Doğanın dersi

Her olay karmaşık oluşum sürecinde meydana geldiği halde, her nedense bizler salt olay üzerinde dururuz ve olayı def etmeye yelteniriz. Olayın oluşumu anlaşılmadan, salt olaya yoğunlaşıp onu def etmeye çalışmak, yanlış hedefle mücadele etmektir. Bu yöntem insanlığa ne anlamlı bir öğreti sağlar ne de geleceği garantiler. İçinden geçtiğimiz Corona olayı da böyle bir süreçte ilerliyor... View Article

Her olay karmaşık oluşum sürecinde meydana geldiği halde, her nedense bizler salt olay üzerinde dururuz ve olayı def etmeye yelteniriz. Olayın oluşumu anlaşılmadan, salt olaya yoğunlaşıp onu def etmeye çalışmak, yanlış hedefle mücadele etmektir. Bu yöntem insanlığa ne anlamlı bir öğreti sağlar ne de geleceği garantiler. İçinden geçtiğimiz Corona olayı da böyle bir süreçte ilerliyor ve öyle zannediyorum ki, bu dahi bizlere bir şeyler dahi fısıldamadan geçip gidecek ve belki de 10 – 20 yıl sonra farklı boyutta tekrar karşımıza çıkacak, çünkü oluşumun esasını ele almadık, bir türlü almaya da yeltenmiyoruz.

İnsanlığın ulaştığı bilgi düzeyi, kuşkusuz başarıdır. Ancak doğa bilgisinin henüz birinci ya da ikinci katlarında olduğumuzu hiç aklımıza getirmeme şımarıklığı ile doğayla, hatta genetikle adeta eş güçler olarak uğraşıyoruz. Oysa bugünkü bilgilerimizle henüz sıkça kullandığımız bazı ilaçların ya da tıbbî müdahalelerin dahi uzun yıllar sonrasındaki sonuçlarını bilimsel değil, ancak istatistiksel bilgilerle elde edebiliyorsak, bilgi düzeyi olarak oldukça alt düzeylerdeyiz demektir. Bu kıt bilgimizin sermaye gücü ile birleşmiş hali insanlığı küresel felaketlere savururken dahi, salt sonucu temizlemeye yeltenip, ana sorunu ihmal ediyoruz. Bu gidişat tam bir gaflettir!

Bilgi hazinemiz dikey bilgi anıtının henüz alt katlarında olmakla beraber, bu kadarlık bilginin kullanımı da yatay olarak toplumsal kütlenin çok küçük bir bölümünün hizmetindedir. Bu çarpıklık bir yandan bilginin birikim yön ve hızını bir avuç azınlık lehine, fakat toplumsal çıkarlar aleyhine şekillendirmekte, diğer yandan da sürüp giden toplumsal sorunlar yanında, belirli aralıklarla yaşadığımız toplumsal felaketlere yol açmaktadır. Ne ilginçtir ki, bilginin oluşturulması ve kullanımı toplumsal yarar doğrultusunda değil de, bir avuç sermaye çıkarı doğrultusunda gerçekleştirilince yaşanan acılar çoğu durumda varsıl ile yoksulu aynı şiddette vurabiliyor. Bu durumu algılayıp, üzerinde biraz olsun düşünmemiz gerekmez mi! Doğanın adaletini bir anlayabilsek; insan ve toplum yararı ve davranışına kapitalizmin değil, doğa yasalarının uygun olduğunu bir anlayabilsek, o zaman bir ormandaki ağaçlar kadar bir arada güvenle özgürlüğümüzü tadabiliriz.

Herkese, her ulusa diz çöktüren mikro varlık belki de biz insanoğluna bir ders vermektedir. Gözle görülmez varlığın sihirli ilerleyişi ne zengin dinliyor, ne yoksul. Bu sihirli varlığın karşısında paranın değeri yok, fakat bir şeyin değeri çok yüksek: akıl. Bu mücadelede akılla yürünecek yol insanlığı başarıya götürür. Ancak işin püf noktası şudur: akıl tüm insanlığa eşit hizmet etmelidir. Akıl yolu ile geliştirdiğimiz davranış kalıpları –izolasyon- ve akıl yolu ile bulunan her ilaç ya da aşı mali koşullardan bağımsız olarak her potansiyel hastaya eşit uygulanmalıdır, zira aksi durumda varsılın korunması kesin olmayabilir. Tedavi edilmeyen her bir yoksul birkaç varsılı hasta edebilir. Bu varlık bizlere öyle bir ders verdi ki: tüm kararların toplumsal olması ve tüm toplumu kapsaması gerekir. Varsıl kesimin kendi gurubu lehine alacağı bir karar, ileride ne zaman ve nasıl bir maliyetle bizzat varsıl guruba dönebileceğini kestiremeyiz. Hal böyle olunca, tüm kararlar kolektif ve tüm toplumun yararı doğrultusunda alınmak durumundadır.

