülüğü yerine getirmesi gerekiyor. Bugün Türkiye açısından baktığımızda zaten imzacı olduğu uluslararası bir sözleşmenin gereklerini yeterince yerine getirmediğini görüyoruz. Fail ile mağduru bir araya getirmeye, kadınların koruma taleplerine karşı kolluk kuvvetlerinin ilgisiz ve özensiz tavırlarına devletin dur demesi gerekiyor. Temmuz ayında 36 kadın cinayeti gerçekleşmiş yani her gün mutlaka 1 kadın öldürülmüş. Böyle bir ülkede İstanbul Sözleşmesi ancak sözleşme ‘neden etkin şekilde uygulanmıyor, görev ihmalinde bulunanlar hakkında ne şekilde işlem yapılıyor’ şeklinde tartışmaya açılabilir.

Amaç, kadınları ikinci sınıf vatandaş konumuna getirmektir. Kadınlar, Cumhuriyet ile beraber bu ülkede eşit yurttaş olmuşlardır ve bu hakları ne pahasına olursa olsun korunmalıdır. Halkın temel ihtiyaçlarının devlet tarafından karşılandığı, kadın ve erkek eşitliğinin tamamen sağlandığı bir toplum için tüm temel hak ve özgürlükleri sonuna kadar savunup, sosyal ve ekonomik alanlarda daha fazla yer almamız ve bunun için ise hep beraber mücadele etmemiz gerekir.

İKD Genel Sekreteri Nuray Yenil;

İstanbul Sözleşmesi kadına yönelik şiddetin önlenmesine ilişkin taraf devletlere önemli yükümlülükler getirmektedir. Kadına yönelik şiddetin önlenmesi, şiddet tehdidi ile karşı karşıya olan aile fertlerinin korunması, aile içi şiddet vakalarında etkin kovuşturma ve caydırıcı cezai yaptırımlar uygulanması sözleşmenin temel amaçlarını teşkil ediyor. Ama daha da önemlisi kadına yönelik şiddetin önlenmesi ve toplumsal alanda cinsiyet ayrımcılığının önüne geçilmesi konusunda taraf devletlerin politika geliştirmesini öngörüyor. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bertaraf edilmesini amaç olarak tanımlıyor. İstanbul Sözleşmesi bu açıdan kadınların eşitlik mücadelesinde önemli bir mevzi.

Elbette kadına yönelik şiddetin ya da cinsiyet ayrımcılığının tek başına bu tarz hukuki düzenlemelerle sağlanamayacağını belirtmek gerekiyor. Kadınların özgürce, eşit birer yurttaş olarak yaşayabilecekleri bir düzenin inşası radikal bir dönüşümü gerektiriyor. Dolayısıyla mücadelemizin nihai hedefi sınıfsız, sömürüsüz bir düzen kurulmasıdır. Ancak bu yolda mücadele ederken, bugüne kadar kazanılmış haklarımızın budanmasına izin vermeyeceğimizi, bizleri karanlığa ve gericiliğe mahkum edecek geriye dönük düzenlemelerin karşısında duracağımızı bir kez daha ifade etmek isterim. İstanbul Sözleşmesi’ne de tam da bu noktada sahip çıkmak, kadına yönelik şiddetin meşrulaştırılmasının önüne geçmek bugün büyük önem taşıyor.

