Barış Terkoğlu, Aydın Keser ve Ferhat Çelik'in tahliyesine karar verildi

Odatv Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan ve Odatv Haber Müdürü Barış Terkoğlu'nun da bulunduğu gazetecilerin duruşması bugün görüldü. Mahkeme Barış Terkoğlu, Ferhat Çelik, Aydın Keser hakkında yurt dışına çıkış yasağı adli kontrolüyle tahliye kararı verdi. Mahkeme ayrıca Barış Pehlivan, Hülya Kılınç ve Murat Ağırel'in tutukluluk halinin devamına hükmetti. duruşmayı 9 Eylül'e erteledi.

Barış Terkoğlu, Aydın Keser ve Ferhat Çelik'in tahliyesine karar verildi

Libya’da yaşamını yitiren MİT mensubunun Manisa’daki cenazesine dair haberler gerekçe gösterilerek tutuklanan Odatv haber müdürü Barış Terkoğlu ve Odatv Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan’ının da araların bulunduğu gazetecilerin ilk duruşması bugün görülüyor.

Oda TV Haber Müdürü Barış Terkoğlu, Oda TV Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan, muhabir Hülya Kılınç, Yeniyaşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ferhat Çelik, Yeniyaşam Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Aydın Keser, Birgün yazarı Erk Acarer, Yeniçağ yazarı Murat Ağırel ve CHP Akhisar Belediyesi Basın Birimi görevlisi E.E davada yargılanacak tutuklu gazeteciler.

MİT Başkanlığının suç duyurusu üzerine başlatılan hazırlanan iddianamede, Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan’ın da aralarında bulunduğu 8 gazetecinin “devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgileri açıklamak” suçundan beşer yıldan onar yıla, Devlet İstihbarat Hizmetleri ve MİT Kanunu’nun 27. maddesi gereğince de “istihbarat faaliyetiyle ilgili bilgi ve belgeleri ifşa etmek” suçundan ise dörder yıldan onar yıla kadar hapisle cezalandırılmaları talep ediliyor.

Çağlayan Adliyesi’ndeki duruşmanın başlama saati ise 10.30.

BASIN ÖRGÜTLERİNDEN DAYANIŞMA

Duruşma öncesinde TGS, TGC, DİSK-Basın İş gibi basın meslek örgütleri, tutuklu gazetecilerin çalışma arkadaşları açıklama yaptı. Açıklamalarda özetle  şu ifadeler yer aldı:

“Tutuklanan gazetecilerin en büyük ortak özellikleri nedir diye baktığımızda; iki şey görüyoruz.

Birincisi; görüşleri farklı olsa da vatanseverlikleri.

İkincisi; yolsuzluğa ve hırsızlığa karşı hiç çekinmeden gerçek habercilik peşinde koşmaları.

Adaletin çığlığı Murat’ın çığlığıdır, adaletin çığlığı Barış’ların, Müyesser Yıldız’ın çığlığıdır.

Bizler biliyoruz ki; basını susturulan, korkutulan, tekelleştirilen bür ülkeden demokrasi olarak söz etmek mümkün değildir.”

DURUŞMADAN NOTLAR

Duruşma, sanıkların ve avukatlarının yoklaması yapılarak başladı. Duruşmayı, milletvekilleri dışında, 6 sanık yakını ve 6 gazeteci olmak üzere 12 kişinin takip edebileceği belirtildi.

Odatv’nin aktardığına göre duruşma öncesi Odatv Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan’ın babası mahkeme salonuna alınmadı.

Pehlivan ve Terkoğlu’nun avukatı Serkan Günel, duruşmaya ilişkin sosyal medya hesabından “Öncelikle sanıkların savunması alınıp ardından Savcı mütalaası ve ardından avukat talepleriyle bugünkü duruşma bitecek.” ifadelerini paylaştı.

SAVUNMALAR ALINIYOR

OdaTV’nin haberine göre duruşmada savunmalarını yapan sanıklar şu ifadeleri kullandı:

Murat Ağırel: “Mahkemenizde şüpheli sıfatı ile bulunma nedenim, 2937 sayılı Kanunun 27. maddesi ile birlikte TCK’nın Devlet Güvenliğine ve Siyasal Yararlarına İlişkin Bilgileri Açıklama başlıklı 329 maddesinde tanımlanan suçları işlediğim iddiasıdır.

Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün de dediği gibi, “Kalem kılıçtan daha kuvvetlidir. Kılıç kullanan kol bir gün yorulur ve kılıcını kınına koyar.” sözünü ilke alarak, acemice yaptığım yazarlık ve hayalim olan gazetecilik mesleğini, profesyonelce yapmaya başladım.

Ulusumuzun bağrından çıkarak Cumhuriyet devrimlerini canı pahasına savunacak olan ilerici güçleri yıldırıp, usandırmaya çalışan,Ulusumuzu ve devletimizi ele geçirmek, çökertmek isteyen gerici ve emperyalist güçlerin varlığını bilen bir yurttaşım.

***

Mahkemenizde iddia edildiği gibi bir suçun olmadığını ve nasıl olmadığını savunacağım. Zira bu olmayan suçlamalarla tam 120 gündür cezaevinde bir hücrede tek başıma tutuluyorum. Hakkımdaki suçlamalar, ne bir somut delile dayanıyor, ne de vicdana sığıyor.

İddia makamının tarafınıza sunduğu iddianame bana göre bir “niyetnamedir”. Neden böyle nitelendirdiğimi ve savunmamı anlatmaya başlayayım;İddianame içerindeki, iddiaları çürütecek benim savunmamı ise doğrulayacak belgeleri savunma metni içerisinde numaralandırdım ve ek dosya olarak tarafınıza da sunuyorum.

Şubat ayının ilk haftasında “SARMAL” isimli kitabım satışa çıktı. Satışa çıkmasından sonra bir ilgiye mazhar oldu. Bu nedenle devamlı tanıtımlara ve kitap imza günü etkinliklerine katıldım.

22 Şubat günü yani suç işlediğinim iddia edilen tweet paylaşımını yaptığım gün, CKM (Cadde Bostan Kültür Merkezi)’nde imza günü etkinliği saat 15:00 da yapılacaktı. O günün sabahında TELE1 TV’de Namık Koçak’ın programına canlı yayın konuğu olarak katıldım ve kitabım hakkında konuştuk. Sonrasında Kadıköy CKM’ye gittim. İmza etkinliği başlamadan yirmi dakika önce Sputnik Radyo RSFM’de Ahu Özyurt’un sunduğu programa telefon bağlantısı ile canlı yayına bağlandım. Bu canlı yayın 14:40 da başladı 15:00’a kadar sürdü. Konu sadece kitabım “SARMAL”dı.

