GÖRÜŞ | İktidarın “gaz keşfi” ne anlama geliyor?

Derin denizlerden üretim oldukça maliyetlidir. Bu yatırımı yapmadan önce daha iyi tahminler yapılacaktır. Yapılan keşifler kimi zaman üretime dönüşmez, kimi zaman da beklentinin de üzerinde bir üretim alınabilir. Umudumuz bu potansiyelin daha da büyümesi. Petrol ve doğalgaz aramacılığı belirsizliğin yüksek olmasından ötürü finansal olarak risklidir.

GÖRÜŞ | İktidarın “gaz keşfi” ne anlama geliyor?

Erdoğan’ın geçtiğimiz günlerde Karadeniz açıklarında Tuna-1 kuyusunda 320 milyar metreküp doğalgaz rezervi bulunduğu “müjde”sinin arka planını irdeliyoruz.

EMO İstanbul Şube Yönetim Kurulu Başkanı Cemil Kocatepe, sorularımızı yanıtlamıştı.

Sorularımızı petrol, doğalgaz ve rezervuar alanlarında çalışmalar yapan, Maden, Petrol ve Doğalgaz Mühendisliği Bölümü akademisyenlerinden Doç. Dr. Murat Çınar hocamıza da yönelttik.

Çınar’ın Manifesto‘ya verdiği mülakat şöyle:

Ereğli’nin 175 km kuzeyinde açılan Tuna-1 kuyusunda yapılan doğal gaz keşfi gelişmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Gerçekten önemli bir keşif. Ülkemizde şimdiye kadar yapılmış en önemli petrol ve doğalgaz keşiflerden birisi. Daha önce bölgede TPAO ve uluslararası bir petrol şirketi ortaklık yapılmış, ancak bir sonuç elde edilememişti ve yabancı ortak ortaklıktan ayrılmıştı. Bu bölgede keşif yapılması, bölgede olası başka yapılarda da gaz bulunabilmesi anlamında son derece önemli. Zira, petrol ve gaz aramacılığında, petrol veya gazın kendisi değil, yer altında bu akışkanları içerebilecek yapılar aranır. Bu yeraltı yapıları tespit edildikten sonra kuyu delinir. Bu yapılarda, petrol veya gaz olma olasılığı, olmama olasılığından istatistiksel olarak düşüktür. Bu anlamda, bir gaz keşfi yapılmış olması, bölgede gaz olduğuna işaret ettiğinden önemlidir.

Keşfin yaklaşık 320 milyar metreküp civarında rezerve sahip olduğu ifade edildi. Tek kuyuda ve sadece kısa süreli test sonucunda verilen bu rezerv miktarının doğruluk payı ne kadar?

Yeraltında gaz veya petrol bulunması ayrı, bunun üretilebilir olması ayrı bir konudur. Rezerv tanımı gereği, yeraltında bulunan yerinde petrol veya gazın ekonomik ve teknik olarak üretilebilir kısmıdır. Rezerv hesapları yaparken, üretimin zamanla nasıl değişeceğini tahmin etmemiz gerekir. Bununla birlikte rezerv hesabının ana ekseni ekonomiktir. Yerinde petrol veya gazın ekonomik olarak üretilebilir olduğunu göstermemiz gerekir. Yerinde petrol veya gazın hiçbir zaman tamamı üretilemez. Her zaman belli bir yüzdesi üretilebilir. Buna kurtarım diyoruz. Rezervuarın ve akışkanın özelliklerine göre bu oran farklılaşır. Verilen rakamı şu aşamada bir potansiyel olarak değerlendirmek lazım. Henüz kaba bir yerinde gaz miktarı tahmini yapabiliriz. Rezervuar ile ilgili bilgilerimiz, kuyular arttıkça, testler arttıkça artar ve daha iyi tahminlerde bulunabiliriz. Kesin rezerv miktarı, saha terk edildiğinde bilinebilir. Henüz sondaj devam ediyor. Daha hedefe ulaşılmadı. Umarız hedef derinlikte daha da büyük bir potansiyel bulunur.

Genel olarak konuşursak, tek kuyudan da rezerv hesabı yapılabilir. “Tek kuyudan rezerv hesaplanmaz gibi” genellemeler yapmaktan kaçınmak gerekir. Rezervin nasıl hesaplanabileceğini anlatan uluslararası kılavuzlar vardır. Gerekli testler yapılıp, ihtiyaç duyulan veriler elde edilirse, tek kuyudan da rezerv hesabı yapılabilecek rezervuarlar olabilir. Bu saha ile ilgili bilgilerimiz henüz çok sınırlı. Daha güvenilir hesaplar yapabilmemiz için yeni kuyulara ve yapılacak testlere ihtiyacımız var. İlk kuyu tamamlandıktan sonra kuyu testleri ile rezervuarın sınırları tespit edilmeye çalışılır. Bu gibi testler, yeni kuyular ve üretim verileri ile birlikte çok daha iyi tahminler yapmamız mümkün. Derin denizlerden üretim oldukça maliyetlidir. Bu yatırımı yapmadan önce daha iyi tahminler yapılacaktır. Yapılan keşifler kimi zaman üretime dönüşmez, kimi zaman da beklentinin de üzerinde bir üretim alınabilir. Umudumuz bu potansiyelin daha da büyümesi. Petrol ve doğalgaz aramacılığı belirsizliğin yüksek olmasından ötürü finansal olarak risklidir.

