Altmış beş yaş: Bugün bana, yarın sana

ABD, İtalya, Fransa, İngiltere, İspanya v.b. ülkelerin yetkilileri açıkça “yoğun bakım ünitelerinin yaşlılarca işgal edilmesi” istenmiyor, diyebildiler. Yetersiz sağlık politikalarının yol açtığı bu duruma karşı çıkanlar, dahası Nazilerin ırkçılığını hatırlatanlar da var kuşkusuz.

Altmış beş yaş: Bugün bana, yarın sana

Tülin Tankut

Yaşlıları koronovirüsten korumak için izole etmenin tıbben bir zorunluluk olduğuna kuşku yok. Ancak yaş konusunda karşılaştığımız çifte standart akla ziyan cinsten: “Anti-aging”, koronovirüs salgınıyla tu kaka edilip gözler yaşlılara çevrildi. “Yaşam süresi uzadı. Yaşlılar ekonominin kurtarılmasında ayak bağı oluyor!” homurtuları yükselmeye başladı. Üstelik bu, marjinal bir görüş değil, küresel. Emekli aylığı, sosyal yardım ve yüksek maliyetli sağlık harcamalarını devlet karşılayamıyormuş. ABD, İtalya, Fransa, İngiltere, İspanya v.b. ülkelerin yetkilileri açıkça “yoğun bakım ünitelerinin yaşlılarca işgal edilmesi” istenmiyor, diyebildiler. (1) Yetersiz sağlık politikalarının yol açtığı bu duruma karşı çıkanlar, dahası Nazilerin ırkçılığını hatırlatanlar da var kuşkusuz.

Peki, böyle düşünenler, öküz altında buzağı mı arıyorlar?

Nazizm bugün modası geçmiş bir yönetim biçimi midir?

Nazizmin bir daha yaşanmayacağı iddiaları ne derece güvenilirdir? Nazi rejimini yaşatan sosyoekonomik, siyasal, kültürel koşulların, yüksek teknolojiyle birlikte bu olasılığı ortaya çıkarabileceği görüşü tümüyle mesnetsiz midir?

Bu soruları bir yana bırakalım. Ama unutmayalım ki, Avrupa’da ırkçılık yeniden gündeme geldi. Örneği siyasi partilerden verirsek; Almanya’da 2013’te kurulan sağcı AfD ırkçı, faşist, yabancı düşmanı özelliklerini gizlemedi; hem de ırkçılığın bilimsel bir temelinin olmadığını bile bile. Halen faaliyette olup ulusun çıkarlarını koruduğunu iddia eden bu partinin destekçileri patronlardan, işçilerden, küçük esnafa, geniş bir yelpazeyi kapsıyor.

Başlangıçta Hitler de hiç umursanmıyordu ama 1933 yılında iktidara seçimle geldi. 1929 Dünya Ekonomi Bunalımı (Büyük Buhran) Hitler’in güçlenmesini sağladı. Uzmanlara göre, bir çok etmenin birbirleriyle kesişmesi ona führer’liğin yolunu açtı.

Irkçılık, Almanya’daki bilim ve teknolojiye büyük darbe vurmuştu. Başta Yahudiler olmak üzere Nazi rejiminin zulmünden kaçan bilim insanları; tıp, mühendislik, mimarlık, hukuk, felsefe,müzik, tiyatro, güzel sanatlar v.b. alanlarda isim yapmış kişiler başka ülkelere sığındılar. (Bu gruptan Türkiye’ye de seksen civarında sığınmacı gelmişti.) Hitler’e karşı çıkanlar en ağır biçimde cezalandırılıyordu. Geride kalanlardan bazıları, “norm”lara uyarken, bazıları “tasfiye”den sonra fırsatları değerlendirip Nazi yanlısı kesildiler.

Nazi iktidarı savaştan çıkmış ülkenin toparlanması için meşru zemini hazırlamıştı. Naziler, kendileri için tehdit oluşturacak tekil sesleri susturuyorlardı; gerekçe, Alman halkının refahıydı. Hitler’in propagandasının temelinde demagoji ve popülizmin yattığı görülüyordu. Naziler halkı coşturmak için mitolojiden beslenen milliyetçi özlemleri, savaştaki disiplin ve hiyerarşiyi bol bol kullandılar. Bu, haliyle cinsiyet ayrımcılığını da körüklüyordu. (2)

Suçlamalar, hukukla değil, rejimin çıkarları doğrultusunda yapılıyordu. (3) Şiddet, rejimin korunmasının olmazsa olmaz koşuluydu. Propagandayla görev aşkına inandırılan hizmetliler, icraatlarının yasalara uygun olduğu, dolayısıyla görevlerini yerine getirdikleri düşüncesiyle hareket ediyorlardı. Yasaları düzenleyen Hitler iktidarını sorgulamadıklarından uygulamalarda kişisel sorumluluklarının da olduğu kanısını taşımıyorlardı. (Belgesellerde, fotoğraflarda görürüz: O yüzden soğukkanlı oluyorlar anlaşılan!)