***

Her Türk evladı gibi ben de her şehit haberinde çok üzülürüm. Çünkü şehitlerimiz“tane” değildir. Bir babadır, ağabeydir, oğuldur, kocadır, sevgilidir. Şehit şehadete erdiğinde can veren sadece kendisi değildir. Tüm sevdikleridir. Şehidimiz ister asker, ister polis, ister memur, ister vatandaş olsun. Hepsi bu toprakların evlatlarıdır. Hak ettikleri değeri göstermek zorundayız. Yapılacak tören bu değerlerden en önemlisidir.

Bu paylaşımı yapmamda ki gayem şehitlerimizin şahadetini yüceltmek ve bu kahraman vatan evlatlarının hak ettiği ilgiyi ulaşmasını sağlamaktı. Düşünsenize bu topraklar uğruna can veren yiğitlerimizden “tane” diye bahsedilip geçiştiriliyor, tören dahi yapılmıyor. Hangi Türk evladı bunu kabul eder. Amacım bunları dile getirip şehitlerimizi yâd etmekti. Başka bir amacım, düşüncem, kastım yoktu. Gazetecilik refleksi ile şehit olmuş askerlerimizin, kahramanlarımızın “tane” diye nitelendirilmesine, törensiz defnedilmesine binlerce kişi gibi tepki vermek ve şehitlerimizin hakkındaki doğru bilgiyi paylaşarak şahadetlerini yüceltmekti.

***

İddianamenin 7. Paragrafında: “Şüpheli Murat Ağırel’in kullandığı 5322784.. numaralı GSM hattının görüşme kayıtları incelendiğinde, suça konu paylaşımı yaptığı gün saat 14.46 da şüphelinin Sputnik isimli haber ajansına ait (Rossiya Segodnya Uluslararası Haber Ajansı Türkiye İrtibat Bürosu adına kayıtlı) 2128093.. numaraları sabit telefonla 914 saniye, 15 dakika 14 saniye görüşme yaptığı tespit edilmiştir.” denilmiştir.

Bahse konu telefon görüşmesi Türkiye’de 6 yıldır yasal faaliyetlerini yürüten SputnikRS FM’deki Ahu Özyurt’un programına canlı yayında bağlanıp Sarmaladlı kitabım hakkındaki konuşmamdır. Deşifresini, YouTube kaydını, radyonun açıklamasını mahkemenize sunuyorum.

İddia makamı bu görüşme ile ifşa iddiasına yurtdışı bağlantılı olduğu algısını yaratmak istemiştir. Davada gizlilik kararı olmasına rağmen HTS kayıtları, ilk günden itibaren hakkımda yalan çarpıtılmış maksatlı haber yapan gazetelere servis edilmiştir. Bu gazeteler “15 dakikalık sır görüşme” manşeti ile çıkmış, televizyon kanalları dakikalarca bu görüşmeyi Sputnik ismini vermeden sır görüşü olarak iletmiştir.  Sanırım bu da tesadüftür.

Sputnik radyonun yasadışıymış gibi sunulması ilk değildir. Daha önce SETA isimli düşünce kuruluşunun bir raporunda da yer almıştır. Tesadüf, bu bilgi de kitabımda yer almaktadır.

Sayın Başkan, değerli Heyet. Lütfen bana bu iddianın, bilginin, neden iddianamede sanki bir suç deliliymiş gibi sunulmasının mantıklı izahını yapar mısınız? Sayın iddia makamı akla mantığa sığmayan tamamen hayal sınırlarını zorlayan iddialarını, içeriğini sunduğum HTS kaydı ile desteklemeye çalışmıştır.

Radyo programına katılmak suç mudur? Suç ise bu radyo kanalı neden açıktır? İktidar mensupları da bu radyoya bağlanıp görüş bildirmişlerdir. Onlar da suç ise bu suçu işlememişler midir?

Aydın Keser: Dava konusu haber, daha önce sosyal medyada yer alan bilgilerden, farklı haber sitelerindeki haberlerden erişilerek karşılaştırılmış ve derlenerek haber oluşturulmuştur. Suçlamayı kabul etmiyorum. Tahliyemi ve beraatimi talep ediyorum.

Ferhat Çelik: 4 aydır tecrit altındayız. Medya tamamıyla tahakküm altındadır. Gazeteciler hiç birsey yazmasın isteniyor. İlk kez Cumhurbaşkanı Libya’da ölen kişilerin olduğunu ifade etti. Ölen kişinin devre arkadaşları, akrabaları paylaşım yaptı. Biz de sosyal medyada ve sitelerde yer alan bilgileri karşılaştırdık. Açık kaynaklardan bu kişilerin MİT mensubu olduğuna dair bir veriye erişmedim. Ölen kişilerin MİT mensubu olduğunu bilmediğim için böyle bir bilgiyi zaten yazmadık. Ayrıca bu haberin bir iddia olduğunu da yazdık. Haber, gazetecilik faaliyeti kapsamındadır. Ertesi gün ise internet sitesindeki habere, benzer ifadelerle gazetede yer verdik. Bu haber de gazetecilik faaliyeti kapsamındadır. Önce adli kontrol şartıyla serbest bırakıldık. 2 gün sonra hakkımda yakalama kararı çıkarıldığını bir polis memurunun araması sonucu öğrendim. Vatan Emniyete gittim hemen. Kimse ile planlı, organize bir şekilde hareket etmedim. 17 yaşından beri gazetecilik yapıyorum. Bu döneme özgü, yaşadığımız hapsedilme durumu. Gerekirse çok uzun süre de yatarız ama ülkemiz kaybediyor. Bu haberden suç yaratmak zor. Tahliyemi ve beraatimi talep ederim.

Hülya Kılınç: “İddianamede hakkımda; 03.03.2020 tarihinde Odatv’de imzamla yayınlanan haberde; dış istihbarat vazifesi olan şehit MİT mensubunun kimlik ve görevine ilişkin bilgilerine, şehide ait fotoğraflara ve özellikle de halen görevde olan bazı MİT mensuplarının da katıldığı cenaze törenine ait görüntülerine yer vermek suretiyle MİT’in görev ve faaliyetlerine ilişkin devletin gizli kalması gereken bilgilerini açıkladığım, yayınladığım, yaydığım ve MİT mensuplarının açık kimlik, görev ve unvanlarıyla birlikte ifşa ettiğim iddia olunmaktadır.

20 yıllık deneyimli bir yerel gazeteciyim. Hayatımda ilk defa böyle ağır bir suçlama ve ilk defa ağır ceza mahkemesi karşısında bulunuyorum.

03.03.2020 tarihinde imzamla yayınlanan haberde “MİT görev ve faaliyetlerine ilişkin devletin gizli kalması gereken bilgilerini açıkladığım, yayınladığım, yaydığım ve MİT mensuplarının açık kimlik, görev ve unvanlarıyla birlikte ifşa ettiğim” suçlamasını kabul etmiyorum.

