Birey, kapitalizm ve sosyal medya olumsuzlaması

Birey, kapitalizm ve sosyal medya olumsuzlaması

19-07-2020 13:57

Kitle iletişim araçlarının yaşamımızda çok hızlı ulaşılabilirliği, iletişimin kendisini aynı oranda kolaylaştırdığını söylemek kolay değil. Aksine, genç kuşaklara bakıldığında daha çıplak bir biçimde görülen iletişimin olağanca zayıfladığı bir durum var. Elbette bu kitle iletişim araçları ve sosyal medyadan da ziyade başka toplumsal-siyasal süreçlerle bağlantılı. İletişim araçlarının bu süreci besleyen önemli bir nokta olduğu da not edilmeli.

HASRET ALESTA

Dijitalizm ve internetin çok yaygın kullanılmaya başlamasıyla birlikte bir dizi tartışma ortaya çıkmış durumda. Sosyal medya ise burada en önemli başlıklardan birisi. Toplumsal, politik, psikolojik, ahlaki gibi birçok alandan yana olumlu ve olumsuz yönleriyle birlikte tartışmaların bittiğini söylemek kolay değil. İlk elden üzerine tartışılabilecek olan mevcut haliyle ortaya çıkan tablo… Bu tabloda sosyal medyanın iletişimi çok kolaylaştırdığı, iletişimi kitleselleştirdiği, sosyalleştirdiği, herhangi bir konuda örgütlenme olanakları yarattığı, özgürleştirdiği, büyük toplumsal hareketlere zeminler sunduğu gibi… Keza bunlarla birlikte iletişimsizleştirdiği, yalnızlaştırdığı, yapay bir sosyallik sunduğu, örgütlenmelere ket vurduğu, köleleştirdiği, büyük toplumsal hareketlerin ortaya çıkmasını engellediği gibi…Yine buradan yana depresyona, bağımlılığa, patolojik vakalara, zorbalıklara yol açtığı…

SOSYAL MEDYA NEREYE OTURUR?

‘’Wikipedia gibi ansiklopedilerden “en son bilgileri” aldıklarını sananlar, bilimsel bilginin dolaşımda olduğu dili bilmeyen ve okuduğunu “karmaşık bulup anlamayan çevreler, elbette bizim ilkokul ve ortaokul döneminde başvurduğumuz “paketlenmiş bilgilerin” olduğu ansiklopedilere başvururlar; sonuç da ne yazık ki, bu tür ansiklopedik bilgileri ve bu bilgileri üretip yayanların ideolojik ve biliş yönetimi malzemelerini (ürünlerini) üniversitelere sokar ve yayarlar. Bir de bakarsınız ki, iletişim fakültelerinde, dilin ne olduğunu bilmeyenler tarafından “vücut dili”, iletişimin ne olduğunu bilmeyenler tarafından “iletişimsizlik”, egemen baskıları meşrulaştırmanın ne olduğunu bilmeyenler tarafından “iletişim çökmesi,” iletişimin ve araçlarının sosyalin bütünleşik parçası olduğunu bilmeyenler tarafından, “sosyal medya” gibi işlevsel-uydurular yayılmaya başlar.’’ 1*

Sosyal olmayan bir iletişim biçimi veya aracı zaten düşünülemezken bu ismin bir oynaklığa sahip olduğunu baştan söylemek gerekir. Tarihte bugüne kadar ortaya çıkmış olan iletişim araçlarından hangisi bu anlamıyla ‘’sosyal’’ değildir? İçeriğin kullanıcılar tarafından üretiliyor olması da bir ayrım noktası olamaz çünkü tüm iletişim araçları kullanıcılar tarafından üretilmişti. Bilgisayar ve internet, tüm diğer medya gibi toplumsal olana aittir. İnternet, tüm toplumsal başlıklar için yoğun ideolojik ve endüstriyel pazarlama aracıdır. Siber uzay, insanlık tarihinde en yoğun kontrolün olduğu, fakat sonsuz özgürlüğün var olduğu sanıldığı bir alandır. 2*

Elbette ki Guy Debord’un “Gösteri Toplumu” için sosyal medya bambaşka bir yere oturuyor. İmgelerin aracılık ettiği toplumsal bir ilişkiyle birbiriyle ilişki kuranları ifade eden “gösteri” toplum için yeniden kendisini bir pazarlama haline dönüşmüştür. A Touraine’nin deyimiyle programlanıyoruz. J. Bauldrillard’in post-modern yorumuyla bakıldığında sosyal medya kullanıcılarına simüle edilmiş bir dünya yaratmıştır.

