Başka bir 29 Ekim

Başka bir 29 Ekim daha var ki, o da Türkiye bilimi için çok önemli. Hatta bilimsel araştırma politikaları açısından milat bile kabul edilebilir.

29 Ekim 1923 elbette çok önemli bir tarih; zaten biraz özgür düşünebilen kimse bu gerçeği yadsıyamıyor. Ancak başka bir 29 Ekim daha var ki, o da Türkiye bilimi için çok önemli. Hatta bilimsel araştırma politikaları açısından milat bile kabul edilebilir. Bu tarih 29 Ekim 1924, yani Cumhuriyetin birinci yılı kutlama programı çerçevesinde, ülkenin gelecekteki akademik yaşamını kurabilmeleri için yurtdışına gönderilecek ilk öğrencilerin belirlendiği sınavın tarihi.

Ağustos 1923 hükümet programında uygulama şöyle açıklanmıştı: “Halkın talim ve terbiyesi için gece dersleri ve çırak mektepleri tahsis olunacak, halk lisanı ile halkın ihtiyacına muvafık milli güzidelerin yetiştirilmesi için istidat ve kabiliyeti tebarüz eden ve ailesinin kudret-i maliyesi müsaid olmayan gençler orta ve yüksek mekteplerde suret-i mahsusada himaye ve muavenete mazhar olacakları gibi ihtisas peyda etmeleri için Avrupa’daki irfan mekteplerine gönderileceklerdir”.

Tek başına bakıldığında bu karar fazla bir şey ifade etmeyebilir çünkü Tanzimat’tan beri yurtdışına öğrenci gönderilmesine alışılmıştı. Ancak bu kez iş biraz farklıydı, sadece o an için gereksinim duyulan teknik alanlarda eğitime gönderilme söz konusu değildi; daha büyük bir planın parçası olarak sosyal bilimler, güzel sanatlar, arkeoloji için de öğrenci gönderiliyordu. Zamanın Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati “Her sahada mütehassıs ve malumatlı gençlere muhtacız. Bundan sarf-ı nazar edemeyiz; mekteplerimize kıymetli muallim bulmak için gençlerimizi kabil olduğu kadar fazla Avrupa’da tahsil ettirmek ihtiyacında olduğumuza şüphe yoktur” sözleriyle durumu açıklıyordu.

Daha sonra 1929 yılında çıkartılan 1416 sayılı “Ecnebi Memleketlere Gönderilecek Talebe Hakkında Kanun” ile iş daha sistematik hale getirildi. Mustafa Necati ile başlayan ve sonrasında 1946’da Hasan Âli Yücel’in Millî Eğitim Bakanlığı’ndan ayrılmasına kadar geçen süre içerisinde 3500 kişi bu yasadan yararlandı. Öğrencileri Avrupa’da Eğitim Müfettişleri takip ediyordu. Öğrenciler, alacakları eğitimin yanı sıra gittikleri ülkelerdeki eğitim faaliyetlerini gözlemlemekle de görevlendirilmişlerdi.

Bursları da çok iyiydi, şöyle söyleyeyim; örneğin Almanya’da bir Alman öğrenci aylık 150 Mark ile geçinebilirken, Türk öğrencilerin bursu 650 Mark’tı.  Kendi olanaklarıyla Avrupa’ya giden öğrencilerin sonradan ortaya çıkan maddi yetersizlikten dolayı öğrenimlerine devam edemeyecek olanlarına da, bazı koşullarla, devlet hesabına geçme olanağı tanınmıştı.

Bilindiği gibi yıllar sonra 1933’te Üniversite Reformu’nda omurgayı Almanya’dan kaçan akademisyenler oluşturmuştu. Ancak Almanya’daki öğretim üyesi tasfiyesinin 1932 yılında başladığı göz önüne alınırsa, Kemalist kadroların buna güvenerek yola çıkmadığı açıktır.

Gerçekten de 1929’da Darülfünun’un reform önerisini Hükümet, bir yıl bekledikten sonra “daha kapsamlısını hazırlıyoruz” sözleriyle reddetmişti. Üniversite reformu için düğmeye basıldığında da Atatürk’ün “Gerekli öğretim üyesini nereden bulacaksınız?” sorusuna “Bunca yıldır boşuna mı yurtdışına öğrenci yolluyoruz?” yanıtını verdiğini biliyoruz. Asıl plan, bu öğrenciler üzerinden yeni üniversiteyi kurmaktı.

Evet, belki Nazi Almanya’sından kaçanlar Türkiye için bir şans olmuştu ama genç Cumhuriyetin planları zaten hazırdı. Bu öğrenciler, önce Alman bilim insanlarına asistanlık ve çevirmenlik yapıp, sonrasında da yeni üniversitenin temel direği oldular.

Hem 29 Ekim 1923 hem de 1924 kutlu olsun.