Benim yaptığım iş, birazdan açıklayacağım üzere, sadece ve sadece gazeteciliktir.

Yerel bir gazeteci olarak, yaşadığım bölgede bir şehidin olması ve şehidin törensiz defnedilmesi çok büyük haber değeri taşıyan ve haber yapılmasını gerektiren önemli bir olaydır.

Üstelik bu konu haberin yayınlanmasından önce devlet yetkilileri tarafından açıklanmış, özellikle Cumhurbaşkanının “Libya’da birkaç tane şehidimiz var” açıklamasıyla kamuoyunda yaygın olarak yer almış ve önemli ölçüde ilgi çekmişti.

İddianamede haberi yapmam için; şehidin defnedildiği yere gitmem, yörenin muhtarı, aza, Akhisar Belediyesi Basın Bürosu görevlisi ve şehidin ailesiyle olan görüşmelerim gizli, gizemli ve suç işlemek amaçlı faaliyetler olarak anlatılmaktadır. Bu anlatımın gerçekle ilgisi yoktur.

Soruşturma aşamasında gerek savcılık, gerekse sulh ceza hâkimliği ifadelerimde; haberi yapmak için şehidin defnedildiği yere gittiğimi, kimlerle görüştüğümü, haberin detaylarını nasıl ve kimlerden öğrendiğimi, şehidin mezarının fotoğrafını çektiğimi, sosyal medyada araştırma yaptığımı, haberde kullanılan diğer fotoğrafları nasıl temin ettiğimi, haberi ne zaman ve nasıl hazırladığımı, kime gönderdiğimi detaylı olarak anlattım.

Soruşturma aşamasındaki ifadelerimde yalnızca görüşme yaptığım muhtar ile törende haberde kullandığım iki fotoğrafı aldığım Akhisar Belediyesi Basın Bürosu görevlisinin adını söylemedim. Bunun sebebi; Ben gazeteciyim. Basın Kanununa göre “Gazetecilerin haber kaynaklarını açıklamama “ hakkına sahibim. Haber kaynağımı açıklamak istemedim.

Üstelik bu kişilerin, Şehidin cenazesiyle ilgili hazırladığım haber için, bana verdikleri bilgiler görevleri gereğiydi. Biri muhtar, diğer basın bürosu görevlisiydi. Açıkçası, haber hakkında soruşturma yapılması üzerine, benim yüzünden soruşturmaya dahil edilmelerini istemedim.

Bu nedenle Muhtar Cemali Merter ve Akhisar Belediyesi Basın Bürosu görevlisi Eren Ekinci isimleri haricindeki verdiğim ifadelerim doğrudur. Aynen tekrar ediyorum.

***

Libya şehitlerinden birinin Manisalı olduğu ve askeri tören yapılmadan defnedildiğini günler sonra köy muhtarının sosyal medyada yapmış olduğu bir paylaşımından öğrendim ve çok şaşırdım. Bir şehit için askeri tören yapılmaması gazetecilik açısından haber değeri taşıyan önemli bir olaydır. Hangi rütbede olursa olsun memleketi için hayatını feda eden her insan değerlidir ve bu değerle uğurlanması gerektiğini düşünürüm. Hayatını vatanı için veren bir şehide askeri tören yapılmamasının haber değeri olması nedeniyle haberi hazırlamak istedim.

Haberle ilgili araştırma yaptım. Muhtar, sosyal medyada yaptığı paylaşımda nerenin muhtarı olduğunu yazmıştı. 29 Şubat 2020 tarihinde köy muhtarının telefonunu buldum ve Muhtarı aradım. Muhtara yaptığı paylaşımı sordum ve paylaşımdaki bilgileri sordum. Muhtar, “Libya Şehidinin köylerinden olduğunu, askeri tören yapılmadığını” söyledi. “Konuyu haber yapmak istediğimi” söyleyince “Köye gelmem durumunda bana yardımcı olacağını” söyledi. Cenazede fotoğraf çekip çekilmediğini sordum. Cenazeye katılan birçok insanın fotoğraf çektiğini ve bana bulabileceğini söyledi. Geleceğim zaman kendisini arayacağımı söyleyerek telefonu kapattım.

02 Mart Pazartesi günü sabah yola çıkmadan Odatv’den Barış Pehlivan’a mesaj yazarak “Libya şehidinin Manisa’nın bir köyünden olduğunu ve askeri tören yapılmadan defnedildiğini öğrendiğimi, haberi yayınlamak isterlerse haberi araştırabileceğimi” söyledim. Barış Pehlivan; “Haberi yayınlayabileceklerini, şehidin mezarının fotoğrafını çekebilirsem habere ekleyebileceğimi” söyledi. Barış Pehlivan’la da, Muhtarla da yaptığım görüşmelerde şehidin asker olduğunu sanıyordum. Gerek Pehlivan’la gerek muhtarla olan görüşmelerimde haber konusu “Libya’da şehit olan asker” ve “şehitle ilgili askeri tören yapılmamasıydı.

Akhisar’a otobüsle giderken köy muhtarını aradım ve köye gelmek için yolda olduğumu, önce mezarlığa gitmek istediğimi belirterek, mezarlığa götürüp götüremeyeceğini sordum. Muhtar da “Köy kahvesini işlettiğini, işi olduğu için beni başka birisiyle gönderebileceğini” söyledi. Köye ulaştığımda kahvehaneye gittim. Muhtarla ve muhtarın yanındaki Aza ile tanıştım. Muhtarla ayaküstü biraz görüştükten sonra, Muhtar, Azanın beni mezarlığa götürebileceğini söyledi. Aza ile köy mezarlığına gittim. Mezarlıkta şehidin mezarının fotoğrafını çektim. Mezarın üstünde şehidin ismi yazılı değildi. Azaya “Şehidin ismi yazılı değil?” diye sorduğumda Aza da; “Mezarın çok yeni olduğunu, mezar yaptırılırken yazılacağını” söyledi. Aza ile cenaze töreni hakkında konuştuk. Aza, cenaze törenine belediye başkanı, kaymakam, bir milletvekili ve siyasi parti ilçe temsilcilerinin katıldığını söyledi. Askeri tören yapılmadığını söyledi.

Mezarlıktan ayrılırken Azaya, “Kabul ederlerse şehidin ailesiyle görüşmek istediğimi” söyledim. Bunun üzerine Aza, şehidin babasını telefonla aradı. “Gazeteci olduğumu, şehidin cenazesi hakkında haber yapmak için köye geldiğimi, şehidin ailesiyle de görüşmek istediğini” söyledi. Baba, beni kendi evine davet etti. Aza ile birlikte şehidin evine gittik. Aza dışarıda bekledi, ben evin içine girdim. Evde, Şehidin annesi, akrabaları ve komşuları vardı. Çok ağır ve çok üzücü bir ortam vardı. Baş sağlığı dileklerimi ilettim. Çok üzülmüştüm. Biraz oturduktan sonra zar zor konuşarak “Manisalı olduğumu, gazeteci olduğumu, şehidimizle ilgili haber yapmak istiyorum, bir şeyler söylemek ister misiniz?” dedim. Şehidin annesi açıklama yapmak istemediğini söyledi.

