Dr. Çağatay Tarhan: Koronavirüsün tutunma etkinliği SARS virüsünden 10-20 kat fazla

Dünyada neredeyse tek gündem olan koronavirüse dair merak edilen soruları Dr. Çağatay Tarhan'a yönelttik.

Dr. Çağatay Tarhan: Koronavirüsün tutunma etkinliği SARS virüsünden 10-20 kat fazla

İstanbul Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Çağatay Tarhan, Manifesto‘nun koronavirüs salgını ile ilgili sorularını yanıtladı.

Dün Sağlık Bakanlığı’ndan yapılan açıklamaya göre Türkiye’de koronavirüsten hayatını kaybedenlerin sayısı 131’e, toplam vaka sayısı ise 9 bin 217’ye yükseldi. Dünyada ise salgın sebebiyle hayatını kaybedenlerin sayısı 30 bini aştı.

Dünyada neredeyse tek gündem olan koronavirüse dair merak edilen soruları Dr. Çağatay Tarhan’a yönelttik. Virüsün yayılma hızı, virüsün bulaştığı yaş grubu ve virüsün evrimine ilişkin sorularımıza Tarhan’ın verdiği yanıtlar şöyle:

Öncelikle birçok kişinin merak ettiği soruyu soralım; virüs neden bu kadar hızlı yayıldı?

2003’te ortaya çıkan ilk SARS salgınında 8 ay içinde 8,098 SARS vakası görülmüştü ve bunun 774 ölümle sonuçlanmıştı. Şimdi daha 3-4 ayda 678 bin vaka ve 30 binin üzerinde ölümle karşı karşıyayız. İkisinin arasındaki fark çok açık. Hazırlıksız olma, ciddiye almama, gerekli politikaları hızlıca devreye sokmama, sağlık sisteminin yetersizliklerinin yanı sıra bu temel farkın elbette biyolojik nedenleri de var. Bu nedenlerinden biri virüsün belirti vermeden bulaşma özelliği göstermesi. Bu kendine özgü bir kuluçka/çoğalma evresine işaret ediyor ve bunun mekanizmasını henüz bilmiyoruz. Bir diğer fark virüsün tutunma proteininin yapısından kaynaklanıyor. Yapılan çalışmalara göre bu tutunma etkinliği örneğin ilk SARS virüsünden 10-20 kat fazla. Bir de bu bölgede insandaki özel bir enzimin tanıyıp kesime uğrattığı bir kısım var. Bu enzim diğer organlarda da bulunduğu için virüs potansiyel olarak bir seferde farklı organlara etki edebilir. Tüm bu etkenler virüsün hızlı yayılmasından sorumlu gibi görünüyor. Fakat biyolojik mekanizmaya ilişkin daha net şeyler söylemek için daha çok çalışma yapılması gerekiyor.

Koronavirüs ortaya çıktığında belli yerlerde, belli yaş gruplarında daha çok etkili olduğu belirtilmişti. Ancak süreç içinde tablo değişti, her yerde ve her yaş grubuna sirayet etti. Bunun nedeni ne olabilir?

Genel olarak bakıldığında bu tip hastalıklarda yaşlı nüfus tehdit atlında oluyor aslında. Bu da bağışıklık sisteminin de yaşlanmasıyla ilgili. Şimdi SARS-CoV-2 vakalardaki dağılım da bunu destekliyor. Fakat süreç ilerledikçe biz bu hastalık yapma yaş yelpazesinin sınırlarını görmeye başlıyoruz. Örneğin Kore’deki ölümlerin %20’si 60 yaş altındaki insanlar. New York’ta hastaneye kaldırılan insanların %54’ü 18-49 yaş aralığında. Los Angeles’ta 18 yaşın altında bir kişinin hastalıktan ölmesi var. Dolayısıyla deneyimledikçe öğreniyoruz ve gençler bulaştırıcı asıl olarak yaşlıları etkiliyor ezberinden vazgeçmemiz gerekiyor. Şimdi daha genç nüfusta da görülmesinin nedeni bu insanlarda altta yatan kronik rahatsızlıkların olması mıdır (ki genç nüfus içinde durumu böyle olmayan vakalar da var), yoksa bu genç kişilerin sosyal izolasyona daha az dikkat ettiği için yüksek enfektif doza, viral yüke maruz kalmasından mıdır, ya da virüsün doğası zaten böyle olduğundan mıdır, yoksa virüsün geçirdiği değişimlerle mi ilgilidir kesin olarak bir şey söylemek zor. Kimi hekimler obezite oranlarını verip bu insanların daha güçlükle nefes aldığını bir etken olabileceğini bile söylüyor. Vakaların ve ölümlerin yaş dağılımı ve virüsün enfeksiyon mekanizması çözüldükçe bunu daha iyi anlayabileceğiz.