Kararların böyle bir kolektif davranış kalıbında alınmasının temel koşulu bizi ekonomik sistemin sorununa taşır. Yukarıda verilen kısa açıklama gösterdi ki, gerek bilgi oluşturma hızı ve yönü, gerek bilginin kullanım alanı ve amacı toplumsal olmak zorundadır, aksi durumda ortaya çıkabilecek öngörülememiş sorunlar önlenememekte ve varsıllığın ve gücün engelleyemediği biçimde tüm kesimleri etkilemektedir. Uluslararası anlamsız üretim ve tüketim yarışı ile ozonu delebiliyoruz, küre elimizde kayıyor, iklimler değişiyor, kutuplarda eriyen buzullar orta alanlarda erime sıcaklığını emerek yeni bir buzul dönemine yol açıyor, bilimsel zafer naralarıyla bitkilerin genetik yapısını değiştirdiğimizde öngörmediğimiz hastalıklar toplumlarda yayılıyor, vs..

Peki, bütün bunlara saf insan aklı mı, yoksa sistemlerin tetiklediği insan dürtüsünün emrine sokulmuş olan insan zekâsı mı sebep oluyor? Akıl basiretle işlerlik kazanır. Zekâ ise bağımsız çalışabilen maharet, beceri, hatta kurnazlık ve hırsla beslenir ve işlevlendirildiği doğrultuda çalışır. Erdem sözcüğü akıl ile ilgilidir, zekâ ile değil! Tarih, bazı siyasetçilerin insanlığın zararına çeşitli siyasi zekâ oyunları ile bir süre iktidarda kalma başarısı göstererek insanlığı zehirlediğini göstermiş ve göstermektedir!

Bu süzgeci işletirsek kapitalizmin insanlığa ne kattığını kısaca aklımızdan geçirelim. İşte son örnek; sistemin başımıza sardığı ve belki de milyonlara varacak acı ölüm olayıyla zorla denetleyebileceğimiz son sağlık sorunu! Nüfusun bu denli artışına karşın, gelir dağılımının inanılmaz bozukluğu, yoksul bölgelerde insanları her bulduklarını yeme zorunda bırakırken, sonuçların Avrupa ve ABD merkezlerinde varsılları da vuracağı, durum ortaya çıkıncaya kadar hiç düşünülmedi. Çünkü kapitalizm insanları ve toplumları izole ve mikro birimler olarak algılar ve algılatır. Kapitalizm tarihsel süreçleri de kendi içinde izole olarak algılar ve algılatır. Örneğin, günümüzde ABD, ne salt bugünkü varsıllığı ile, ne de piyasa işlemleri görüntüsü altında sömürdüğü çevresel ekonomilerden bağımsız olarak kapitalizmin oluşturduğu varsıllığın sembolü olarak görülebilir. ABD’nin bugünkü düzeyi tarihteki sömürgecilik ve günümüzdeki çevresel ekonomiler ile birlikte değerlendirilip, vitrine koyulmalıdır. Bu yöntemde, ne ABD ne de sair kapitalist merkezler bugünkü zenginliklerinin gerçek emekçisi ya da sahibi olarak ğörülebilir!

Kısacası, küresel ve toplumsal olarak tüm bilimsel ve fiziksel çabalarımızı etken –bir piyasa söylemi olan etkin karşıtı–  kılabilmek için meseleye coğrafî bağlamda ülkesel değil küresel, sosyolojik bağlamda da bireysel değil toplumsal bakmak gerekmektedir. Şimdiye dek işlerin neden tam ters seyrettiğinin sebebi kapitalizmin varsıllığı merkezde toplayıcı küresel hâkimiyetidir. Günümüzde sağlık sorunu ile cebelleştiğimize göre, sağlıkla ilgili bir haberle bugünü kapatalım. ABD fert başına en yüksek sağlık harcaması yapan ülkedir. Peki, çeşitli ölçütlerle ABD sağlık hizmetlerinde en önde midir? Hayır! Peki, hangi ülke ya da yöre öndedir? Biri, malûm, Küba; diğeri ise Hindistan’ın güney-batı eyaletindeki Kerala’dır. Bu iki yörenin diğerlerinden farkı nedir? Çok basit; bu yöreler sosyalist sistemle yönetilmektedir, bilim ve bilgi yumağı sermaye çıkarına değil, toplum halk yararınadır, tedavi edici sağlık sistemi de ihmal edilmeden, koruyucu sağlık sisteminin güçlü olarak öne çıkarılmasıdır.

Umalım, güçlü düşüncelerle aydınlık ufuklara yelken açarız!