En büyük zillet…

Bahçeli’nin TTB karşıtı çıkışı, ortaya çıkan vahim tabloyu örtmek ve karşı saldırı gerçekleştirmekten başka bir anlam taşımamaktadır. Hem de özel hastane patronu Sağlık Bakanı'na ve özel sektörün bu süreçteki rantına laf etmeden, kelle koltukta çalışan sağlık emekçilerine saldırmasının anlamı budur.

Devlet Bahçeli, Millet İttifakı’na laf atmak için siyasi hayata soktuğu zillet kavramını şimdi de TTB karşıtlığının sloganı olarak seçmiş gibi görünüyor.

Sözlükte zillet kelimesinin anlamı hor görülme, aşağılanma, alçalma olarak yazılsa da; anlayabildiğimiz kadarıyla Bahçeli bunu “aşağılık ve alçak” anlamında kullanıyor.

Amacımız kelime anlamı üzerine bir yorum değil elbette. Ancak siyasi hayata giren bu kavramın bize göre ne anlama geldiğini kısaca ifade etmeye çalışacağız.

Öncelikle Bahçeli’nin TTB karşıtlığı üzerinden yaptığı çıkışın çok açık bir şekilde ülkemizdeki sermaye iktidarının savunulmasından başka bir anlam taşımadığını ifade etmek gerekiyor.

Salgın döneminde sağlıkçıları önce alkışlatmaya sonra da dönemsel ve sembolik ücret artışlarıyla avutmaya çalışan AKP iktidarının önüne MHP’lilerin atlaması ise şaşırtıcı değil. Tam anlamıyla sermayenin bekası için canla başla çalışan bu öznelerin bugün kötü durumu gözler önüne seren sağlıkçıları hedef tahtasına oturtmalarının ne anlam ifade ettiğinin ortaya konulması önemli.

Salgının başından itibaren adım adım sermayenin çıkarları için salgın ve sağlık politikalarını yönete(meye)n bir iktidar ile karşı karşıyayız. Tam da AKP iktidarının sağlıkta dönüşüm adı verilen sağlıkta piyasalaşmanın ruhuna uygun olarak salgın döneminde de hastalığı önlemek değil hastaları tedavi etmek öne çıkmış, “bırakınız hasta olsunlar, ölen ölür kalan sağlar bizimdir” politikası uygulanmıştır.

İşte bu açıdan bakıldığında salgının yaygınlaştığı ve toplumsal alanda işçi sınıfının korumasız bir şekilde bırakıldığı bu dönemde Bahçeli’nin TTB karşıtı çıkışı, ortaya çıkan vahim tabloyu örtmek ve karşı saldırı gerçekleştirmekten başka bir anlam taşımamaktadır. Hem de özel hastane patronu Sağlık Bakanı’na ve özel sektörün bu süreçteki rantına laf etmeden, kelle koltukta çalışan sağlık emekçilerine saldırmasının anlamı budur.

MHP’nin ve Bahçeli’nin AKP’yi ve sermaye düzenini kayıtsız şartsız savunduğu başlıklar elbette bunlarla sınırlı değil.

Çok uzağa gitmeyelim. 2002 seçimlerinde emperyalizmin desteği ile iktidara gelen AKP’nin ilk önemli çıkışının ABD’nin Irak işgaline destek vermek ve Türk askerinin 8,5 milyar dolar karşılığında savaşa sokmayı istemek olduğunu henüz unutmadık.

Her söze terör tehdidi ile başlayıp emperyalizmin politikalarını el çabukluğu ile hasıraltı etme kabiliyetine sahip Devlet Bahçeli’nin, 2003 yılında Irak’a asker gönderme ve ABD askerlerinin ülkemize yerleşmesi konusunda çıkartılmak istenen tezkereye Meclis dışından verdiği desteği de unutmadık. 1 Mart’ta tezkerenin Meclis’ten geçmemesi sonrasında Bahçeli, tezkereyi geçiremeyen AKP iktidarını “Türkiye’ye kabul edilecek yabancı askerlerin mevcudiyeti ve emelleri konusunda Türk kamuoyunda oluşan haklı tereddütlerin ortadan kaldırılamamakla” suçlamıştı. Demek ki eğer AKP kamuoyundaki tereddütleri ortadan kaldırabilmiş ve tezkere geçmiş olsaydı Türk askerinin Amerikan çıkarları adına işgalin parçası haline gelmesi Bahçeli açısından sorun olmayacaktı. Ne kadar manidar değil mi?