Kitle iletişim araçlarının yaşamımızda çok hızlı ulaşılabilirliği, iletişimin kendisini aynı oranda kolaylaştırdığını söylemek kolay değil. Aksine, genç kuşaklara bakıldığında daha çıplak bir biçimde görülen iletişimin olağanca zayıfladığı bir durum var. Elbette bu kitle iletişim araçları ve sosyal medyadan da ziyade başka toplumsal-siyasal süreçlerle bağlantılı. İletişim araçlarının bu süreci besleyen önemli bir nokta olduğu da not edilmeli.

Emperyalizmin, reel sosyalizmin çözülüşünün ardından ideolojik saldırılarının en temelini oluşturan ‘’küreselleşme’’ tezleriyle birlikte tartışılan sosyal medya yanlış eksene oturtulur. Küreselleşme, sermayenin dolaşımını sınırlarının kalkmasını ifade eder. Sosyal medya da aynı düzleme sahiptir. Küreselleşme, global bir köy haline gelme, sınırların ortadan kalkması gibi tezlerle birlikte gelen; ideolojilerin, tarihin sonuna gelindiği, artık bireyin özgürleştiği, toplumsal varlık olarak değil, birey olarak ortaya çıktığını da ifade eden yaklaşımlar neo-liberal politikaların bir sonucuydu. Hobbes’tan beri kapitalizm, ‘’atomize birey’i hem doğal süreçleriyle yaratmakta hem de tüm ideolojik-siyasal hamleleriyle bunu beslemekteydi. Bugün sosyal medyanın tartışılabilmesi için bir parametre de budur; Sosyal medyada özgürleşen bireyler!

Sosyal medya katılımcı olduğu yalandır. Sosyal medyada odak noktalarını, dikkati ve görünürlüğü merkezileştiren ve siyaseti şekillendiren büyük firmalar vardır. İşletme grupları, pazarlama stratejileri ve burjuvazinin akademisyenleri sosyal medyanın ne kadar demokratik olduğu konusunda sürekli sözler eder ama kapitalizmden söz etmezler. Bir ticari süreç olarak sosyal medyada, reklamcılara meta olarak satılan, kullanıcı davranışları hakkında verilerle birlikte aslında internet kullanıcılarının ödenmemiş emeğinin sömürüsüne dayalı bir sermaye birikim modelleri vardır. Hedefli reklamcılık ve ekonomik gözetim bu birikim modelinin kritik noktalarıdır. Sosyal medyanın sınıf karakteri bu biçimdeyken, bu dolayımlar içerisinde bireyden ve özgürlükten söz etmek ise en hafif tabirle körlüktür.* 3

ASOSYAL MEDYA

İletişimin asıl süreci yüz yüzedir. İnsan sosyal bir varlık olarak bu sosyalliği içerisinde tüm sorunlarını çözer. Sosyal medyanın ise tam aksine bir şekilde depresyon, umutsuzluk, karamsarlık gibi duyguları çokça beslediği yönündeki tartışmalar ise bize bugünkü tabloya baktığımızda doğru gözükmektedir. Yalnızlaştırıcı, yabancılaştırıcı etkisi de özellikle gençliğin ciddi bir sorunu olarak karşısında duruyor. Bir kimliksizleşme veya yapay kimlikler üzerinden var olmaya çalışan gençlik için geçici bir ilaç gibi dursa da yaşamın gerçekleri ile karşı karşıya kalındığında sosyal medyadaki yarattıkları hayali kimlik veya oradan yalnızca pazarlamak için öğrendikleri sınırlı bilgi onları yetersizliğe sürükleyecektir. Bugün yaşanan tablo aşağı yukarı böyledir. Özellikle gençlik, yalnızlaşma ve depresyona sosyal medya kullanımıyla beraber daha fazla itilmektedir. Düzenin ‘’hiçleştirdiği’’ insanların, bir varoluş arayışını buralarda ifade etmesi ise ciddi bir kimlik bunalımını doğuruyor. İnsan, toplumsal bir varlık olarak, tüm sorunlarını yine o toplumsallık-sosyallik- içerisinde çözebiliyor. Bunun da en net ifadesi fiziki temasla, doğrudan hissedebilmekle orantılıdır. Bu sebeple, sosyalleştirilenlerin değil, yalnızlaştırılanların medyası çıkıyor karşımıza…

