Genel Sağlık-İş Başkanı Zekiye Bacaksız: Ülkemizde rakamlar ile açıkça oynandı

Genel Sağlık-İş Genel Başkanı, Manifesto’ya yaptığı değerlendirmede pandemi sürecine ilişkin kritik uyarılarda bulunarak, “Ülkemizde rakamlar ile açıkça oynanmış, sürecin ticari nitelikleri her zaman ön planda tutulmuştur. Etkilenen milyonlar, hastalanan yüzbinler ve ölen binler önemsizleştirilmiştir.” dedi.

Genel Sağlık-İş Başkanı Zekiye Bacaksız: Ülkemizde rakamlar ile açıkça oynandı

ALEV DOĞAN

Tüm dünyayı etkisi altına alan ve bir halk sağlığı sorunu olan yeni tip koronavirüs pandemisine ilişkin Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) ve uzmanların genel uyarısı salgının henüz birinci dalgasında olduğumuz ve sonbahara doğru ikinci dalga ile karşılaşacağımız yönünde. Türkiye’de ise ‘normalleşme’ adımının ne gibi sonuçlar doğuracağına ilişkin bir dizi soru işareti var. Ancak sürecin bugüne gelene kadarki kısmı plansızlığın, halk sağlığının geri plana atılmasının, alınan keyfi kararların bir dizi örneği ile dolu. İlk vakanın açıklandığı 11 Mart’tan bugüne tüm bu süreci, ‘normalleşme’ adımlarının olası sonuçlarını, en önde mücadele eden sağlık emekçilerinin durumunu ve önümüzdeki dönemi Genel Sağlık-İş Genel Başkanı Zekiye Bacaksız ile değerlendirdik.

“NORMALLEŞME SÜRECİ BİLİMSEL VERİLER ÜZERİNDEN TAKVİMLENDİRİLMELİDİR”

Değerlendirmemize çokça tartışılan ‘normalleşme’ ile başladık. Bacaksız, normalleşme sürecinin bilimsel güncel veriler üzerinden takvimlendirilmesi gerektiğini savunarak, normalleşme sürecinin hiçbir hedef, bilimsel rakam açıklanmadan başlatıldığının altını çizerek sözlerine şöyle devam etti:

“Hastanelerin normalleşmesi sürecini tanımlayan raporda günlük 300 yeni vakanın altına düşüldüğü durumda 1. faz normalleşme, günlük 50 vakanın altına düşüldüğü durumda 2.faz normalleşme öngörülmüştü. Halen 900’e yakın günlük yeni vakanın olduğu bir süreçte normalleşmenin daha 1. fazının başlatılması bilimsel görünmüyor. Bir bilim kurulu üyesi tarafından dile getirilen ‘virüsün hastalık yapma potansiyelinin azalmış olduğuna’ dair açıklama, henüz hiçbir bilimsel yaklaşımla doğrulanmış değildir.”

Bacaksız ‘normalleşme’nin faturasına ilişkin ise şunları kaydetti:

“Normalleşme ile ortaya çıkacak faturanın iki ana boyutu var. İlki; olası vaka artışlarını kompanse edecek pandemi hastanelerinin ayrışması ve hazırlıklı kılınmasıdır. Bu konuda Covid-19 vakalarının rutin hizmet veren hastanelerden ayrıştırılarak özgün hastanelere çekilmesi süreci inşaat anlamında tamamlanmakla birlikte personel istihdamı ile ancak işlevsel kılınabilir. Bu konuda halen ciddi bir personel açığı vardır. Faturanın ikinci boyutu ise; insan sağlığı ile ilgili kuralların ve bunun oluşturduğu disiplinin anlamını yitirmesi ve bunun sonucunda bilimsel izleme süreçlerinin sekteye uğramasıdır. Bu durumda konu bir pandemi ile mücadele süreci olmaktan çıkacak ve sadece hastalanana yapılacaklarla sınırlı kalacaktır.”

“ÖZELLEŞTİRMELERE RAĞMEN KAMUCU KIRINTILAR EN ÖNEMLİ AVANTAJIMIZ OLDU”

Konu sağlık emekçilerinin durumuna, çalışma koşullarına ve verdikleri mücadeleye geldiğinde ise şu değerlendirmelerde bulundu Bacaksız:

“Türkiye’nin pandemi sürecinde en önemli iki avantajından söz edildi. İlki genç nüfus oranıydı. Bu gerçekten sürecin maliyetleri açısından önemli avantajlar sunmuştur. İkinci avantajı ise özellikle pandeminin henüz başlangıç aşamalarında verilecek yoğun acil hizmetinin potansiyelidir. Türkiye’de pandemi öncesinde zaten acile başvuru alışkanlığı oldukça yüksek olduğu için, hastanelerimizin acil hizmet kapasitesi güçlü idi. Avrupa ve Amerika’da hastane acil sistemleri sürece bu düzeyde bir yanıt üretemediği için önemli sıkıntılar yaşanmıştır.

Diğer taraftan ülkemizde cumhuriyet döneminde kamucu sağlık hizmeti açısından tarihsel kazanımlar söz konusudur. Son yıllarda hızlandırılan sağlıkta özelleştirme sürecine karşın halen cumhuriyetin bu kazanımlarının kamucu kırıntıları bile bu süreçte en önemli avantajımız olmuştur. Avrupa ve Amerika da hem sağlıkta özelleştirme sürecinde devasa adımlar atılarak kamucu sağlık hizmeti neredeyse bitme aşamasında olduğu için, bu süreçte ülkemizden çok daha fazla zorlanmışlardır. Tıbbi teknoloji üzerinde yoğunlaşıp, basit tıbbi malzeme üretimini fason – Çinli – gelişmekte olan ülkelere havale ettikleri için, özellikle bu konuda emperyalist ülkeler ciddi sıkıntılar yaşamışlardır.