Mezarlıktan ayrılırken Azaya, “Kabul ederlerse şehidin ailesiyle görüşmek istediğimi” söyledim. Bunun üzerine Aza, şehidin babasını telefonla aradı. “Gazeteci olduğumu, şehidin cenazesi hakkında haber yapmak için köye geldiğimi, şehidin ailesiyle de görüşmek istediğini” söyledi. Baba, beni kendi evine davet etti. Aza ile birlikte şehidin evine gittik. Aza dışarıda bekledi, ben evin içine girdim. Evde, Şehidin annesi, akrabaları ve komşuları vardı. Çok ağır ve çok üzücü bir ortam vardı. Baş sağlığı dileklerimi ilettim. Çok üzülmüştüm. Biraz oturduktan sonra zar zor konuşarak “Manisalı olduğumu, gazeteci olduğumu, şehidimizle ilgili haber yapmak istiyorum, bir şeyler söylemek ister misiniz?” dedim. Şehidin annesi açıklama yapmak istemediğini söyledi.

Bir anne olarak ben de çok kötü olmuştum. Biraz oturduktan sonra tekrar başsağlığı diledim ve evden ayrıldım.

Dışarda bekleyen Azaya şehidin babasının evde olmadığını söyledim. Aza, babanın okulda çalıştığını söyledi. Azaya “Müsaitse, Babası ile de görüşmek isterim” dedim. Aza, Şehidin babasını aradı. Baba bizi yanına davet etti. Biz Azayla okulun bahçesine gelmek üzereyken, şehidin babası motosikletiyle gidiyormuş, Aza görüp tekrar babayı aradı. Şehidin babası yanımıza geldi. Tanıştık. Başsağlığı diledim. “Allah’ın yazdığı kaderi böyleymiş” dedim. “Gazeteci olduğumu, cenazeyle ilgili haber yapmak istiyorum, bir şeyler söylemek ister misiniz?” dedim. Haber için özel bir açıklama yapmak istemedi. Ancak ayaküstü bir süre sohbet ettik. “Çok acılı olduğunu, kafasını dağıtmak için hemen işe başladığını, kendisini öyle avuttuğunu söyledi. Oğlunu nasıl yetiştirdiğini, nasıl birisi olduğunu, en son telefonla kiminle konuştuğunu” anlattı. “Çok üzüldüğümü, şehidimizin binbaşı olduğunu öğrendim” dedim. Baba, “Şehidin binbaşı olup-olmadığını bilmediğini, uzun zamandır görüşemediklerini” söyledi. Görüşme kısa sürdü. Tekrar başsağlığı dileğinde bulunarak şehidin babasının yanından ayrıldım.

Barış Pehlivan: 9 yıl önceki Odatv davasında; Fethullahçılar bilgisayarımıza MİT belgelerinin yanısıra sahte dokümanlar da yerleştirmişti. Kendi yazdıkları gerçek dışı örgüt talimatları üzerinden, haberlerimiz suç olarak gösterilmişti. Tarihin tekerrürüne bakın ki; o davada “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik” ile suçlanmama delil neydi biliyor musunuz? Odatv’de yaptığımız şehit cenazesi haberleri! Ne acı! Aradan 9 yıl geçti, ben yine şehit cenazesi haberi ile tutukluyum.

Neyse ki; Fethullahçılar gibi bilgisayarıma belge yüklemediler, direkt haberi suç delili yaptılar, diye sevinmeli miyim üzülmeli miyim?

Geleceğiz bugüne… Ama dedim ya; neden bugün burada olduğumuzun izi yakın geçmişte.

***

Tarih: 03 Ocak 2020.

Resmi Gazete ’de yayımlanan kararla TSK Libya’da görev yapmaya başladı. Bu tezkerenin üzerinden 3 gün geçti. Cumhurbaşkanı Erdoğan MİT’in yeni hizmet binasının açılışında canlı yayında konuştu. Onlarca TV kanalının 6 Ocak’ta yayınladığı bu açılışta, Erdoğan aynen şöyle dedi:

“MİT Libya’da üzerine düşen görevleri hakkıyla yerine getiriyor.’’

Böylece, ilk Erdoğan’dan öğrendik; Libya’da MİT’in de görev yaptığını.

Tarih: 19 Şubat 2020

Libya’da şehitlerimiz olduğuna dair haberler sosyal medyaya fotoğraflarıyla birlikte düşmeye başladı.

Aynı gün…

Manisa’daki muhtar Cemali Merter, şehidimizin adını ve soyadını, babasının adını ve soyadını, cenazenin ne zaman nereye defnedileceğini ilk kez yayımlanan fotoğrafıyla herkese açık / herkes tarafından görülecek şekilde sosyal medyada paylaştı.

Yine aynı muhtar bir paylaşım daha yaptı. Hem kendi mahallesindeki şehidin hem de diğer şehidin farklı fotoğraflarını, üstünde “Libya görevi şehitlerimiz” yazan, isimlerinin-soyadlarının ve doğum tarihlerinin olduğu bir görsel paylaştı.

Tarih: 22 Şubat.

Cumhurbaşkanı Erdoğan “Libya’da birkaç tane şehidimiz var” açıklaması yaptı.

Aynı gün…

Sosyal medyada şehitlerin isimleri, fotoğrafları ayrıntılarıyla defalarca paylaşıldı.

Tarih: 23 Şubat.

Şehitlerimizden diğerinin devre arkadaşları tarafından yapılan açıklamada, cenazenin nereye defnedildiği ve kendilerinin de katıldığı, cenazeden bir çelenk karesiyle duyuruldu.

Hatta o ildeki cenazeye MİT Başkanı Hakan Fidan’ın da katıldığı iddiası haber sitelerinde yazıldı.

Tarih: 24 Şubat.

Bazı internet sitelerinde şehitlerin özgeçmişleri ve MİT’te ne kadar süredir çalıştıkları haberleştirildi.

Tarih: 25 Şubat.

İYİ Parti Milletvekili Ümit Özdağ Meclis’te bir basın toplantısı yaptı. Milletvekili Özdağ, milyonlarca kişinin takip ettiği sosyal medya hesaplarında da yayımlanan açıklamasında; Libya şehitlerinin kimliklerini, MİT mensubu olduklarını, nasıl şehit olduklarını ayrıntılarıyla anlattı. Bu açıklama onlarca haber sitesinde ve ertesi gün de gazetelerde yer aldı.