İnsan fiziksel varlığını sürdürebilmesi için üretmesi ve bunu sürekli olarak yapması gerekir, yeniden üretim süreci bunu ifade eder. İnsan ilk olarak temel ihtiyaçlarını karşılar. Bu zorunlu ihtiyaçları karşılayarak insan fiziksel düzlemde kendisini üretir ve bunu sürekli yaparak yeniden üretir. Üretim ve yeniden üretim hem fiziksel varlığın sürdürülmesi hem de bunun için gerekli faaliyetlerin yapılmasını gerektirir. Dolayısıyla üretimle insan hem kendini hem de yaşam koşullarını, yapıp ettiği şeylerin bütününü üretir. Kendi fiziksel varlığını sürdürmek için sürekli üretim yapan insan aynı zamanda düşünsel olanı da bu şekilde üretir. Düşünsel olan insanın kendini ve üretimini kendine anlatması ve buna uygun bir şekilde faaliyetlerini düzenlemesini getirir. Fakat düşünce taşıyan insan kendini üretmede araç kullanarak -Homo Faber- ve plan yaparak kendini ve koşullarını değiştirebilir. İnsan, kendi tarihini üretim faaliyetleriyle biçimlendiren bir varlıktır. Dolayısıyla, insan dediğimizde kendi tarihini kendisi istediği biçimde yapan ve yalnız ve kendinden menkul bir varlıktan bahsedemeyiz. İnsan, tarihini örgütlü birliktelikle yaratan sosyalleşmiş varlıktan bahsediyoruz. Bu sosyalleşmiş varlığın birey, özgür, bağımsız olması ancak ve ancak toplumdan geçerek, toplum yoluyla olur. Toplum dışında, toplumdan bağımsız birey, kişilik, bağımsızlık, özgürlük vb. süreçler ortaya çıkmaz.

Dolayısıyla sosyal medya bir yanıyla da bir gerçekliğin kırılmalı yansıması olarak bu düşünsel üretim sürecinde ciddi bir post-modern dağınıkla yol açmaktadır. Ve kendisine yabancılaştığı bir evreye gelir. Toplumsal süreçlerle egemenler tarafından kuşatılan birey, gittikçe çürümeye başlar. Ve “katı olan her şeyin buharlaştığı” bir dönem tarif edilecekse belki de zirvesini yaşadığımızı söylemek abartı sayılmamalı. Tam da bu yüzden insanlık bir kırılma noktasına doğru ilerlemekte bu süreçle birlikte. Birbirine karşıt duran bu iki durum aslında bir bütünü de ortaya çıkartıyor. Sosyal medyaya dair olan her şey, sosyal medyanın özsel yanından değil; toplumsal olandan yana tartışılmak zorunda dolayısıyla.

Popüler olanla, bir diğer deyişle popüler kültür ile birlikte sosyal medya iyice başka bir şeye dönüşüyor. “Tüketici eğer popülere katılmazsa veya kazara popüleri yakalayamazsa popüler bir şekilde tedirgin edilir ve tedirgin hisseder; huzursuzdur: Makyajı bittiği için, kendi olmayan kendini kendine ve başkalarına göstermeme telaşındaki popüler kullanıcı popüler makyajını alıncaya kadar gergindir, acı çeker. Popülerini alır, sürer ve rahatlar. Bu her gün veya periyodik olarak tekrarlanır. Böylece popülerini eksik etmeyen tüketici gülümseyerek hem popülerle kendini bulur hem de popüler olanın satışına katılır. Bu satışta kendi vücudu ve kendi ruhu en önde gelen taşıyıcıdır. Popüler pazar madde bağımlı duruma gelmiş popüler kullanıcıyı özgürlük mitleriyle besler. Popüler siyasal, ekonomik ve kültürel pazarda emeğiyle üretime ve dağıtıma katılan ve bölüşümden ona verilenle serbest köleliği garantilenen insan popüler olmayan kendine kendi olarak bakmaktan korkar; kendini kendinden çalan popülerlere kurtarıcı olarak sarılıp özgürlüğünü, kimliğini ve kendini bulup rahatlar: Bu yolla kendinin sandığı “önemli kendi” olur insan. Bunu her gün sürekli yapmak zorundadır.” 4*