SARS-CoV-2’nin yapısının belirlenmesinde çeşitli çalışmalar yapıldığını biliyoruz. Son olarak virüsün evrimine ilişkin yeni mutasyonlar olduğunu siz de sosyal medya hesabınızdan paylaştınız. Bunun nasıl bir etkisi olacak, biraz açar mısınız?

Virüste mutasyonlar oluyor, bu onun yapısı nedeniyle kaçınılmaz bir durum. En son bilebildiğim kadarıyla 2000’in üzerinde virüs dizi karşılaştırıldı. Bu sayı giderek artacak. O zaman daha bütünlüklü bir tablo elde edeceğiz. Virüs popülasyonları gittikleri yerlerde farklı evrimleşme seyri izleyebiliyor. Bu sayede de virüsün o ülkeye nereden geldiğini, nereye, ne zaman geçtiğini takip edebiliyoruz. Yol haritası vermesinin yanı sıra bu mutasyonlar virüsün biyolojisini, ona karşı geliştirilecek ilaç ya da aşıları etkilemesi bakımından da önemli. Karşımızdaki virüs genel itibariyle kararlı bir yapı, yani çok ciddi değişimlere çok izin vermiyor gibi görünüyor. Yine de sürekli izleniyor. Bununla ilgili kurulmuş, sürekli güncellenen, kamuya açık siteler var. Koronavirüslerin mutasyon geçirme hızı bazı başka tip virüslerle karşılaştırıldığında çok hızlı değil. Bu nedenle aşı geliştirme çalışmalarında ciddi bir risk oluşturabileceğine pek ihtimal verilmiyor. Şimdiye dek virüsün bulaşıcılığını, öldürücülüğünü arttıran bir değişimle karşılaşmış değiliz. Böyle gidecek gibi görünüyor

Türkiye’de moleküler biyoloji ve genetik alanında salgınla ilgili herhangi bir çalışma yapılıyor mu?

Aşı geliştirilmesiyle ilgili bazı girişimler var. Test geliştirmeyle ilgili çalışmalar yapan ve hatta kitler üretenler var. Bunlar elbette önemli ama dağınık vaziyette, çok organize gitmiyor. Bunu düzenleyici, gruplar arasında iletişimi sağlayıcı bir üst kurum gerekli. Öte yandan mesela Türkiye’deki hastalardan elde edilen virüslerin genomları dizilenmiyor. Bu, büyük bir eksiklik. Türkiye’ye nereden, kaç farklı kaynaktan girdi, buradan nerelere gitti bunu anlamak için bu çalışmalar yapılmalı. Henüz böyle bir girişim yok.

Korona Bilim Kurulu üyesi Prof. Mehmet Ceyhan bir televizyon programında “Virüsleri Allah yarattı, insanları öldürsün besin kaynakları yetsin diye” dedi, başka yerlerde “Türk geni” kavramı ortaya atıldı. Bunlara benzer gerici söylemlerin ardı arkası kesilmiyor. Türkiye’de bilim kime emanet?

Doğal fenomenleri böyle araçsallaştırmak, insanı merkeze alıp doğadaki etmenlerin ona bir şeyleri anlatmak, hatırlatmak ya da düzenlemek için var olduğunu söylemek bilimsel bir bakış açısı değil. Buradan depremlerin bize insanların azgınlaşmasının bir bedeli, cezası ya da işte bir uyarısı olarak gerçekleştiği açıklamasına da varabilirsiniz. Üstüne üstlük insan ortaya çıkmadan önce de virüsler vardı, biz yok olduktan sonra da kalacaklar. Varoluş durumları bizimle sınırlı ve ilgili değil. Doğadaki olgular, doğadaki ilişkiler, mekanizmalar ve yasalar çerçevesinde açıklanmak zorundadır. Bilim tarihi bize bundan başka bir şey söylemiyor. Malthus’un söylediği, kaynakların kısıtlı olması ve nüfusun geometrik artışı kavrayışı üzerinden sanayi devrimi geçti ve mesela kapitalizmin krizleri üretememe yüzünden değil aşırı üretimle ilişkilendiriyor. Öte yandan eğer Malthus veri alınıp hareket ediliyorsa onun vardığı yer yoksul kesimlere yardımdan vazgeçilmesi ve örneğin hastalıklar söz konusu olduğunda yoksulların tedaviden mahrum edilerek kendi hallerine bırakılması. O bakımdan da pek iyi bir örnek değil. Velhasıl her ne niyetle söylenmiş olsun bunun bilim dışı bir argüman olduğu açık.