Dr. Serdar Savaş kimi kandırıyor?

Savaş, AKP’ye karşıymış gibi konuşuyor; ama onlardan hiçbir farkı yok. O da sadık bir özelleştirmeci ve piyasacı.

Dr. Serdar Savaş kimi kandırıyor?

HABER MERKEZİ

Koronavirüs salgını döneminde televizyonlarda boy göstererek AKP’ye muhalif pozisyona yerleşmeye çalışan Dr. Serdar Savaş’ın 1990’lı yıllarda 2000’lerin AKP’sinin yolunu döşeyen politikaların mimarlarından biri olduğunu biliyor muydunuz?

ANAP-DYP iktidarlarında ve Yıldırım Aktuna’nın Sağlık Bakanlığı yaptığı dönemde Bakanlık müşavirliği ve müsteşar yardımcılığı yapan Savaş’ı daha 26 yaşında (1986 yılında) nasıl oluyorsa ilk olarak ANAP’lı Sağlık Bakanı Bülent Akarcalı “keşfediyor” ve Savaş jet hızıyla Türkiye’nin en genç sağlık müdürü olarak Adana’da göreve başlıyor.

Serdar Savaş’ın “keşfedilme” serüveninde ikinci adımda ise Turgut Özal’ın olması pek de şaşırtıcı değil. Bu sefer de 1988 yılında Sağlık Bakanlığı’na müşavir olarak atanan Savaş’ın önü bundan sonra açılmaya başlamıştır. 1991 yılında zamanın Sağlık Bakanı Yaşar Eryılmaz ve Müsteşar Tandoğan Tokgöz tarafından Sağlık Projesi Genel Koordinatörlüğü’ne getirilmiş, akabinde Sağlık Bakanı Yıldırım Aktuna tarafından, 31 yaşındayken Türkiye’nin en genç müsteşar yardımcısı olarak atanmıştır. Savaş’ın bundan sonra yaptıkları ise Türkiye’de AKP iktidarının “Sağlıkta Dönüşüm” adı verdiği sağlıkta piyasalaşma ve özelleştirme dalgasının hazırlık çalışmalarına tam olarak denk düşmektedir.

Bunlar arasında “sağlıkta piyasacı dönüşümün” ilk adımlarının atıldığı Birinci ve İkinci Ulusal Sağlık Kongreleri’nin düzenlenmesi, sağlık sisteminin özelleştirilmesi ve Genel Sağlık Sigortası sistemine geçişin adı olan “Sağlık Reformu Programı”nın ve bunun örtüsü olarak kullanılan “Ulusal Sağlık Politikası”nın hazırlanması bulunuyor.

Savaş’ın bağlantıları sadece ANAP iktidarları ile sınırlı değildir. Aynı zamanda emperyalizmin Türkiye gibi ülkelere dönük ekonomik ve sosyal dayatmalarının odağı olan Dünya Bankası’nın finanse ettiği Birinci Sağlık Projesi’nin uygulanması, İkinci Sağlık Projesi’nin hazırlanması çalışmalarını yürütmüştür. Bu yapılan ise Dünya Bankası’nın Türkiye’de sağlık alanında bazı projeleri finanse etme adı altında sağlıkta ve sosyal güvenlik alanında piyasacı dönüşümü dayatmasından başka bir şey değildir. Bu açıdan Serdar Savaş Dünya Bankası’nın memurluğunu yapmıştır.

Şimdi bugünse Savaş’ın televizyonlara çıkarak sağlık alanına dair konuşması ve AKP iktidarının sağlık politikalarını eleştirmesi ne kadar samimi görülebilir? AKP’nin bu alanlarda attığı tüm liberal, piyasacı ve özelleştirmeci adımların arkasında Savaş’ın da imzası olduğunu okurlarımıza hatırlatmak istiyoruz.

Nasıl mı? Geçmişe biraz mercek tutalım isterseniz

“SAĞLIKTA REFORM” ADI ALTINDA PİYASALAŞMA, YILDIRIM AKTUNA VE SERDAR SAVAŞ

AKP’nin “Sağlıkta Dönüşüm” olarak hayata geçirdiği politikalar birkaç başlıkta cisimleşmişti. Bunları kısaca Genel Sağlık Sigortası’na geçiş, hastanelerin özerkleştirme adında özel sektöre açılması, aile hekimliği adı altında birinci basamak sağlık hizmetlerinin piyasaya güdümlü hale gelmesi, devletin sağlık hizmetlerinden adım adım elini çekerek sadece kamusal niteliğinin tasfiyesi olarak ifade edebiliriz. Bu başlıkların hepsi AKP döneminde hayata geçirildi.

Ancak bu başlıkların hiçbiri AKP iktidarının sıfırdan bulduğu ya da ürettiği başlıklar değildi. Örneğin sağlık ocaklarına ve toplum hekimliğine karşı aile hekimliği sistemini 12 Eylül sonrasında gündeme ilk getiren kişinin YÖK’ün mimarı İhsan Doğramacı olmuştur. Bunun devamında ise Özal’ın başbakan ve Cumhurbaşkanlığı dönemlerinde neo-liberal özelleştirmeci politikalar sonuna kadar uygulanmıştır.