“AMA”SIZ, “FAKAT”SIZ LAİKLİĞE SAHİP ÇIKILMALI

Uzun süredir Cumhuriyet’in kazanımlarının tek tek tasfiye edildiği ve AKP eliyle gerici bir rejimin kurulduğunu söylüyoruz, gözlemliyoruz, yaşıyoruz. Ülkemizde AKP eliyle adım adım laiklik tasfiye edildi. Bugün İstanbul Sözleşmesi üzerinden koparılan fırtına tam da laikliğin tasfiye edildiği yeni rejimin ruhunu yansıtıyor. Bugün sosyal, siyasal ya da hukuki her başlık şer-i hükümlere uygunluğu açısından tartışılır hale geldi. Laikliğin Anayasada lafzi düzeyde kaldığı, AKP’nin yeni Türkiye’sinde kadına yönelik şiddetin önlenmesine ilişkin bir sözleşme dahi dini referanslara göre değerlendiriliyor, dinen caiz olup olmadığı tartışılıyor. Bu nedenle yaşanan tabloyu somut olarak ortaya koymak gerekirse İstanbul Sözleşmesinin şeri hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle iptali talep edilmektedir ve bunun gerekçeleri tartışılmaktadır. Aile, gelenek, töre, toplumsal cinsiyet ya da cinsel yönelim kavramlarının arkasına gizlenen tartışmanın özeti dini referanslarla yeni bir toplumsal yapının inşasıdır. Burada kadınlara giydirilmek istenen gömlek bellidir. Kadınlar ev içi rolleri ve annelik vasfı dışında tanımlanamazlar. Kamusal alanda görünmez kılınmaları gerekir. Çocuk yaşta ”evlilik” adı altında istismar caiz görülür. Kadınlar şiddet görseler dahi itaat etmelidirler ve sömürülen kesimler için itaatkarlığın sembolü olarak lanse edilirler. Tıpkı yoksullukla terbiye edilmek istenen milyonlarca emekçi gibi kendilerine sunulanları kader telakki etmeleri ve kaderlerine boyun eğmeleri beklenir. Dünyada ve ülkemizde kapitalizmin geleceğinin tartışılır hale geldiği bir tabloda gericilik, mevcut düzen için de can simidi haline gelmektedir.

AKP iktidarının gericiliğin önünü açarken, sermayenin ihtiyaçlarını da gözeterek hareket ettiğini görmek gerekiyor. Dolayısıyla ‘eşitlik fıtrata aykırı’ söyleminin gerici ideolojinin bir yansıması olarak gündeme geldiğini, kadınların fıtrat gereği ucuz emek gücü olarak istihdam edilmeleri ile özdeş olduğunu da belirtelim.

İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanabilmesinin ön koşulu amasız fakatsız laikliğe sahip çıkılmasıdır. İkincisi cinsiyet ayrımcılığını besleyen her türlü propaganda yasaklanmalı, anayasada mevcut olan eşitlik ilkesinin, başta AKP iktidarı olmak üzere ayaklar altına alınmasının önüne geçilmelidir. Bununla birlikte yapılan yasal düzenlemelere rağmen hala aile içi şiddet ve kadın cinayetleri davalarında uygulanan iyi hal ve tahrik indirimlerinden derhal vazgeçilmelidir.

Üçüncüsü kadınların omuzlarına yüklenen ve kadınları üretim süreçlerinin içerisinde yer almaktan alıkoyan çocuk, hasta ve yaşlı bakımı gibi hizmetlerin kamucu bir anlayışla çözülmesi gerekir. Burada kadınların büyük oranda ya ”ev kadını” tanımıyla üretim süreçlerinin dışında tutulduğunu ya da düşük ücretler ile güvencesiz işlere mahkum edildiğini biliyoruz. Dolayısıyla kadına yönelik şiddetin önlenmesi gerçek anlamda eşitlik zemininde bütünlüklü politikalar uygulanmasını gerektirir.

İlerici Kadınlar Derneği olarak ‘’Laiklik kırmızı çizgimizdir’’ diyerek yola çıktık. İstanbul Sözleşmesi üzerinden yürütülen tartışmalar bir kez daha laiklikten ödün verilmesinin kadınların yaşamına kastedecek denli ciddi sonuçları olabileceğini gözler önüne serdi. Bugün kadınların eşitlik taleplerinden, özgürlük taleplerinden rahatsız olan gericiler kadınları ve toplumun bütün ilerici kesimlerini sindirmek istemektedir. Dolayısıyla evet bu kavga gericiliğe karşı aydınlanma kavgasıdır, gericilikle beslenen bu sömürü düzenine karşı eşitlik kavgasıdır. Bugünü ve yarını kazanmak bu kavgaya sahip çıkan kadınları ve erkekleri örgütlü mücadeleyi büyütmeye çağırıyoruz.

İstanbul Sözleşmesinden de, kazanılmış haklarımızdan da, laiklik ve eşitlik talebimizden de vazgeçmeyeceğiz.