“ÜLKEMİZİN SAĞLIK EMEKÇİLERİ BU SÜRECİ TÜM ONURUYLA SIRTLADI”

Bu iki boyut üzerinden bakıldığında, ülkemizde sürecin en önemli yükünü sağlık çalışanları sırtlanmıştır. Gerek acil sisteminin organizasyonu, gerek aşırı çalışma koşullarına adaptasyon ve gerekse de sistemin bürokratik dayatıcı niteliği, sağlık çalışanlarının başarısını bu süreçteki mücadelenin neredeyse en önemli kriteri haline getirmiştir. Ülkemiz sağlık emekçileri bu süreci tüm onuruyla sırtlanmış ve çok başarılı bir sınav vermiştir.”

Sağlık emekçilerinin yaşadıkları zorlukları sorduğumuzda ise Bacaksız bizi şöyle yanıtladı:

“Sağlık emekçileri açısından bu süreçte yaşanan zorluklar sırasıyla; hedefsiz mücadele stratejisi, liyakatsiz yap bozcu sağlık yöneticileri, rehber/algoritma uygulama çelişkileri ve verilerin gizlenmesi üzerinden birikmiştir. Bu zeminde tıbbi malzeme eksikleri kimi zaman ciddi sonuçlara yol açabilmiş,  durum ve sorun bildirim kanalları kapatılmış, hak ve hukuk baskın bir biçimde askıya alınabilmiş ve sonuçları önümüzdeki yıllarda ortaya çıkacak ciddi temel sağlık ve psikolojik sorunlar olarak ortaya çıkmıştır.”

“BİLİMSEL VERİLER İKİNCİ DALGANIN TÜM DÜNYADA TEHDİT OLUŞTURABİLECEĞİ YÖNÜNDE”

Uzmanların ikinci dalga uyarılarına ilişkin ise Bacaksız şu değerlendirmede bulundu:

Şu ana kadar ortaya çıkmış tüm bilimsel veriler sonbahar aylarında ikinci bir dalganın tüm dünyada tehdit oluşturabileceği yönündedir. Kuşkusuz, globalleşen dünyada bu süreç oldukça eşitsiz ve dağınık bir biçimde yaşanacaktır. Ülkemizin bu süreçte payına düşebilecek olanları şimdiden kestirmek mümkün görünmemektedir. Çünkü veriler sürekli gizlenmekte ve bilimsel çalışma zeminleri sürekli ortadan kaldırılmaktadır.

Meslek örgütleri, bilimsel platformlar, sendikalar ve ilgili dernekler üzerinden farklı platformlarda ortaya çıkarılabilecek oluşumlar önümüzde süreçte ikinci dalganın maliyetlerinin daha etkin bir biçimde göğüslenmesini sağlayabilecektir. Bu süreçte özellikle yerel yönetimlerle işbirliği önemli bir unsuru oluşturmaktadır.

“BAŞARISIZ BİR SINAV VERİLDİ”

Konu Türkiye’nin salgın ile mücadelesine geldiğinde ise Bacaksız bizi şöyle yanıtladı:

“Başta Sağlık Bakanı’nın iletişim tekniği üzerinden hareketle ve medyada sunulan çerçeve kriterleri ile bakıldığında toplumun önemli bir kesiminde sürecin iyi yönetildiğine dair bir algı söz konusudur. Oysa bu durum hedefi tanımlanmamış bir mücadelede gerçek başarı kriterlerinin yokluğunda sadece güncel bir algı olmaktan öteye geçemeyecektir. Nihayetinde bir süre geçtikten sonra bu anlamdaki tablo çok daha net bir biçimde açığa çıkacaktır.

Pandemi mücadelesinde başarı kriterleri ne başka ülkeler ile bir kıyaslamadan ne de çöküş / ayakta kalma dinamikleri üzerinden belirlenebilir. Her ülkenin kendine özgü koşulları ve yine her ülkede farklı biçimlerde tanımlanmış ayakta kalma / çöküş kriterleri vardır.

Pandemi mücadelesinde başarı kriterleri; bilimsel tanımlama ve hedeflerdeki netlik ve açıklık,  etkilenme düzeyinin dinamik kontrolü ve toplumda geleceğe/ülkeye dönük umut düzeyinin korunup güçlendirilmesidir.

Bu parametrelerden bakıldığında başarısız bir sınav verilmiştir. Tanımlama ve hedeflerde hiçbir netlik yoktur. Etkilenme düzeyi her geçen gün ‘sürü bağışıklığı’ dinamiklerine terkedilmiştir. Geleceğe/ülkeye dönük umut ve inançta bir güçlenme olmamıştır.

Hasta sayısı, ölüm sayısı, iyileşen sayısı, yoğun bakım hastası sayısı vs. gibi günlük veri dizini açısından bakıldığında ise, bir dizi avantajlarımıza karşın tüm dünyada bu süreçten en çok etkilenen, zarar gören ve kayıp veren ülkelerden birisi durumundayız.

Süreç tüm dünyada pandemi ile birlikte yaşanacak sorunların özellikle yerel yönetim kanalları üzerinden çözülebilir olduğuna dair verilerle yüklüdür. Ülkemizde iktidarın kaygıları üzerinden şekillendirilen mücadele sürecinde yerel yönetim hareket ve inisiyatif alanları önemli ölçüde daraltılmıştır. Bu nedenle gerçek bir başarısızlıktan söz etmek mümkündür.

Ülkemizde rakamlar ile açıkça oynanmış, sürecin ticari nitelikleri her zaman ön planda tutulmuştur. Etkilenen milyonlar, hastalanan yüzbinler ve ölen binler önemsizleştirilmiştir.”