1990’lı yıllarda ise bu politikaları artık uygulama aşamasına getirmek için girişimlerde bulunan ikili Yıldırım Aktuna, Serdar Savaş’tır. Şimdi geçmişe dönerek bu ikilinin nasıl bir faaliyet yürüttüğüne göz atabiliriz.

28 Aralık 1991 yılında Cumhuriyet gazetesinde çıkan habere göre bir derneğin düzenlediği etkinlikte konuşan dönemin ANAP’lı Sağlık Bakanı Yıldırım Aktuna “Ana felsefemize bağlı olarak santralizasyondan desantralizasyona geçmeye çalışıyoruz. Böylece Ankara’daki yetki ve sorumluluklar önemli ölçüde yerel yönetimlere dağıtılacak” diyor. Serdar Savaş’ın da bakanlık danışmanı olarak konuşmacı olduğu etkinlikte Aktuna’nın, Sağlık Bakanlığı’na bağlı hastanelerin önce özerkleştirileceğini, sonra da ekonomilerine göre özelleştirileceğini söylemesi ise yapılmak istenenin boyutunu açıkça gösteriyor. Serdar Savaş bu söylenenlerin ortağıdır.

28.12.1991

Devam edelim…

AKTUNA’DAN İCAZETİ ALAN SAVAŞ’TAN İNCİLER: KÂR ETMEYEN HASTANE KAPANIR

Yıldırım Aktuna’nın açtığı yoldan ilerlemeye başlayan Serdar Savaş’ın 7 Nisan 1992 yılında Cumhuriyet gazetesinde çıkan demecinde söyledikleri ise bugün takındığı kamucu görünümü ile uzaktan yakından ilgisi olmadığını göstermesi açısından manidar:

1992 yılında Türkiye’de hastanelerin yüzde 50’sinin Sağlık Bakanlığı’na bağlı olduğunu ama sürekli zarar ettiklerin söyleyen Savaş, “Yeni sisteme göre başhekimler hastaneleri kâra geçirmeye çalışacaklar. Kâr etmeyen ve kötü hizmet veren hastaneler iflas edecekler” diyor. 1992 yılında artık Sağlık Bakanlığı müsteşar yardımcılığına terfi etmiş olan Savaş, hastanelerin arasında rekabet olmadığı için hizmet kalitesinin düşük olduğunu ve kötü yönetimden hastane personelinin zarar görmediğini, bu nedenle kimsenin bu zarardan rahatsız olmadığını söylüyor. Aynı mülakatta Savaş’ın, yeni sistemde hastanenin zararlarından çalışanların doğrudan etkilenmesini ve zarar eden hastanelerin kapatılmasının öngörüldüğünü ifade etmesi ise kendisindeki liberal, piyasacı ve özelleştirmeci mantığı ortaya koyuyor.

Bu söylenenlerin 2009 yılında dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan’ın TEKEL özelleştirmesine karşı çıkan işçilere “yan gelip yatıyorlar” sözleri ile taşıdığı paralellik, Savaş’ın yaklaşımları ile AKP iktidarının yönelimleri arasında aslında büyük bir fark olmadığını gösteriyor.

07.04.1992

DÜNYA BANKASI HORMONLU YAPISAL DÖNÜŞÜMLER

Aktuna ve Savaş’ın sağlık alanında yaptıkları propagandanın örtüsünü ise yeni sağlık kurumları yapılması, herkese sağlık hizmetlerinin ulaştırılması vb… başlıklar oluşturuyor. Sosyal devletin tasfiyesini ve sağlık hizmetlerinin piyasaya açılması anlamına gelen bir dizi faaliyetin finansmanın yarısının Dünya Bankası’ndan gelmesi ise şaşırtıcı değil.

1992 yılında Serdar Savaş’ın koordinatörlüğünü üstlendiği 1. Sağlık Kalkınma Tasarısı’nın 147 milyon dolarlık bütçesinin Dünya Bankası’ndan karşılandığı görülüyor. 311 tane yeni sağlık kuruluşunun inşasının makyaj olarak kullanıldığı tasarının içindeki şu maddelere okurlarımızın dikkatini çekmek istiyoruz:

– Sağlık hizmetlerinin finansmanının geliştirilmesi, aile hekimliği ve özerk hastaneler gibi sağlık hizmetleri sunan kurumların düzenlenmesi.

– Sağlık Bakanlığı’nın teşkilatlandırılması ile ilgili yönetim reformunun oluşturulması.

20.05.1992

GENEL SAĞLIK SİGORTASININ VE AİLE HEKİMLİĞİNİN “MİMARI” DA SAVAŞ ÇIKTI

Türkiye’de birinci basamak sağlık ocaklarının piyasaya ve ticari ilişkilere açılmasının adı olan aile hekimliği sistemini de gündeme getiren ve sonuna kadar savunan isim de Serdar Savaş.