SOSYAL MEDYANIN TOPLUMSAL ETKİLERİ VE DEĞİŞİM UMMAK

Sosyal medyanın toplumsal alandaki etkilerinin sanılanın aksine sınırlı olduğu da ortadadır. Klasik örneklerle tekrarlanan Arap Baharı ve Haziran Direnişi özgünlüğünü korumakla beraber tablo tam olarak da böyle değildir. Harold. D. Lazarsfeld, “sınırlı etkiler” yaklaşımıyla iletişim araçlarıyla kitlelere sunulan mesajların sanıldığı gibi bir etkisinin olmadığı görüşüyle propaganda yaklaşımına karşı antitezini oluşturur. Lazarsfeld, ABD’deki seçimlerde seçmenlerin oy verme davranışı üzerine bir çalışma yapar. Ona göre medyanın -bize göre sosyal medyanın- sanıldığı gibi uzun salınımlı bir etkisi yoktur, sınırlı bir etkisi vardır. Yüz yüze kurulan iletişimlerin, seçimlerimizi, düşünce ve eylemlerimizi yönlendirmekte olduğu daha çok önemsenir. Bu açıdan sosyal medya araçlarıyla ulaştırılan iletilerin ne kadarı kitlelerin düşünce ve eylemlerini yönlendiriyordu? Yönlendirmenin etkisi, insanlar üzerinde ne kadar sürüyordu? Milyon tane takipçisi bulunan kişiler, takipçilerinin hepsini aynı derecede mi etkiliyordu? Bu türlü bir kıyas, yüz yüze kurulan iletişimin gücünü düşünmek için yeterli görülebilir. 5*

Sosyal medya ile birlikte fikirlerin toplumsal ölçekte değişebileceğini beklemek ise öznel ve tekil örnekler dışında hiçbir şey değilse de saflıktır. Çünkü en temel gerçek olan şey, maddi olanın bilinci şekillendirdiğidir. İnsan toplumsal bir varlık olarak, bilincini de o toplumsal ilişkilerin dolayımlarıyla ediniyor. “Egemen sınıfın düşünceleri, bütün çağlarda egemen düşüncelerdir. Başka bir deyişle toplumun egemen maddi gücü olan sınıf aynı zamanda egemen zihinsel güçtür. Maddi üretim araçlarını elinde bulunduran sınıf zihinsel üretim araçlarını da elinde bulundurur, bunlar o kadar iç içe girmiş durumdadırlar ki kendilerine zihinsel üretim araçları verilmeyenlerin düşünceleri de aynı zamanda bu egemen sınıfa bağımlıdır. Egemen düşünceler egemen maddi ilişkilerin fiziksel ifadelerinden başka bir şey değildir.” 6*

Dolayısıyla sosyal medyadan gerçekleşecek bir dönüşüm beklemek; düzenin büyük bir toplumsal, ideolojik, siyasal mekanizmasını yadsımak anlamına geliyor. Buradan yana en ileri konuşulabilecek şey ise, Gramsci’nin kültürel alandaki ‘’hegemonya’’sı üzerinedir. Bu ise kendi başına yine sorunludur çünkü sosyal medyada kuracağınız bir hegemonya ancak, sosyal medyanın dışında yani yaşamın içerisinde kurabildiğiniz bir hegemonya varsa anlamlıdır ve gerçektir. Bu da son dönemden buna benzer bir çabaya örnek vereceksek, ‘’İsimsizler’’ ile değil, adıyla sanıyla bilinen toplumsal güçlerle mümkündür. Deniyorsa ki, karşı karşıya koymak zorunda değiliz, elbette haklıdır. Ama asıl işimiz bu mudur sorusunun yanıtı ise çok açıktır. Çünkü devrim tweet atılmayacak!

“Sosyal medya devrimlere veya protestolara neden olmaz. Onlar, günümüz toplumunun çelişkileri ve güç yapıları içine gömülüdür. Bu aynı zamanda, bu medyanın yaygın olduğu toplumda, kargaşa ve devrim durumlarının tamamen önemsiz olmadığı anlamına gelir. Sosyal medya çelişkili toplumlarda çelişkili özelliklere sahiptir. İsyanları muhakkak ve kendiliğinden desteklemez/güçlendirmez veya zayıflatmaz/sınırlandırmaz, daha çok devlet, ideoloji, kapitalizm ve diğer medya tarafından etkilerle çelişerek ayakta duran çelişkili potansiyelleri ortaya çıkarır.” 7*

Bol bol verilen Haziran Direnişi örneği de buraya bir örnektir. Haziran Direnişi’ni ortaya çıkartan tüm toplumsal, politik süreçler sosyal medya ile ilk başlarda ivme kazanmış ama sonrasında ayağına takılan bir noktaya kadar sürüklenmiştir. O noktadan sonra devreye girmesi gereken, yükselen toplumsal hareketin ileriye taşınması ve kalıcı mevzilerin elde edilmesiyken, her toplumsal hareketin doğası gereği olduğu gibi geriye çekilmesini izlemiş ve elde neredeyse hiçbir şey sosyal medya açısından kalmamıştır. Sosyal medyaya yüklenen anlamın kendisi buradan yana yanlıştır.