Kişiyi kendine, halkına yabancılaştıran bu anlayış, kolektif çılgınlığı da açıklıyor bir yönüyle. İnsan hakları göz göre göre çiğnenirken kişi, emir kulu olduğunu ileri sürerek sorumluluktan nasıl kaçar?

Nazilerin tıbbi deneyleri, acaba günümüzde de genetik ve biyoteknoloji alanında benzer araştırmalar yapılıyor mu kuşkusu uyandırıyor zihinlerde. Büyük mali kaynak gerektiren bilimsel ve teknolojik araştırmaların arkasında kimler duruyor? Bu alanların özerkliğini savunan bilim insanlarının yanı sıra patronlarının ağzına bakanlar ve şarlatanlar da bulunmuyor mu? Nerede kaldı bilimin toplumsal işlevi?

Nazi rejiminin ırkçılığı, insanlığa tutulan bir aynadır. Buradaki tehlike, geçmişten ders çıkarmamaktır. (Srebrenitsa katliamını unutmadık; İkinci Paylaşım Savaşı’ndan sonra Avrupa’daki en büyük katliam! Tarihsel örnekleri çok) Kitlelerin politik yönelimleri, bu açıdan çok önemli. Ulus devletlerin, kapitalizmin sürekliliği için işlevselleştirildiği, milliyetçiliğin araçsallaştırıldığı bir süreçten geçiyoruz. Bugün de geçmişi aratmayacak tahakküm biçimleri ortaya çıkıyor. Anayasal özgürlükler rafa mı kaldırılacak? Ayrımcılık virüsü yaşlılardan sonra başka kimleri vuracak? “Nefret söylemi”nden eyleme geçilmemesinin garantisi ne? Kaldı ki “söylem”in kendisi de suç kapsamına giriyor. Virüsün yaygınlaşmasını önlemek için cep telefonuyla denetim yapılmasıysa denetimin kalıcılaşabileceği kuşkusunu yaratıyor. Bu tür kaygılar giderek yaygınlaşıyor.

Peki, otoriterleşmeye karşı direniş, içinde bulunduğumuz bu süreci tersine çevirebilir mi? Egemen güçler toplumsal muhalefeti bastırmak için ırkçılığı, ayrımcılığı körükleme politikalarını sona erdirmeyeceklerdir. Ama genciyle yaşlısıyla herkes, sistemi ayakta tutanlar arasında kendisinin de bulunduğunun bilincine varırsa neden olmasın? Toplumsal muhalefetin yükselişe geçmesi, kapitalist- emperyalizme karşı mücadelede solun da güçlenmesi, tabanını genişletmesi (4) için önemli bir etken olacaktır kanımca.

DİPNOT:

1) Nilgün Cerrahoğlu , İtalya’dan gönderdiği, 23.4.2020 ‘de Cumhuriyet’te yayınlanan “Yaşlılara sarı yıldız” başlıklı yazısında, Avrupa siyaset dünyasında konunun nasıl ele alındığını, verilen demeçleri çarpıcı bir biçimde ortaya koyuyor.
Ekonomist dergisinde (Nisan 2020 ) “Hayat, ölüm, ekonomi arasındaki zorunlu tercihler”den söz ediliyor.

2) Kadınlar için 3K formülü, Nazi Almanya’sının sloganı: Kinder, Küche, Kirche. (Çocuk, mutfak, kilise) Kadınları eve tıkmak için bir devlet politikasıydı.

3) Yahudilerin yanı sıra komünistler, eşcinseller, o günkü deyişle Çingeneler, fiziksel ve zihinsel engelliler ırkçılığın kurbanı oldular.

4) Bu arada yaşlıların da nasıl bir yaşlılık yaşadıklarını sorgulama zamanı. Batı’nın gıpta edilen yaşlılarına ne oldu ? Koşullardaki ani değişiklikle birden kendilerini topun ağzında buluverdiler.