Alternatif Akademiler

Kapitalizm son elli yılda bu yolda çok önemli adımlar attı ve önemli kazanımlar elde etti. Günümüzde resmi akademiyi oluşturan herkesin bu sistem içerisinde yetiştiğini, akademik yaşamının bu sistemde geçtiğini düşünürsek, geriye dönüş hiç de kolay değil.

Eğer koronavirüs salgını olmasaydı Mart ortasında Sosyalist Düşünce Topluluklarının (SDT) “Alternatif Üniversite” başlığı altında düzenlediği etkinlik dizisinde bir konuşma yapacaktım. Olmadı; SDT yerinde bir öngörüyle, devletten daha önce toplantıyı erteleme kararı aldı.

Burada üzerinde durmak istediğim konu, etkinliklerin başlığı; “Alternatif Üniversite”. Aslına bakarsanız böyle bir başlık hiç de yeni değil. Geçmişte “Özgür Üniversite”, “Nazım Hikmet Akademisi”, “Ciğerhun Akademisi” gibi çeşitli girişimler olmuştu.  Şimdi de akademiden uzaklaştırılan Barış Bildirisi imzacılarının kurduğu oluşumları görüyoruz: İzmir Dayanışma Akademisi, Kocaeli Dayanışma Akademisi gibi.

Belli ki ortada akademinin alternatifi için bir eğilim var, ki bu da mevcut sistemin artık gereksinimleri karşılamadığı anlamına gelir. Akademinin tarihsel olarak oluşturduğu dört değer vardır. Bunlar kültür, toplumsal bağ, bilgi üretimi ve özgür bireydir. Yani akademiden kültürlü, topluma duyarlı, bilimsel düşünebilen, özgür yurttaşlar yetiştirmesi beklenir. Elbette bu dört değer eşit ağırlıkta olmayabilir; zaten farklı akademi tipleri de bu “ağırlık” farklılığındandır. İşte bu dizgede olabilecek en ufak bir aksama alternatif arayışlarını başlatır.

Dünyada, daha doğrusu ABD’de, 1970’li yıllardan sonra başlayan piyasa odaklı üniversite anlayışıyla birlikte akademinin başlangıcından beri oluşturduğu, yukarıda sıraladığım, değerler kaybedilmeye başlandı. Artık, kültürlü değil, sadece uzmanlık alanını, onu da piyasanın gerektirdiği kadarıyla bilen; özgür birey değil, bireyci; topluma değil, piyasa taleplerine duyarlı; bilimsel düşünemeyen, sorgulamayan mezunlar yetiştiriliyordu. Piyasanın belirlediği sınırların dışında bilgi edinmesi de artık üniversite içerisinde olanaksız hale gelmişti. Bu koşullar dünyada alternatif akademi arayışlarını başlattı.

Türkiye ise bu duruma yaklaşık on yıl sonra 1980’lerde geldi. YÖK’ün kuruluşuyla birlikte, dünyadaki olumsuzluklar adım adım Türkiye akademisinde de yaşanmaya başladı. Doğal olarak alternatif akademilerin Türkiye’de ortaya çıkışı bu tarihten sonradır.

Bu noktada yanıtlanması gereken şöyle bir kritik soru var: gerçekten alternatif akademi oluşturulabildi mi? Yanıtım hayır. Aslında bence, olması da beklenemezdi; en fazla yapılabilecek küçük ve kısa bir örnek gösterilmesi olurdu ve zaten öyle de oldu.

Gördüğüm kadarıyla alternatif akademi deneyimleri iyi birer seminer programından öteye gidemedi. Yanlış anlaşılmasın, çok iyi seminerler yapıldı, en azından ben de katıldıklarımdan çok yararlandım, ama o kadar. Hiçbiri gerçek bir akademi düzeyine evrilemedi.

Akademi olabilmek için, sanırım şu iki işten en az birini yaşama geçirebilmek gerekiyor. Ya üst düzeyde bir eğitim gerçekleştirip, akademinin tüm değerlerini kapsamak. Ancak çok uzun zaman gerektiren bir düşünce bu çünkü başka bir yerde formal eğitim gören veya çalışan bir toplama yönelik olacak. Yani bayağı bir süre ve dayanma gücü gerekir. Üstelik bu güç de sadece maddi güç değil.

Ya da ise üst düzey bağımsız çalışmalar üretebilmek. Bu da çok zor; özelikle fen bilimleri açısından, laboratuvar olanakları açısından. Belki farklı disiplinlerin bir araya getirilebildiği sosyal bilimler böyle bir işe uygun olabilir ama bu durumda da geniş kadrolara gereksinim vardır.

Demek istediğim, alternatiflerin gerçek bir akademi haline gelmesinin zor olduğu. Diğer yandan var olan resmî kurumların akademi olma özelliklerini yitirdiği de açık.  Kapitalizm son elli yılda bu yolda çok önemli adımlar attı ve önemli kazanımlar elde etti. Günümüzde resmi akademiyi oluşturan herkesin bu sistem içerisinde yetiştiğini, akademik yaşamının bu sistemde geçtiğini düşünürsek, geriye dönüş hiç de kolay değil. Belki de düzeltmek değil ama tüm öğeleriyle akademiyi yeniden kurmak gerekmekte. Bu açıdan alternatif için girişimlerde bulunarak, en azından talebi ayakta tutmak, bence önemli. Özelikle de formal akademi uzaktan eğitim ile yeni bir kriz içindeyken bu konu gündemde kalmalı.