Günümüzde insanların kendi yaşam pratiklerinin dışında kalan olayları anlamlandırmalarında medya başat bir rol oynuyor. Sosyal medya bugün bu açından büyük işlev görüyor. Bu anlam verme işlemi, sosyal medyanın ‘’akışındaki’’ bilgi yığını üzerinden bir gerçeklik ortaya koyuyor. Koyulan tanımlar ve çıkarımlar var olan gerçeğin kendisi değil, gerçekliğin “yapay” olarak yeniden inşa edilmesi için büyük bir zemin yaratıyor. Büyük bir bilgi kaosu içerisinde ne kadar ‘’doğru’’ bilgi edinildiği ise tartışılır… Çok hızlı fikirler değişebiliyor, çok farklı kanallarda ifadeler gelişebiliyor.

SOSYAL MEDYA EGEMENLER İÇİN TEHLİKE Mİ?

“Sosyal medya, kendini ifade etmek açısından gözüktüğü kadar özgür ve demokratik değildir. İnternetin insanlığı kapitalizmin ve ticari medyanın ötesine taşıyacağı düşüncesi, onun son zamanlarda hızla ticarileşiyor olmasıyla karşıtlık arz etmektedir” (McChesney, 2003; 32). Yeni toplumsal hareketlerin, özellikle de küreselleşme karşıtı hareketin süreç içerisinde yeniden canlanması ve interneti etkin bir şekilde kullanmasıyla beraber internet tüm muhalifler için yanılsamalı bir biçimde yeni demokratik iletişim kanalı olarak görülmeye başlamıştır. Ancak gerçeklikte internet yeni emperyal gücün denetimindedir ve demokratikliği belirli bu güç tarafından belirlenmiş olan sınırlar içerisindedir: “Tıpkı internet ve diğer yeni bilişim tarzları… küreselleşme karşıtı farklı gruplarla temas kurma ve onların etkinliklerini koordine etme olanağı sağlayan iletişim biçimlerini olduğu kadar küresel pazarlamanın yeni biçimlerini de olanaklı kılmıştır.” (Ruccio,2005;50). Küresel anlamda var olan durumun değişimi internet üzerinden yaratılan gevşek dayanışma hareketleri ve hedefsiz ideolojik tartışmalarla sağlanamayacağı için küresel güç için bu hareketler büyük bir tehdit oluşturmamaktadır. Gerçek tehdit yerellerdeki toplumsallaşmış muhalif hareketlerdir ve bu hareketlere karşı da demokrasi en son çare olarak uygulanmaktadır.’’ 8*

Sosyal medya toplumsal patlamalar için bir sibop işlevi görmesi, sosyal medyadan yana büyük hareketlerin alevlenmesine göre daha ağır basmaktadır. Sosyal medya ile yakın ilişki içerisine tüm toplumsal kategorilerin girdiği sanılsa da amaçlar ve araçlar farklıdır. Daha çok kentli emekçilerin ve orta sınıfın sosyal medya ile kurduğu ilişki işçi sınıfının diğer bölmelerine göre çok daha ileri derecededir. Halkın belirleyeninin son kertede yine televizyon olduğu not edilmelidir. Sosyal medyada özellikle Twitter’da politik olarak konumlanan ve tavır alan toplamın kendisi hayatın içerisinde oluşacak bir mücadeleden olabildiğince kaçmaktadır. Bu orta sınıfın huzur ve güven arayışıyla da bağlantılıdır. Yeni toplumsal hareketler açısından ise sosyal medya bulunmaz bir nimettir. Geleneksel ve ‘’değişmeyen’’ yöntemler ve araçlara hala temelde ihtiyaç duyan işçi sınıfının ve onun çevresinde gelişecek hareketler için ise tam olarak bu kadar olanaklar sağlamamaktadır.