Sayın Başkan Değerli Üyeler…

Şu ana kadar…

Libya’ya TSK ve MİT mensuplarının gittiğini, Libya’da şehitlerimiz olduğunu, şehitlerimiz arasında MİT mensuplarının da olduğunu, şehit olmalarının nasıl gerçekleştiğini, şehitlerin açık kimliklerini / fotoğraflarını / memleketlerini / mezarlarının nerede olduğunu, hangi görevlerde ne kadar süre çalıştıklarını ve ailelerinin kimlik bilgilerini…

Sırasıyla…

Cumhurbaşkanı Erdoğan, muhtar Cemali Merter, onlarca sosyal medya hesabı, milletvekili Ümit Özdağ ve onlarca haber sitesi ile gazeteden öğrendik.

İşte tüm bunlar bittikten, tüm bu saydığım bilgiler ve fotoğraflar alenileştikten, yani tüm bu içerikler milyonlarca kişiye ulaştıktan…

***

Şehidin naaşının ne zaman ve nereden kalkacağını hem şehidin hem de babasının açık adıyla, yetmeyip şehidin fotoğrafıyla ilk kez internette ifşa eden, bunu yaparken herkesi de cenazeye davet eden köy muhtarının tanık yapıldığı bu davada…

İldeki ve ilçedeki siyasi parti temsilcileri ile milletvekillerinin katılımının istendiği, hiçbir gizlilik önleminin alınmadığı, aleni yapılan bu cenazede…

Yüzlerce kişinin katıldığı ve katılanların çektiği fotoğraf ile videoların internette dolaştığı bu gerçeklikte… Fotoğrafı çeken kişiye ‘’o fotoğrafı nasıl çektin’’ sorusunun dahi savcılık tarafından sorulmadığı bu dosyada…

Ben soruyorum: Nasıl oluyordu da, bu kadar rahat ve bu kadar temelsiz şekilde ‘’gizlice çekildiği tespit edildi’’ cümlesi iddianameye konuyor? Maalesef, yanıtı da biliyorum. Bundan 9 yıl önce de yaşadım zira. O zaman da Fethullahçı savcı Zekeriya Öz, Odatv tutuklamalarına tepki gösterenlere ‘’açıklanamayacak deliller var’’ diyordu. Elbette öyle deliller yoktu. Sözde ‘’gizlilik’’ katarak kumpasa inandırıcılık sağlanmaya çalışılıyordu. Tıpkı şu an olduğu gibi…

***

Eğer FETÖ sanıklarını görevde tutup, bir de onlara FETÖ operasyonu yaptırıldığını yazmasaydım burada olmazdım.

Eğer terörle mücadele biriminin başına, terör örgütü üyeliğinden yargılanan birisinin oturtulduğunu yazmasaydım burada olmazdım.

Eğer FETÖ’cüleri para karşılığı tahliye eden, başka tarikatların müridi yargı mensupları olduğunu yazmasaydım burada olmazdım.

Eğer FETÖ şüphelisi olup; başka tarikatların hocalarından hüsnü şehadet aldığınızda dosyanızın kapandığını yazmasaydım burada olmazdım.

Eğer FETÖ borsası sanığının çocuğunun gözü önünde öldürülmesinin perde arkasını yazmasaydım burada olmazdım.

Eğer bu toprakların en tehlikeli örgütü FETÖ ile mücadelenin bir rant ve sermaye değişimi aracı haline geldiğini yazmasaydım burada olmazdım.

Eğer böyle giderse, yarın bir tankın içinde, devlet gömleği giydirilen başka tarikatlara mensup darbeciler görürüz, diye yazmasaydım burada olmazdım.

Ama tüm yaşadıklarıma rağmen diyorum ki iyi ki yazdım, iyi ki yazıyorum, iyi ki yazacağım. Hepsi gerçekti. Yalanlayamadılar. Bunun yerine, bir bahaneyle hapse attılar. Amaç; daha önce yazdıklarımın bedelini ödetmek ve ileride de yazmamamdı.

Dedim ya; ben şehidin mezar fotoğrafının üzerine saygısızlık olmasın diye logomuzu bile koymadım. Onlar ise şehidin mezarının üzerine basarak bize siyasi operasyon yaptılar.

****

Sayın Başkan, Değerli Üyeler…

Bize sürekli dava açanlar, ölümle tehdit edenler, hapse atanlar şunu anlamıyor…

Barış Terkoğlu ile yazdığımız Metastaz’ın birinci sayfasında, kitabımızı ithaf ettiğimiz iki kişi var:

‘’Adil bir gelecekte yaşamaları için Arya’ya ve Ali Derya’ya’’

Onlar bizim çocuklarımız.

Biz, çocuklar adil bir gelecekte yaşasın diye bu çileli yolu seçtik. Ne kadar başarılı olduk ya da olacağız o gelecek için, ileride tarih kitapları yazar.

Ama çocuğum yarın ‘’peki, o günlerde sen ne yaptın’’ diye sorarsa, başımı eğmeden gözlerinin içine bakıp anlatacağım bir mücadeleyi miras bırakmak istiyorum.

Gerisi lafügüzaf.”

Barış Terkoğlu: Bu davanın ille de bir yerinde olacaksam savcısı değil, sanığı olmayı tercih ederim. Bunun bir sebebi var. İnsan ancak kafasını kaldırıp ufka baktığı zaman dünyanın yuvarlak olduğunu görebilir. Ben de istikbale baktığımda bu davada verilecek mücadelenin, ülkemin adaletine katkıda bulunacağını ve yargının çürümüş dallarının budanmasına vesile olacağını görüyorum. Emin olun, bu baş aşağı duran fotoğraf düzeldiğinde, bu iddianameleri yazanlar kendilerinden öncekiler gibi işledikleri günahlarla anılacak! Ancak biz; bir fikirde, bir kelimede, bir harfte yaşamaya devam edeceğiz.

***

İddianamenin sonunda, herkesin bildiği soruşturma savcısının yanında İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı İrfan Fidan’ın ve vekili Hasan Yılmaz’ın imzalarını görünce şaşırmadım. Hatta “iddianamenin üzerindeki gölge mürekkebe bulanıp suretini göstermiş” diyerek üç imzalı bu iddianameye sevindim.

Açıp baktım. 7 Şubat’ta Hakan Fidan’ı tutuklamaya çalışarak MİT’e büyük kumpas kurmakla suçlanan eski yargı mensuplarının iddianamesinin altında tek bir savcı imzası var. FETÖ’nün polislerinin ve imamlarının MİT’e kumpasla suçlandığı iddianamedeyse iki imza. Zaman Gazetesi iddianamesi tek imzalı. TUSKON iddianamesi de, FETÖ Çatı Davası iddianamesi de tek savcının izini taşıyor.

Peki bu işin sırrı nedir?

