Bir aydınlanma savaşçısı: Turan Dursun

Mevziini büyük bir dirayetle korumuş, geliştirmiş, sürekli üzerine katarak üretmiş, sözünü esirgememiş, aydınlatmak için adeta zamanla yarışırcasına çırpınmış bir aydınlanma savaşçısı Turan Dursun. Ve tarih bugün elbette onu haklı çıkarırcasına yüzümüze vuruyor aydınlığın karşıtının kör bir karanlık olduğunu...

“Bilcümle İslamcılar! İyice bilin! Bilin ve unutmayın ki ben, yüzyılların doğurduğu bir ‘ölüm’üm! İslam’ın, tüm dinlerin, tabuların, sonuçları bugün ve yarın görülecek ölümüyüm. Çıkarları din karanlığı üstüne kurulu olanlar, bu karanlıktan türlü biçimde yararlananlar, tüm karanlık böcekleri, benden korksunlar. Ne imzalı, ne imzasız yalanları beni yıldırabilecektir. Korksunlar elimdeki ışıktan. Bir mum ışığının bile koca bir oda karanlığını nasıl parçaladığını anımsasınlar. Binlerce yıllık ilkelliklerin, yalanlarla örülüp piyasalara sürüldüğü imanın, kafalardaki duygulardaki zincirlerinin elbette ki bir gün sonu gelecektir.” (Turan Dursun, Teori Dergisi 1990 Ağustos sayısından…)

Mevziini büyük bir dirayetle korumuş, geliştirmiş, sürekli üzerine katarak üretmiş, sözünü esirgememiş, aydınlatmak için adeta zamanla yarışırcasına çırpınmış bir aydınlanma savaşçısı Turan Dursun. Ve tarih bugün elbette onu haklı çıkarırcasına yüzümüze vuruyor aydınlığın karşıtının kör bir karanlık olduğunu…

12 Eylül 1980’le birlikte uluslararası sermayenin çıkarları doğrultusunda yeniden yapılandırma sularına demir atılırken kapitalizmin kullanışlı aygıtı olan gerici ideolojiler emekçi kitleleri kuşatır. Türkiye’de toplumsal yaşamın dini referanslarla gericileştirilmesi sistematik olarak sürdürüleceği 1981’de Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etütler (ATASE) Başkanı Tümgeneral Mahmut Boğuşlu’nun “Din adamı tipinde değişikliğe gidilmeli, her türlü meslekten; hâkimden, savcıdan, avukattan, lise öğretmeninden, doktordan gemi kaptanından yeni bir tür din adamı yetiştirilmelidir. Bu arada sayıları son yıllarda artan imam hatip okulları reorganize edilmeli, bu okullara endüstriyel, ticari, turistik vs hüviyetler de kazandırılmalıdır.” (Cengiz Özakıncı, İblis’in Kıblesi, 12. basım, Otopsi yayınları, s.19) sözleri ile, TSK’ya tüm toplumun İslamizasyonu’nu öneren yayınlar yapan Türk Tarihi Dergisi’ndeki “Türk tarihinde, disiplini en ucuza imal eden düzenlerden biri de İslamiyet’tir.” ifadelerinde açıkça ortadadır.

Eski TCK’nın, Anayasa’daki laiklik ilkesini koruyan, tarikatların ve cemaatlerin örgütlenmelerini kısıtlayan 163. maddesi 1991 yılında Turgut Özal eliyle kaldırılacak, yıllar sonra zamanın AKP’li Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, ”TCK’da meşhur bir 163. madde vardı. Allah rahmet etsin, Turgut Özal 1991 yılında bu maddeyi TCK’dan çıkardı. Ceza kanunundan çıkarılana kadar bir giyotin gibi çalıştı, zulmetti, şikayet ettirdi, sıkıntı verdi” diyecektir.

Ancak Türkiye’nin ilerici birikimi dirençlidir. Turan Dursun bu birikimin önemli köşe taşlarındandır. Bir aydınlanma savaşçısıdır… “Birileri derse ki demokratlık mı yoksa laiklik mi? Ben elbette ki laiklik derim, eğer öyle bir karşılaştırma yapılacak olursa. Kimileri 163. maddenin tartışmasında öyle derler. Korkarlar. Acaba 163. maddenin kaldırılmasına karşı çıkarsam bana demokratlıktan çıktı derler mi falan diye düşünürler. Laikliğin gereği ise 163. maddenin kalmasıdır. Eğer demokrasi 163. maddenin kalkmasıyla gelecekse, o zaman bağıra bağıra söylerim: Ben demokrat değilim. Göğsümü gere gere kaldırılmasın derim. Yani neden laiklik öncelik kazanır? Bence evrensel olduğu için, çerçevesi olmadığı için. Ama demokraside yine bir şey var. Birileri toplanacak, o birilerine dayalı bir belirleme olacak. Birileri tutsalar da “iki kere iki 25 eder” deseler; bunlar oybirliği ile bunu söyleseler, ben demokratik bir uygulamadır, buna saygı göstermek gerek demem. Hayır, bunların hepsi saçmalamıştır, derim. Yani ben “demokratik” oylamayı da kabul etmem.” (Turan Dursun Hayatını Anlatıyor, Kaynak Yayınları, Kasım 1992, görüşmeyi yapan Şule Perinçek s. 52, 53)

Onlarca yıl gericilerin tehditleri karşısındaki “Rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götüreyim halka gerçeği anlatmak uğruna ölümü mü göze alayım?” sözleri kendisiyle ilgili anmalarda, yazılarda onun şahsında aydın olmanın sorumluluğunu hatırlatır.