Buna rağmen, egemenleri dahi rahatsız eden bir noktada sosyal medya ciddi bir etkiye sahip olabilmektedir. Misal AKP sosyal medyayı yasaklamayı gündemine almış, çok uzun yıllar ülkenin gündemlerini belirlemekte araç olarak kullandıklarının bir dizi gerilimden yana ona dokunmasıdır. Bahsi geçen şey, twitter hesaplarının kapatılmasıdır. Ve bu yasaklama gündemi, derdini sosyal medyadan almaktan ziyade, ekonomik-siyasal krizlerle birlikte fazlasıyla sıkışan sermaye düzeninin herhangi bir harekete tahammülü kalmaması ile alakalıdır. Diğer yanıyla toplumsal sorunların daha görünür olması burada önemlidir. Görünür olmasından kasıt ise, çağrışımlar ve görselliğin fazlasıyla ön plana çıkmış olmasıdır. Bu sosyal medyadan da ziyade dijitalizmin getirdiği bir süreç. Eskiden bir katliam haberini okumak ile; etik boyutları bir yana, bunun görüntülerine kolayca ulaşabilmek daha derin etkiler bırakmaktadır. Bu da tepkiler doğururken diğer yandan negatif yanlar ortaya çıkarmaktadır. Korkular daha çok büyümekte, düzen baskı aygıtlarını daha net hissettirebilmektedir diğer yanıyla.

YENİ TOPLUMSAL HAREKETLER VE SOSYAL MEDYA

Hareketler, geçmişe göre çok daha büyük bir hızla insanları sokağa dökebilmekte, ama sonrasında karşı karşıya kaldıkları sorunları aşabilecek taktik esnekliğe sahip olamadıklarından geriye düşmektedir. Fiilen yaşamın içerisinde örgütlenme, lojistik ve koordinasyon için harcanan zaman geleneksel hareketleri olgunlaştırmaktadır. Dolayısıyla, önceden insanların ve örgütlerin bir araya gelerek uzun ve zorlu bir çalışmayla örgütledikleri yürüyüşler, protestolar ve boykotlar, karar alma mekanizmalarını da bu süreç içinde örmektedir. Herhangi bir sorunla karşılaşıldığında, geri adım atılacağında ya da müzakere yoluna veya ileriye nasıl gidileceğinde hareket bunun için gerekli yetenekleri edinmiş olmaktadır. Yeni toplumsal hareketler denen örgütsüz hareketler, katılımcılığa önem vermekte, lidersizliği savunmakta ve yatay örgütlenmeleri tercih etmektedir.

Formel örgütlenmeler, liderlik ve geniş bir altyapı oluşturulmadan hareket edebilme arzusunu yaratanın dijital teknolojiler olmadığını, 1960’lı yıllarda da bunun izlerini görmenin mümkün olduğunu belirtmektedir. 2010 sonrası dönemde bu arzularını dijital teknolojiler yardımıyla gerçekleştirebilecekler ve ‘’bürokratik’’ yapılanmalar yerine, kişilerin süreç içinde ortaya çıkıp inisiyatif aldığı örgütlenmeler geliştireceklerdir. Ancak en büyük zaafları da tercih ettikleri bu örgütlenme modelinden kaynaklanacaktır. Hükümetler de ilk başta ağa dayalı toplumsal hareketler karşısında bocalamış ve karşılarında müzakere edilebilecek veya etkisizleştirilecek bir liderliğin olmamasının sıkıntısını yaşamışlardır. Ancak hükümetler, ilk baştaki şaşkınlıklarından kısa bir süre sonra bu hareketlerin örgütsel zaaflarını fark edeceklerdir. Geleneksel toplumsal hareketlerin örgütlediği bir yürüyüş veya boykotun hükümete hareketin gücünü ve sonrası için kararlılığını gösterdiğini, ağa dayalı toplumsal hareketlerin bir araya getirdiği insanların ise bu mesajı veremediği üzerinde durmaktadır. 9*

Reel sosyalizmin çözülüşü ile birlikte sınıf, parti, iktidar, devrim gibi olgular olabildiğince geriye çekilmiş, yerini amorf kavramlar, sivil toplumculuk, kimlikçilik ile birlikte direnme, eylemlilik, aktivizmler popülerleşmiştir. İkinci kategori için sosyal medya yeterince doyurucu olabilmekteyken, ilk kategori için sosyal medya yalnızca bir araçsallığı tarif eder. Veya bir örgütlenme aracı olmasından ziyade örgütlenme alanı olarak anlamlıdır. Dolayısıyla sosyal medya politik mücadelede tuttuğu yer itibariyle hayati bir önemden ziyade gündelik bir yerdedir. En azıdan yaşamın yeşil ağacına güvenerek iletişimini, örgütünü, kitlesini hayatın içerisinden kuracaklar için. Toplumsal başlıklarda tutum alınacak, kazanımlarla çıkılacak ve son kertede değişimin kendisi gerçekleştirilecekse bu yoldan başka bir yol mümkün gözükmüyor.