Türkiye sermayesinin ve AKP iktidarının önemli bir diğer gündemi olan Avrupa Birliği sürecine MHP’nin ve Bahçeli’nin verdiği desteği de unutmadık. AB yerel yönetimlerde özerklik şartı gündemdeyken, küreselleşme adına Türkiye’nin altı üstüne getirilirken ve liberaller AKP’den demokrasi şampiyonu yaratmaya çalışırken AKP’ye sözde muhalefet ederek “AB’ye onurlu üyelik” sloganının arkasına sığınan da Bahçeli ve partisi MHP idi.

Devam edelim. Meclis’ten belki de onlarca kere emperyalizmin çıkarları adına Irak ya da Afganistan’a asker gönderme tezkerelerinin onaylanmasında MHP’nin de adını görürsünüz.

Özelleştirmeler konusuna bakarsanız aynı şeyi görürsünüz. AKP ve MHP’nin milli çıkarlar dedikleri şey yerli ve yabancı sermayedarların çıkarlarından başka bir şey değildir.

Arap sermayesine satılan Telekom’un günümüzdeki içler acısı durumunun mimarları bugün iktidarı paylaşıyorlar ve utanmadan kendilerine “Cumhur ittifakı” adını veriyorlar. Telekom’u yabancı sermayeye satma operasyonunu yapan AKP ise, ondan yıllar önce 2000’lerin başında Telekom üzerinde IMF’nin hegemonya kurmasını sağlayan “niyet mektupları”nı okumadan imza eden kişi ise o dönem yılının Başbakan Yardımcısı Bahçeli idi. Hatta işi o dönem Telekom özelleştirmesine karşı çıkan MHP’li Ulaştırma Bakanı Enis Öksüz’ü istifaya zorlayacak kadar sermayeye bağlı olan Bahçeli’nin bugün de kimin çıkarları için pozisyon aldığı daha kolay anlaşılacaktır.

İş elbette Telekomla sınırlı değil. 22 Aralık 2000 tarihinde IMF’nin 3. Ek Niyet mektubunda Telekom’un, TEKEL’in ve şeker fabrikalarının özelleştirilmesi, tarım destekleme alımlarının 2002 sonuna kadar terk edilmesi, elektrik sektörünün piyasalaştırılması da yer alıyordu. Bunların altında da Bahçeli ve partisi MHP’nin imzası vardı.

2001 yılında bilfiil Amerikan şeker tekeli Cargill tarafından hazırlandığı bilinen tarım arazilerini yabancı şirketlere açan “Endüstri Bölgeleri Yasası” dönemin hükümeti tarafından onaylanırken yine Bahçeli’nin buna onayını görürsünüz.

Üzerinden yıllar geçti ve ülkemizde şeker fabrikaları özelleştirildi. Elbette bu özelleştirmeye MHP’den destek gecikmedi. 12 Mart 2018 tarihinde şeker fabrikalarının özelleştirilmesi hakkında konuşan MHP Grup Başkanvekili Erhan Usta, “Üretim artacaksa Ahmet’te, Mehmet’te olmuş ya da devlette olmuş çok fazla önemi yok. Özelleştirmenin illa karşısında olmak değil, bu kaygılarla hareket edilmeli” dedi.

Devam edebiliriz… Tüm bu yazdıklarımız üzerine her ağzını açtığında “yerli ve mili” edebiyatına sığınanların Tank Palet fabrikasının sermayeye ve Katarlılara peşkeşine ses çıkarmaması şaşırtıcı olmasa gerek. Hatta bir de utanmadan bunu savunuyorlar…

Örnekler saymakla bitmez.

Devlet Bahçeli’nin genel başkanı olduğu MHP’nin temsil ettiği değerler emperyalizme işbirlikçilik, piyasacılığa ve sermaye sınıfına tapınma ve Türk-İslâm sentezi ile bezelidir. MHP’nin tarihi ise sermaye karşıtı ve anti-emperyalist mücadele verenlere karşı emperyalizmin gladyo örgütlenmesi olarak cisimleşmiştir.

İşte şu ana kadar yazdıklarımızın bileşkesini alırsanız “zillet” denilince ne anlaşılması gerektiği belli olur.

Bize göreyse “en büyük zillet” budur…