Sayın Heyet, Türkiye’de yaşanan sıradışılıkların sebebi sorulduğunda çoğu zaman verilen yanıt “devlet”tir. Oysa yakından baktığımızda müsebbibin “devlet benim” diyen çeteler, tarikatlar, ya da örgütler olduğunu görürüz.

Korkunun gerçeğin üstünü örttüğü dönemlerde devlet üniformasının içindeki bu oluşumları anlatmak zordur. Çoğunlukla bir grup öncü vitrine taş atmaya cüret eder. Yazı, haber ya da kitap; aydının yuvasındaki yılana attığı taştır. Çıkan yılan düşmanını sokarken varlığını da herkese gösterir.

FETÖ dönemi yargılanmamız böyleydi. Yargıda, poliste, orduda örgütlenmiş yapılanmadan söz edenlerin başına kötü şeyler geliyordu. 1. Odatv davasında yargılananların ortak özelliği FETÖ’yü deşifre eden eserleriydi. İşte buna diyalektik diyorlar. FETÖ’yü gösterenlerin tutuklanması FETÖ’nün görünmesine yaradı. Örnek olsun, Haliç’te Yaşayan Simonlar, Fethullahçıların polisteki örgütlenmesine odaklanırken, Hanefi Avcı’nın kitap yüzünden tutuklanması kitabın tezini ispatladı.

Bu iddianamedeki imzalara gelirsek…

Biz Odatv’deki haberlerimizde, Barış Pehlivan ile yazdığımız kitaplarda, ben yazılarımda yargıdaki olağandışı işlerden bahsediyorduk. Adliyeleri esir eden grupların adaletin hükmünü değil, kendi özel gündemlerini icra ettiğini anlatıyorduk. Açık söyleyeyim, bizi cezalandırmak için sebep yaratılacağını biliyorduk.

İddianamede gördüğümüz ikinci ve üçüncü imzalar “biz de tam da bunu kastetmiştik” dedirtti.

***

Eğer bu tezgâhı kuranların bir vatanı varsa ben o vatanın hainiyim! Ne mutlu bana bir vatanları yok…

Eğer bu tezgâhı kuranların bir dini varsa ben o dinin kafiriyim! Ne mutlu bana imanları yok…

Eğer bu tezgâhı kuranların bir devleti varsa ben o devletin teröristiyim! Ne mutlu bana onlar çetelerini devlet sanıyorlar…

101 yıl önce bugün Mustafa Kemal de Saray’dakilerin haini, işgalcilerin teröristi, işbirlikçilerin kafiriydi!

Milletin hürriyetini şahsi ikbalinin önüne koyanlar korkusuz olmalı, küfrün üzerine yürümelidir.

Bu girişi, şunun için yaptım. Ben yıllardır yazı yazıyorum, Cumhurbaşkanı’nı eleştiriyorum, bakanları eleştiriyorum, genelkurmay başkanlarını eleştiriyorum. Efendim MİT kutsal bir örgüt müdür? MİT dokunulamaz mıdır? MİT sorgulanamaz mıdır? MİT; hatası, eksiği gösterilemez midir? Haşa, MİT mensupları peygamberin sahabeleri midir?

Farkında mısınız, bu dava üzerinden ne yapmaya çalışıyorlar. Bu davayı kurgulayanları sevindirecek bir karar verirseniz yukarıdaki tüm sorulara “evet” yanıtını vermiş olacaksınız.

***

Bir zamanlar kendilerinden olmayanları biraz odun ve ateşle yakarlardı. Şimdi bir parça kanunla her şeyi beceriyorlar.

Bugün burada baskı altında fikrini değiştiren bir insan yok. Bu salonda konuşurken, hapishanede bile yazı yazarken ne düşünüyorsa onu söyleyen, 10 yıl önce nereye bakıyorsa bugün aynı çizgide ilerleyen, duruma göre şekil almayan, katılmasanız da hoşlanmasanız da inandığını söyleyen biri var.

Bu davanın size ya da bu davayı izleyenlere düşündürmesini istediğim tek bir şey var…

Bu iddianameyi yazanlar çok uğraşsalar da buradaki sanıklardan bir organizasyon yaratamadılar. Ancak bu süreçte gördük ki gizli soruşturma dosyasından organize şekilde sızıntılar oluyor, organize şekilde sanıklar hedef alınıyor, cezaevine kadar uzanan organize bir operasyon var. Soruşturmanın başlangıcından sonuna sıra dışı, organize olduğu açık işler oluyor.

Düşündürmek istediğim şu: Tıpkı 9 yıl önce bizi örgütle suçlayan kişilerin bir örgüt üyesi çıkması gibi, acaba bugün de karşımızda kamu görevlilerinin ve tabii siyasi uzantılarının olduğu bir organizasyonla mücadele ediyor olabilir miyiz?

Bu soru inanıyorum ki bir gün yanıt bulur.

***

Türk aydını pamuk elli annelerin hazırladığı kundaklarda büyümedi. Üzerinde kestane pişen kuzinelerin sıcağında büyümedi. “Hürriyet” dediği için atıldığı soğuk sularda büyüdü. “Bağımsızlık” dediği için sürüldüğü gurbette büyüdü. “Laiklik” dediği için patlayan bombalarda büyüdü. “Eşitlik” dediği için elektrik tellerinin, falaka sopalarının ucunda büyüdü. “Adalet” dediği için sırtına saplanan kurşunla büyüdü.

Biz de mahkeme salonlarında büyüdük, büyüyoruz.

Mithat Paşa Meşrutiyet’ti. Mithat Paşa’yı boğmak Meşrutiyet’i boğmaktı. Bir bahaneyle Mithat Paşa’yı yargılamak Meşrutiyet’i yargılamaktı.

Elbette biz onun son nefesi, onun dünyaya son bakışı olamayız. Lakin biz de cam kırıkları üzerinde yürüyen Cumhuriyet’in ayağının altına oturmuş kan, parmaklarının ucundaki nasırız. Biz Cumhuriyet’iz. Bizi boğmak Cumhuriyet’i nefessiz bırakır.

Bu Cumhuriyet’in maalesef ihale duyunca koşan patronları var. Bu Cumhuriyet’in maalesef imtiyazlıları Adliye’nin arka kapısından bırakan savcıları-hakimleri var. Bu Cumhuriyet’in maalesef kamu mallarını yağmalayan vakıfları, hizipleri, grupları var. Bu Cumhuriyet’in maalesef devlet içinde hiç bitmeyen çeteleri, tarikatları, örgütleri var.

Kendilerinden başka olmasın istiyorlar. “İzin verin biz de olalım” demiyorum. İçerde ya da dışarda, ateşte ya da külde olmaya devam edeceğiz. Pirinçte taş, gözün üstünde kaş, eğilmeyen baş olacağız. Ama olacağız.