Sosyal medyanın bir propaganda aracı olarak kullanılması ise oldukça sorunlu. Korkunç bir bilgi kirliliği ve kaosu mevcut. Böyle apolitik ve zemini çok kaygan bir ortamda propagandadan ziyade algı yönetimi devreye girer. Sosyal medya bu anlamıyla algı yönetimi ve manipülasyon için büyük zemin hazırlamaktadır. Bu zaten iktidarların da kendilerini yeniden ürettikleri ideolojik-politik alanı tarif eder. Sonuç olarak sosyal medya kimi ‘’özgürlükler’’ ortaya koyarken asıl olarak iktidarların işine gelmektedir.

Denetim ve gözetim mekanizmaları açısından ise iktidarlara muazzam olanaklar sunmaktadır. Türlü gizlenme yöntemleri icat edilmeye çalışılsa da internetin de sosyal medyanın da sahipleri, merkezleri olduğu bilinmek zorunda. Tüm verilerin kaydedilip, kullanılıyor olması yalnızca reklam şirketleri için geçerli değil. Toplumsal mücadeleler açısından da büyük bir zafiyet yaratıyor bu düzlemde.

Sosyal medya üzerinden tepkilerin örgütlenmesini değil soğurulmasını besliyor. Örgütlendiği durumda dahi yukarıdaki örnekteki gibi bir tabloyu ortaya çıkartıyor. Genellikle Twitter’da ortaya koyulan sorunlar ve eleştiriler biçimsel olmakla kalıyor. Bir tatmin aracına dönüşüp, öylece korkunç akışta kayboluyor. Elbette insanların tepki üretmesi pozitif bir şey olmakla birlikte, anlatmak istediğim birincisi bunu bir samimiyet testine sokmak gerektiği; ikincisi ise o sorunların toplumsal köklerine inilmeden bir paylaşımla geçilmesinin tatmin ediyor olması… Twitter üzerinden bir politikleşmenin gerçekleşme olanakları çok zayıf. Yaşanan ise politikaya duyarlı hale gelme durumu daha çok. Genellikle gençlik içerisinde de çokça kullanılmaya başlanan kaba tabirle ‘’duyar kasma’’ işlemine dönüşüyor. Biçimsel, alabildiğince hümanist ve naif bir duyarlılık ortada duruyor. Twitter bu anlamıyla vicdana seslenen bir noktada kalıyor ve vicdanlı olmak halinden öteye geçemiyor. Orta sınıf ve ‘’etliye sütlüye’’ pek de karışmak istemeyen kesim için muazzam bir besin kaynağı oluyor. Bağlamından kopartılmış vicdanı tepki üretmeyle birlikte korkunç bir hafızasızlık örneği ile siyasetin-ilkelerin- içi boşatılıyor, iğdiş edilerek elde sadece biçimsellik kalıyor. Söylenen söz ve eylemden ise haber yok…

Özellikle orta sınıfın çok iç içe olduğu Twitter mecrasında siyasetin kendisi bir tür simülasyon halinde olan iç dünya ile akmaktadır. Herhangi bir toplumsal sorunda akşam 21.00’da Twitter’da devrim! olurken, gerçek hayatta yani toplumsal mücadele alanları ve araçları (fabrikalar, iş yerleri, okullar, meydanlar, sendikalar, partiler, örgütler, STK’lar) sanılanın aksine zayıftır. Bizim cephede de genel anlamıyla muhalefet özel anlamda sol-sosyalist hareketler siyasetsizleştirildi. Bu süreci izleyen ve iç içe geçerek ilerleyen bir diğer süreç ise örgütsüzleştirmeydi. Örgütsüzleştirme ve siyasetsizleştirme adım adım işlenirken; dağılmaya yüz tutmuş, mevziler kaybetmiş, güç kaybetmiş sol da bu tablodan ziyadesiyle nasibini aldı.