Savaş aile hekimliğini bireylerin istedikleri hekimi seçme özgürlüğü olarak propaganda ediyor. Hatırlarsanız, aynı propagandayı AKP iktidarı da aile hekimliği sistemine geçerken yapmıştı. “Hekim seçme özgürlüğü” denilen şeyin SSCB yıkıldıktan sonra neo-liberal küreselleşmeci odaklar tarafından icat edilen bir yaklaşım olduğunu ve 1990’lı yıllardan itibaren dünyanın gündemine girdiğini biliyoruz. Ülkemize bu kavramların sokulması ise Serdar Savaş gibi kişiler aracılığı ile oluyor.

Benzeri şekilde sağlık hizmetlerinin finansmanında vergilerden oluşan genel bütçe yerine emekçilerden toplanan sigorta primlerini geçirerek sağlıkta kamunun rolünü adım adım tasfiye eden Genel Sağlık Sigortası’nın mimarları arasında Serdar Savaş’ın olduğunu unutmamak gerekmektedir.

Bunların hepsinin AKP iktidarı tarafından hayata geçirilmiş olması ise bu açıdan şaşırtıcı değildir.

Savaş’ın bu iki başlığa dair yine 1990’lı yıllardaki değerlendirmelerini o günkü gazete küpürlerine bakarak görmemiz mümkün:

18.08.1992

Oysaki hekimler daha o zamanlarda aile hekimliğinin yaratacağı negatif sonuçlara işaret etmekteydiler:

18.08.1992

Genel Sağlık Sigortası da Savaş’ın sonuna kadar savunduğu başlıklardan bir tanesi idi:

AKTUNA’DAN İNCİLER: SAĞLIKTA AŞIRI DEVLETLİLİKTEN KURTULUN

Sağlıkta dönüşüm adına gaza basan Aktuna, Savaş ikilisine başta Türk Tabipleri Birliği olmak üzere tüm sağlık meslek örgütleri ve sendikalardan büyük tepki gelir. Sağlıkta piyasalaşmaya karşı çıkan örgütler ile bakan Aktuna ve kendini sağlıkta piyasacı, özelleştirmeci dönüşümün patronu olarak gören Serdar Savaş arasında gerilim yükselir.

Bu gerilim Sağlık Bakanlığı tarafından dönüşümü dayatmak amacıyla 1993 yılı Nisan ayında düzenlenen İkinci Ulusal Sağlık Kongresi’nde zirveye çıkar ve meslek örgütlerinin hazırladığı bildiriye karşı Yıldırım Aktuna şu sözleri eder:

“Aile hekimliğine karşı çıkılıyor niye. Aile kötü bir şey mi? Özelleştirmeye karşı çıkılıyor. Sağlıkta aşırı devletlilik düşüncesinden kurtulun. Devletin imajı güzeldir, ama bu güzel imaj pratikte uygulamalara yansımaz. İşte Sovyetler Birliği örneği. Sonumuz onlar gibi mi olsun? Özelleştirmelerden ve özel sektörden neden bu kadar korkuluyor? Özel sektör temsilcileri bu vatanın düşmanı mı? Koyu devletçilik sonuçta perişan insanlar demektir.”

13.04.1993

SAVAŞ’TAN İNCİLER: YEMEK FİŞLERİNİZİ İADE EDİN

Meslek örgütleri ve TTB, ikinci gününde “Aktuna’nın vitrin malzemesi olmayacağız” diyerek yasa tasarısını desteklememe ve Kongre’yi terk etme kararı alırlar. Bunun üzerine Serdar Savaş’ın meslektaşlarına karşı söylediği “otel odalarınızı boşaltın ve yemek fişlerinizi iade edin” sözleri hem tarihe geçecek hem de piyasacı mantığını gözler önüne serecek cinstendir. Aynı kişi geçtiğimiz günlerde televizyon ekranında karşısındaki Bilim Kurulu üyelerine “gerizekâlılar” diye hakaret etmiştir.

14.04.1993

İşte bugün karşımıza sözde kamucu bir kimlikle çıkan, işi zaman zaman AKP’nin sağlık politikalarına muhalefet edecek noktaya getiren ama aslında ülkemizde sağlıktaki piyasacı dönüşümün mimarlarından olan bu şahsın aslında AKP’nin liberal ve özelleştirmeci duruşundan hiçbir farkının olmadığının bilinmesi gerekir. AKP iktidarı, tam da bu ve benzeri kişilerin açtığı yollardan ilerleyerek bugünlere gelmiş, onların ülke gündemine getirdikleri başlıkları pratiğe geçirmiştir. 12 Eylül’ün Türkiye kapitalizmi için açtığı yolun yolcularının bugün karşıtmış gibi görünmeleri ise özünde bir aldatmacadan ibarettir.