İnsanın hayatı kendi eylemleridir. Hayat yalnız mavi gökyüzü, yalnız zümrüt deniz değildir. Keskin kayalıklar da hayatın dikenidir. Latince de “Arx Tarpeia, Capitolia proxima”, “Tarpeia kayası Capitol’e yakındır” deyimi vardır. Eski Roma’da zafer kazanan güç sahipleri şehrin en yüksek tepesi Capitol’de kutlama yaparken, Tarpeia kayalıklarından hain saydıklarını aşağı atarlardı. İki tepe birbirine pek yakındır. Bugün Capitol’de zafer kutlayanların yarın günah keçilerinin kurban edildiği Tarpeia kayalıklarından atıldığı görülür. Zaferi kendilerinin sananlar bizi sık sık Tarpeia kayalıklarına çıkarır. Biz oradan düşmeden inmesini biliriz. Sonra Capitol’den gelenlerin oradan düşüşünü izleriz.

İnsanın kaderi kendi eylemleridir. Biz kaderimize kendi eylemlerimizle karar verdik. Siz bizim için görünse de aslında hem kendiniz hem de ülkemiz için karar vereceksiniz. Bu nedenle sizden sadece adalete uygun, gerçekle barışık, vicdanla örtüşen, tartışmasız sadece ama sadece millet adına bir karar beklediğimi söylemek istiyorum. Teşekkür ediyorum.

***

Barış Terkoğlu’nun ardından Eren Ekinci savunmasını yapmaya başladı.

Eren Ekinci şu ifadeleri kullandı:

“Vatanını milletini seven bir İnan’a olarak vatanına ihanetle suçlanıyorum. Suçlamaları kabul etmiyorum. Salondaki sanıkları Hülya Kılınç dışında tanımıyorum. Caminin içinde ve dışında fotoğraf çektim, bu konuda bilgilendirilmemiştik ve fotoğraf çeken ve video çekenler vardı. Hülya hanım aradı buluşmak istedi, ama mümkün olamayacağını söyledim. Elimde şehit cenaze fotoğrafları olup olmadığını sordu. O ana kadar şehidin TSK mensubu olduğunu biliyordum. Mit mensubu olduğunu bilseydim başka yollarla verebilirsin fotoğrafı. Doğrudan dahil olmadığım bir şeyin içerisindeyim. Üstüme atılan suçlamaları kabul etmiyorum.”

Hakim, Eren Ekinci’ye sordu: Muhtar ile görüştünüz mü?

Eren Ekinci: Hayır olmadı. İki fotoğraf işini görmüştü diye başka fotoğraf atmadım. 4-5 fotoğraf çektim. Çelenk ve naaş taşınırken fotoğraf gönderdim.

Üye hakim: Size şehit cenazesi mi diye söylediler?

Eren Ekinci: Evet, fotoğraf çektik ve saf tutmaya geçtik.

Barış Terkoğlu müdafii Yiğit Akalın: Hangi makineyle çekildi.

Eren Ekinci: Fotoğraf makinesiyle.

Avukat Serkan Günel: Fotoğrafların uzaktan büyük bir objektifle çekilmiş diyor. Buna ilişkin açıklama yapar mısınız?

Eren Ekinci: 18-135 mm lens kullandım.. Herkesin içinde çektik beni orada herkes gördü.

***

Duruşmaya 15 dakika ara verildi.

***

Aranın ardından duruşmada tanıkların dinlenilmesine başlandı. Yeni Yaşam editörü Semiha Alankuş dinleniyor.

Semiha Alankuş şu ifadeleri kullandı:

“Arkadaşlarım birebir haber yaptıklarını düşünmüyorum. Editör arkadaşlar gündemdeki haberleri getirirler sayfa dağılımı yapılır ve editörler sayfalarını yapar. Haber unsuru eksik olduğu müddetçe müdahale etmezler.”

***

Duruşmada tanık muhtar Cemali Merter dinleniyor. Merter, “Hülya Kılınç’tan başka sanığı tanımadığını” söyledi.

Merter, şu ifadeleri kullandı:

“Deprem bölgesi olduğu için çadırlardaydık 19 Şubat’ta.

S.’nin şehit olduğunu söylediler, biz S.’yi TSK’da elektrik teknisyeni olarak biliyorduk.

Hülya hanım aradı ailesini ziyaret edebilir miyim dedi. Yok ben geleceğim görüşmek istiyorum dedi. Pazar günü geldi. Beni şehit evine götürür misin dedi.

Bana birkaç soru sordu: Nasıldı cenaze, kalabalık mıydı? İlgini çeken bir şey var mıydı?

Birkaç saat sonra yine geldi gözüne takılan bir şey var mı diye sordu bir çelenk vardı abla dedim.”

Mahkeme Başkanı: MİT mensubu olup olmadığından niye bahsetmediniz?

Merter: Heyecanıma verin.

Mahkeme Başkanı: Eren Ekinci’yi tanıyor muydunuz?

Merter: Sima olarak tanıyorum. Üçümüz hiç bir araya gelmedik

***

Savcı mütalaasını veriyor. Mütalaada savcı şunları kaydetti:

“Gelecek celseye kadar esas hakkındaki mütalaanın hazırlanması için süre verilmesi.

Erk Acarer yakalama kararı devam.

Hepsinin tutukluk halinin devamına…”

***

Murat Ağırel’in avukatı Ruşen Gültekin savunma yapıyor. Gültekin özetle şunları kaydetti:

“Bugün yargılama konusu olan iki kişi bu vatan için şehit olan kişiler.

Bu yargılamanın ruhu açısından Türkiye’nin Libya’yı işgali değil, Libya’nın doğru bir yere gidebilmesi için oraya giden unsurlarla gurur duyarız.

17 yıl cumhuriyet savcısı olarak görev yapan ben, bir TV kanalından iddianame alıntı yapılıyordu. Bu işin suç olduğunu anlattım ve ben bu yayına girdikten sonra bu iddialar kesildi.

Ben ülkemde adalet olduğuna inanıyorum ve bunu sağlamak için de elimden gelen mücadeleyi yapmak istiyorum.

Bu mahkemenin huzurunda arz edildi. Benim müvekkilim bütün bilgileri internetten toplamıştır.

Murat’ı kesseniz Türkiye ile ilgili bir bilgiyi kimseye vermez.

Bir kere şeklen iddianamede Murat’ın diğer sanıklarla bir bağlantısı yok.

Olması gereken şudur, tevkif edilmeliydi sizin önünüze ayrı ayrı gelmeliydi.

Bu iddianamede ne anlatılıyor biz anlamıyoruz.

Murat bunların MİT mensubu olduğunu anladığında çok değişik bir müdahaleyle karşılaşıyor. Gökten bir el geliyor ve bunu alıp ve yok edebiliyor.