240 karakter ile analizler, floodlar, tartışmalar sürerken, ‘’paket’’ bilgiler ortalığa saçılıyor ve çok ciddi bir kirliliği beraberinde getiriyor. Bu kirliliğe, yeni moda kara mizah anlayışı ekleniyor; Sarcasm! Sarkastik tarzda tüm her şeyin içeriği boşaltılıyor. Sol hareketin örgütsüz ‘’zabıtaları’’ twittter’da devriyeye çıkıyor, hatta orada yaşıyor, akıl satıyor. Her şeyin ‘’bir tık’’ ötenizde olduğu bu kolaylık ve hız, bu dağınıklığı gittikçe derinleştiriyor. Toplumsal mücadelenin, siyasal hareketlerin yerini bireysel tavır alışlar alıyor sosyal medyanın da etkisiyle. Küresel ısınmayı, su kaynaklarını korumanın yolu kısa duşlar almak, doğanın ve hayvanların yaşam alanlarının kapitalist kar hırsı ile talan edilmesinin önüne geçmek için kapitalist şirketlerin fonladığı projelere katılmak, mücadelenin parçası olabilecek şekilde örgütlenebilen imza kampanyalarının kimi sitelerde kolaylıkla halledilebilir olmasıyla imza vermek, krize, yoksulluğa, hayat pahalılığına karşı ‘’dayanışma’’ ağları ve alternatif ‘’yaşam alanları’’ yaratmak…Örnekler çoğaltılır, sosyal medya ile birlikte bireycileşme ve mücadele denen sürecin biçimsel bir tavır alışa sıkışması daha çok ortaya çıkmaya başlamıştır. Hiçbir şeyin biriktirilemediği aksine bir tüketim nesnesi haline geldiği bu süreçler mücadeleyi gittikçe ‘’bitiren’’ bir noktaya sürüklüyor. Buradaki asıl dert ise, bunun yeni dönemin bir mücadele biçimi olduğu tezleri. Bu tezlerle, bu kültür-süzlük-le, buranın yarattığı profil ile kavga gerekiyor. Kapsayarak, yapıcı olarak, bütünlüklü olarak… Solun geriye çekilmesi ile bu tablonun ortaya çıktığı da bir parametre olarak not edilmeli ve yeniden toplumsal ölçekte büyümekle bu tablonun değişeceği bilinmeli.

BAŞKA BİR SOSYAL MEDYA MÜMKÜN MÜ?

Tüm bunlara rağmen, bir gerçek olan hayatın akışıyla kavga edilmez. Televizyonla kavga edilmeyeceği gibi… 90’larda olsaydık televizyona bir ‘’aptal kutusu’’ diyerek camdan aşağı atsaydık da bugünkü ev içi sömürü ile yaşayan emekçi kadınların saçma programları izlemesine engel olamazdık veya önüne geçilebilir bir süreç ortaya koyamazdık. Bununla birlikte tarihte hiçbir zaman insanlığın ürettiği teknolojilere karşı koyulamadı. Karşı koymak da doğru değildir. Luddist (makina kırıcılar) hareketin yoksulluklarının kökeninde makinaları görmesinden farksız olurdu. Sosyal medya da tam da bu çerçevede şeytanlaştırılacak bir şey değildir. Burada dert, bir mücadele alanı gibi pazarlanmasıdır. Tıpkı sorunun makinalarda değil, makinaların mülkiyet sahiplerinde olduğu gibi burada da sosyal medyanın mülkiyet sahiplerinin kim olduğu mesele…

Bu mülkiyet ilişkileri tersine dönecek ve başka bir toplumsal yapı olacaksa o zaman sosyal medyanın sosyalliğini, özgürlüğünü, katılımcılığını, harekete geçiriciliğini, güvenilirliğini, önemini konuşabiliriz.

Bizim cephede ne mi olacak? Sosyalizm, önümüzdeki yeni dönemde bu başlıklara da mutlaka yanıt üretecek. Elbette bütünlüklü bir mücadelenin parçası olarak, daha ötesi değil…

1* İrfan Erdoğan, Anlamak, s.147

2* (a.g.e)

3* Christian Fuchs – Sosyal Medyaya Eleştirel Bir Giriş s. 167

4* İrfan Erdoğan, Korkmaz Alemdar, 2005, Popüler Kültür ve İletişim, s.35

5* Doç. Dr. Tülin Acar, Sosyolojinin Kavramlarıyla İletişim ve İletişim Araçları

6* Marks, Engels, Alman İdeolojisi

7* Christian Fuchs, Sosyal Medyaya Eleştirel Bir Giriş, s. 277

8* Barış Çoban, Yeni Emperyalizm Çağında Yeni Medya

9* Zeynep Tüfekçi, Twitter ve Biber Gazı: Ağa Dayalı Protestoların Gücü ve Kırılganlığı