TPAO’nun Varlık Fonu’na devri ve özelleştirmeler, bu keşfin ‘milli’liğini kamuoyunda sorgulatıyor. TPAO’nun bugünkü mevcut yapısı ve durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

TPAO’nun Varlık Fonu’na devri ve bunun TPAO’ya etkisi konusunda bir araştırmam yok. Nasıl bir işleyişi var doğrusu o konunda da bir bilgim yok. Ancak şunu söyleyebilirim, ne kadar bildiğiniz uluslararası petrol şirketi varsa bunların çoğunluğu petrol ve doğal sektörünün, aramadan pazarlamaya kadar, birçok alanında faaliyet yürütüyor. Bu işleyiş dikey yapılanma olarak adlandırılıyor. TPAO da, 1983 yılından önce benzer bir yapılanma içerisindeydi. Daha sonra TPAO’nun faaliyetleri aramacılık ve üretim ile sınırlandırıldı. Petrol ve doğal gaz şirketlerinin dikey yapılanmalarının sebebi, yüksek riskli arama faaliyeti maliyetinin, diğer karlı sektörlerle karşılanması olarak açıklanabilir. TPAO’nun uluslararası şirketlerle rekabet edebilmesi için bu yapıya dönmesi gerekir.

Yaşadığımız çağda, milli olmaktan benim anladığım, bilgi birikiminin yerli kaynaklarda olmasıdır. Karadeniz’deki keşif örneğinde konuşursak, Tuna-1 kuyusu yaklaşık 2100 m su derinliğine sahip. Sondajın deniz tabanından 2400 m daha ilerlemesi planlanmış. Bunlar gerçekten zor koşullar. Dünyada da örneği çok olmayan, ayrı uzmanlık isteyen konular. Eğer bu sahayı üretebilirsek konu ile ilgili bilgi hazinemizi genişletmemiz gerekiyor. Gerekirse yabancı uzmanlık alınacaktır. Buradaki yaklaşım bilgiyi kendi mühendislerimize aktarmamız olmalı. Cumhuriyet döneminde ilk derin sondaj 1934 yılında, ikinci el bir kule ile yapıldığında, çalışacak işçi olmadığından Amerikalı sondaj işçileri ile kuyunun delinmesi başlar. Daha sonra kulede çalışan işçilerimiz işi öğrenirler ve sondaja onlar devam eder. İlk sondaj işçilerimiz de onlardır. Burada da benzer bir yaklaşım uygulanmalı ve uzmanlığı kendi mühendisimize aktarmamız gerekir. Burada Üniversiteler önem kazanıyor. Eğer üniversiteler de bu süreç içinde aktif rol oynarsa, bu bilgi birikimini yeni yetiştireceğimiz mühendislere aktarabiliriz.

Bugün, enerjide yılda ortalama 50 milyar dolar civarında açık veren ve dışa bağımlı hale getirilen ülkemizde durumun tersine çevrilmesi atılacak hangi adımlar ile mümkün?

Sadece ülkemiz değil dünya petrol ve doğal gaza bağımlıdır. Bugün en büyük petrol üreticisi ülkelerden A.B.D. bile, 2019 verilerini baz alırsak, günlük ortalama 12 milyon varil üretirken, 9 milyon varil diğer üretici ülkelerden temin etmektedir. 2019 verileri itibarı ile petrol ve doğal gazın, dünya enerji tüketimindeki payı yüzde 57’dir. Büyük petrol ve doğal gaz üreticisi ülke sayısı ise sınırlıdır. Enerji yoğun bir yaşam şeklimiz var. Petrol ürünleri oldukça enerji yoğun ürünlerdir ve kısa vadede ikamesi alternatif kaynaklarla pek mümkün gözükmüyor. Petrol ve doğal gaza olan bağımlılığımız, alternatif enerji kaynaklarına yönelmemizin önünü açabilir. Bir süredir jeotermal enerji anlamında gelişmeler yaşadık ve yaşıyoruz. Şu an jeotermal kurulu güç anlamında dünyada dördüncü sıradayız. Ülkemizin bildiğimiz petrol ve doğal gaz kaynakları oldukça sınırlıdır. Bunun artırılabilmesi için arama faaliyetlerinin daha da yoğunlaştırılması gerekir. Son 10-20 yılda dünyada yapılan büyük petrol ve doğal gaz keşiflerinin çoğunluğu derin denizlerdedir. TPAO’nun bu anlamda, son yıllarda faaliyetlerini artırdığını görüyoruz. Sismik ve sondaj gemilerinin alınması önemli adımlar. Ancak uzun vadeli düşünmek ve alternatif enerjilerden fosil yakıtlara her alanda araştırmalarımızı ve çalışmalarımızı yoğunlaştırmamız gerekiyor. Kullandığımız farklı enerji kaynaklarını çeşitlendirmemiz ve paylarını yakınlaştırmamız gerekir. Linyit kaynakları anlamında zengin bir ülkeyiz, bu kaynakların çevre hassasiyeti ile değerlendirilebilmesi için araştırmalara yoğunlaşmalıyız. İnsanlığın enerji ihtiyacı her yıl artmaktadır. Her türlü enerji üretiminin doğaya bir faturası vardır. 4.5 milyar yaşındaki dünya gezegeninde aslında homo sapiens’in geçmişi sadece 200-300 bin yıldır. Doğaya kestiğimiz fatura aslında dünyaya değil, insanlığa kesilmektedir çünkü insanlar sonrasında dünya kendini milyon yıllarda toparlar. Enerji konusunda atılacak adımların, bu hassasiyetle değerlendirilmesi gerekir. Dünya, ülkemiz, her rengiyle çok güzel. Bu renkleri koruma ve gelecek kuşaklara aktarma bilincinde olmalıyız.