Onu katletmekle yetinmeyenler, cinayetin hemen ardından evine girerek birçok eserini ve çalışmasını da kaçırarak ortadan kaldırırlar.

1990 yılı Muammer Aksoy, Bahriye Üçok ve Turan Dursun’un aynı karanlık eller tarafından katledildiği yıldır… 1993 ise Uğur Mumcu’nun ve Sıvas Katliamı ile gelecektir…

Zemin hazırlanmıştır, İslamcı gericiliğin yükselişi sürmektedir. 1994 yerel seçimlerinde R. Tayyip Erdoğan İstanbul’dan yola çıkarken, İ. Melih Gökçek Ankara’ya demir atacaktır. 12 Eylül’le murat edilen dönüşüm ete kemiğe bürünmeye başlamıştır.

Gericiliğe özgürlük arayanlar türbana özgürlük eylemlerinde boy gösterirken, cemaat ve tarikatlar sivil toplum kuruluşları olma yolunda palazlanmaktadır artık.

Turan Dursun’dan Hasan Cemal’e mektup:

‘’Hasan Cemal,

2 Aralık 1988 günlü Cumhuriyet’teki “Kılık Kıyafetlerle Uğraşmaktan Vazgeçelim” başlıklı yazını, bir yolculuk sırasında okumuştum. O sırada bir yazı yazmak istemiş, ama fırsat bulamamıştım. Aradan zaman geçince de vazgeçmiştim. Ne var ki, 6.12.1988 günlü Cumhuriyet’teki Uğur Mumcu’nun yazısını okuyunca bu yazıyı yazmaktan kendimi alamadım.

Senin yazınla Mumcu’nun yazısı ters doğrultuda. Doğru olan, Mumcu’nunki. Seninkine gelince: Evren’in bile gerilerinde. Gerilere düşmen, yeni bir olay değil. Yıllar önce bir iki mektubumla tepkimi yansıtmış,gördüğüm yanlışların üzerinde içtenlikle durmuştum.

Bu yazıyı da aynı içtenlikle yazıyorum. Yararı olursa sevinirim.

Yirmi birinci yüzyılın eşiğindeyiz, hala insanların kılığıyla, saçıyla sakalıyla uğraşıyoruz…diyorsun.

Uğur Mumcu’dan:

“Türban olayı bir din sömürüsü olayıdır. Türbanlı genç kızları öne süren, din sömürücüleri Bakan Hasan Celal Güzel’in katkıları ve Prof. Doğramacının sihirbaz hüneriyle yeni bir zafer kazanmışlardır.

Bugün türban, yarın cilbab (çarşaf) öbür gün fes…

Çağdaş uygarlık yolunda çarşaf ve türbanla güzel güzel ilerliyoruz.”

Evet, Mumcu da böyle diyor.

Uğraşılmazsa sonunda olacak olan budur.

Mumcu… Bugün üniversite düzeninin yasaklarla kurulacağına hiç inanmıyoruz da diyor. Ama hiç değilse uğraşılmamalı demiyor.

Gerekirse kılık kıyafetle de uğraşılmalı Bay Hasan Cemal!

(….)

Senin de savunur göründüğün ilkellik demokrasisinin demogogları akıl, bilim, çağdaşlık yolunda atılmış adımları silme girişimleri göstermemiş olsalardı, bugün, 1982 Anayasası’nı anayasa olmaktan çıkaran 24. maddesindeki hükümle din dersleri zorunu yapılmazdı.

Din elden gidiyor diyen kafayla, Laiklik elden gidiyor diyen kafa arasında, çağdaşlık arasında pek fark olmadığını yazıyorsun.

Gerçekteyse sağ adına dogmaların gereğini savunan kafayla, sol adına buna destek veren kafa arasında çağdışılık açısından bir fark yoktur.

Din inanırlarının, bağlı bulundukları dinin elden gitmesine ses çıkarmamaları beklenemez. Laikliğe bağlı olanların da laikliğin elden gitmesine ses çıkarmamaları beklenmemelidir.

Bu ülkede çağdaşlığın can damarı olan laiklik kuşa çevrilmiştir.

Ve bu kuş can çekişmektedir Bay Hasan Cemal!”