Bu iddianamede ne anlatılıyor biz anlamıyoruz.

Murat bunların MİT mensubu olduğunu anladığında çok değişik bir müdahaleyle karşılaşıyor. Gökten bir el geliyor ve bunu alıp ve yok edebiliyor.

Caseofficer sözcüğü açıklandı ama şeklen yabancı kelimeleri yazmak daha çok okutur.

***

Aydın Keser’in avukatı Sercan Korkmaz konuşuyor. Av. Korkmaz şunları söyledi:

“Söylenecek hiçbir şey kalmadı. Şapkadan tavşan çıkartamayacağız. İddianamenin ciddiyetsizliği ortada ama ciddiyeti olan bir durum ise salgın ortamıdır.”

***

Ferhat Çelik’in avukatı Özcan Kılıç konuşuyor. Kılıç şunları söyledi:

“Bu haber 19-20-21-22 günleri yayınlanmış haberler.

Vefat eden MİT mensupları görevdeyken değil, vefat edildiği haberleri yapılıyor.

22 Şubat’ta ihale Murat Ağırel’e yıkılıyor. Mailleri hacklaniyor.

Vefat etmiş, cenaze haberi yapıyorsunuz. Sanki görevdeyken ifşa ettiniz, hayatlarını tehlikeye attığı gibi gösteriliyor.

Hakikaten mantığa uygun değil. 30 yılda en rahatsız olduğum dava bu oldu. Bu tür davalarda haber olur. Asliye cezaya çıkarsanız, zaten asliye cezalıktı bir maddeyle ağır cezalık oldu.

AYM’nin kararı tarifi çok ayıp bir şey. 2010’lar toplu davalar vardı, biz TV’lere gazetelere bakıldığında kim tutuklanacak kim bırakılacak bilirdik…

Müvekkillerimizin ifadeleri karşılaştırıldı haber yapıldı Sabah gazetesinde. Basın hepsinin hükmünü verdi.

Bu örgüt davası değil, MİT görevlilerini deşifre etmiş değil, hakaret değil.. üç savcının imza atmış olması özel karakteristik bir örnek olmuş. Mahkemeniz hukuki ve adil bir değerlendirme yapabilir.”

***

Hülya Kılınç’ın avukatı Celal Ülgen konuşuyor. Ülgen şunları kaydetti:

“İddia makamı bir zoru başarmak istemiş: Bir tarafında Yeniçağ bir tarafında Odatv bir tarafında Yeni Yaşam almışlar, bir örgüt oluşturabilir miyiz diye iddianame yazmışlar.

İddianameyi hazırlayan savcı suç olarak MİT Kanunu gösterdi 27 md. Peki iddianamede 329 nerden çıktı.

Temel bir olay var iddianamenin hukuki değerlendirme bölüm AYM’nin kararından ve Yargıtay’ın verdiği Berberoğlu kararından kopyalanarak alınmıştır.”

***

Barış Pehlivan’ı avukatı Hüseyin Ersöz konuşuyor. Ersöz şu ifadeleri kullandı:

“Onların yapmış olduğu savunmaların bir benzerini de orada yaptılar. Olayı tarafsız bir şekilde anlattılar.

Onların avukatlıklarını yapmak çok zor ki ama bir şeyi unuttular tahliye talep etmediler onu da biz talep edeceğiz.

Soruşturma aşamasında bir sürü hukuksuzluk yaşandı belki bunlar sizin önünüze gelmedi. Müvekkillerimiz avukatsız tutukluk incelemesine maruz kaldı.

İddianamenin ortasında bu suçlarla ilgisi olmayan iki olayı da koydular. Biri Barış Pehlivan’ın darp meselesi ve Ağırel hakkında iki farklı karar verilmesi.

Sizin vicdanlarınıza, hukuk adamlığınıza yönelik savunmalar gerçekleşti. Gazeteciliği tartışacağımız yer burası olmamalı.

Her akşam tartışma programlarında koca koca adamlar çıkıp Libya’da ne olacak diye konuşup cumhurbaşkanının söylediklerinin peşine düşmeyeceksiniz… Kusura bakmayın gazetecilik bu değil.

Hepsi haber, hepsi gazetecilik faaliyeti, hepsi ifade hürriyeti kapsamında.

Bir de şunu hiç tartışmadık, Ankara’da Ümit Özdağ hakkında fezleke var. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı hem MİT Kanunu hem TCK 329’dan yaparken neden Ankara sadece MİT kanunundan fezleke hazırladı?”

***

Barış Terkoğlu’nun avukatı Yiğit Akalın konuşuyor. Akalın şunları kaydetti:

“Eren Ekinci’nin ifadesi 21 Nisan’nda alındı. İddianameden 2 gün önce. İddianameden 2 gün önce dahi TCK 329 ortada yok. Huzurdaki davada Odatv özelinde hiçbir suç unsuru yoktur.

Ben kendimde suç buldum, biz izah edememişiz.

Barış Terkoğlu hala neden tutuklu? İddianamede Terkoğlu’nun isminin geçtiği yerlerde o da haberi biliyordur diye bir şey yok. Sadece sorumlu haber müdürü olması nedeniyle yazıyor.

Huzurda TCK 329’dan tutuklu değiliz, esas hakkında savunma yapmıyoruz. Tahliye talebinde bulunuyorum 27/3’ten tutuklandığım için 27/3’ten tahliye talebinde bulunuyorum.”

***

Erk Acarer’in avukatı Ömer Faruk Eminağoğlu konuşuyor. Eminağaoğlu şunları söyledi:

“Bu dava bütün sanıklar yönünden derhal beraat koşulunun oluştuğu bir davadır.

Müvekkillim yurt dışındadır. Suç işlediği söylendiği süreçte yurt dışındadır. Gaip konumdadır. Bu yüzden hakkında yakalama kararı verilemez.

Gaip sanık için ne yapılır? Bulunduğu ülke ile suçluların iade anlaşması uygulanır. İade talebinde bulunur, geçişi tutulmaya göre Türkiye götürülür.

MİT şehitleri bu yasa kapsamına girmez. 27. Maddenin uygulanma koşulları yoktur.

Her şeyden önce burada yargılananlar için derhal beraat kararı verilmelidir.”

***

Avukatlar savunmalarını bitirdi. Duruşmaya 45 dakika ara verildi.

***

Aradan sonra mahkeme heyeti yerini aldı. Mahkeme verdiği kararı açıkladı.

Mahkeme Barış Terkoğlu, Ferhat Çelik, Aydın Keser hakkında yurt dışına çıkış yasağı adli kontrolüyle tahliye kararı verdi.

Mahkeme ayrıca Barış Pehlivan, Hülya Kılınç ve Murat Ağırel’in tutukluluk halinin devamına hükmetti. duruşmayı 9 Eylül’e erteledi.