Can çekişen laiklik, gerici-liberal ittifak ve buna teşne olan bir kısım solun 2000’lere gelindiğinde daha büyük bir saldırısına uğrayacaktır. 1990’larda bu ittifakın “Türkiye’deki baskıcı, tepeden inmeci, jakoben laikçiliğe” karşı ortaya attığı “özgürlükçü laiklik” 21. yüzyıla girildiğinde soldan da azımsanmayacak bir kısım içerisinde alıcı bulacak, laiklik “inançlara özgürlük”, “inançlara saygılı laiklik”, “özgürlükçü laiklik” gibi safsatalarla tasfiye edilecektir. “Laiklik tasavvuf dünyamızın da güvencesidir!”, hatta “Laiklik din ve vicdan özgürlüğüdür!” artık…

Turan Dursun bu safsataya Bülent Ecevit’e yazdığı mektupla yıllar öncesinden cevap vermiştir.

“Bülent Ecevit

DSP Genel Başkanı,

(…)

Senden en son aktarılanlardan: Halka ters düşmemek koşuluyla laikliğe bağlıyız. Ya da bu anlamda.

Ülkemizde çapı, düzeyi belli politikacı bunu söyler. Kuşku yok buna. Ama gerçek anlamda laikliğe bağlı ve çağdaş aydının böyle bir şey söyleyemeyeceğini sen de bilirsin. Laiklik ilkesini benimsemiş olan kimse, bir koşula bağlanmadan bu ilkeyi benimsediğini ortaya koyar. Hele, halkın dini duygularına, halkça benimsenegelmiş inanç ve geleneklerine ters düşmemek koşuluna hiç bağlanmaz.

Laiklik bu koşulla getirilmemiştir. Böyle bir koşula bağlanılsaydı hiçbir yerde ve hiçbir topluma getirilemezdi. Bu ilke, toplumdaki dine, inanca ve geleneğe rağmen, benimsenip getirilmiştir. Ters düşerek!…

Düşünsene, ülkemizde, laikliğin getirildiği dönemde değil, bugün bile, halk kesiminde büyük bir çoğunlukla İslam benimsenmekte.

İslam’ın içinde Şeriat’da var. Dahası: Şeriat, İslam’ın kendisidir. Öyleyken, ters düşmeden, laiklik ilkesini nasıl savunabilirsin? Bir parçacık kaldıysa erdemini kullanarak söyle; savunabilir misin ters düşmeden?

Kaldı ki, ters düşmekten kaçınan kişi çağdaş olamaz, aydın olamaz. Aydınlar adı verilmiş sürüye katılmış olsa bile… Çağdaş ve aydın kişi değiştiricidir. Değiştirmezlerse, ters düşmesiz olmaz. Değişmeden ve değiştirmeden yana olan kimse, dinin ve geleneklerin değişmez kalıpları içine girmez, girerse işlevini üstlenmez. Gerektiğinde kalıplara, kurallara meydan okur. Doğaldır ki, bu arada birçok ters düşmeler, incinmeler, incinmeler olur. Kaçınılmazdır bu.

Sen bunları bilmez olur musun?”

Bilip de sırt çevirenlerin içinde yaşadığımız karanlıkta payı büyük… Gericiliğin özgürlüğü de işte bu karanlıktan başka bir şey değil…

Son sözü de İslamcılık yarışına girenlere karşı Turan Dursun’a vererek bitirelim:

“Ben Kur’an Ansiklopedisi’ni herhangi bir biçimde yorumlar getirerek, “İslam’ın çağdaş yorumlar”la yorumlanmasını ve bu yolla “dinsel bağnazlıktan” uzaklaşılmasını sağlamak gibi bir amaçla hazırlamadım. Böyle bir amaca yönelmedim ve yönelmenin yararlı olmayacağı görüşündeyim. Din alanındaki “aydınlanma”nın “yorumlar”la değil, neyin ne olduğunu açık seçik ortaya döküp sergileme yoluyla olacağı kanısındayım. Bunun böyle olduğunu deneyimlerimle gördüm. Kur’an Ansiklopedisi’ni de bu amaçla hazırladım. Kutsal Kitapların Kaynakları adlı yapıtımı da… Kur’an Ansiklopedisi’ni hazırlarken temel amacım: Yalan ve sahteciliklerle, insanları sürüleştirmek, sömürmek amacıyla sürdürülegelen “din”i gün ışığına çekmektir. Bu ansiklopediyi okuyanlar, İslam’da onun “kutsal kitabı” olan Kur’an’da neler bulunduğunu çok açık biçimde görecekler; O zaman, İslamcıların İslam’ı yeniden insanlarımıza devlet ve yaşam biçimi olarak sunarken “İslam akıl dinidir, bilim dinidir, adalet dinidir…” gibi propagandalarının gerçek olmaktan ne denli uzak olduğunu daha iyi bilip anlayacaklardır. Ansiklopedi, bu yolla bir “aydınlanma”nın gerçekleşmesine önemli katkı sağlayacaktır.” (Turan Dursun, Kur’an Ansiklopedisi Önsöz’den)

Bu karanlıkta fener olmaya devam edenlerden Turan Dursun, özlüyoruz…