Ali Erbaş: Diyanet Atatürk'ün kurduğu bir teşkilattır

"Kılıçla hutbe okumak bizim tarihimizde ve geleneğimizde var olan, yaygın bir uygulamadır. Bir rivayete göre geçmişi Hz. Ömer dönemine kadar uzanır. Bu bağlamda, bir yer savaşarak fetihle alındığında kılıçla hutbe okunurdu."

Ali Erbaş: Diyanet Atatürk'ün kurduğu bir teşkilattır

Ayasofya Camii’nin açılışında yaptığı ‘lanet’ duası nedeniyle eleştirilen Diyanet İşleri Başkanı Prof. Ali Erbaş kendisini Turkuvaz Medya’dan Sabah’ta savundu.

Ayasofya’nın 86 yıl sonra müzelikten çıkarılıp cami olarak ibadete açıldığı Cuma namazında Erbaş, elinde kılıçla “Fatih Sultan Mehmed Han, gözbebeği olan bu muhteşem mabedi kıyamete kadar cami olmak kaydıyla vakfedip müminlere emanet bırakmıştır. Bizim inancımızda vakıf malı, dokunulmazdır, dokunanı yakar; vakfedenin şartı vazgeçilmezdir, çiğneyen lanete uğrar” demişti.

Yaptığı dua ve kılıçla hutbe vermesi konusunda yapılan eleştirilere yanıt veren Erbaş “Bizim inancımızda aslolan vefat edenlerin ardından dua etmektir. Kılıçla hutbe okumak bizim tarihimizde ve geleneğimizde var olan, yaygın bir uygulamadır ve geçmişi Hz. Ömer dönemine kadar uzanır.” ifadelerini kullandı.

‘Lanet’ söylemleri sebebiyle Mustafa Kemal’e saldırdığı yönünde yaygın bir kanı oluşan Erbaş, “Diyanet Atatürk’ün kurduğu bir teşkilattır” sözleriyle kendini savundu.

Erbaş’ın demeçlerinden öne çıkan başlıklar şöyle:

“Ayasofya’nın yeniden asli hüviyetine uygun olarak camiye çevrilmesi, son asır boyunca milletimizin en büyük arzularından birisiydi. Bu hasretin sona ermesi için çok dualar edildi, hayaller kuruldu, şiirler yazıldı, sloganlar atıldı, eylemler yapıldı. Hamdolsun 24 Temmuz Cuma günü bu hasret sona erdi. Tabi burada öncelikle muhterem Cumhurbaşkanımıza, Danıştay’daki değerli hukukçularımıza, İsmail Kandemir ağabeyimize, Ayasofya’nın ibadete açılmasını mübarek bir dava olarak sahiplenen, bu duyguyu canlı tutan, bir sevdaya dönüştürerek yıllardır mücadelesini yapan herkese çok teşekkür ediyorum. Allah hepsinden razı olsun. Tabi o güne gelince, sizin de şahit olduğunuz gibi çok muazzam bir sevinç ve duygu seli vardı. Anlatmaya kelimelerin kifayet etmediği bir atmosfer yaşandı.”

“Kendi açımdan tarifi imkânsız iki büyük duyguyu bir arada yaşadım. Birincisi, gençlik yıllarımızdan beri yüreğimizde taşıdığımız bir hasretin sona ermesine, ulu mabedin yeniden müminlerle buluştuğu ana şahit olmaktır. İkincisi ise, ilk Cuma hutbesini irad etme ve Cuma namazını kıldırma bahtiyarlığının Diyanet İşleri Başkanı olarak acizane bize nasip olmasıdır. Dolayısıyla 24 Temmuz Cuma gününü Rabbimizin büyük bir lütfu, nimeti, ihsanı ve bir Müslüman için büyük bir onur ve izzet olarak görüyorum. Allah’a sonsuz şükürler olsun.”

‘VAKIF MALI’ AÇIKLAMASI

“Öncelikle, okuduğum Cuma hutbesindeki “vakıf hukukuna sahip çıkma ve koruma” amaçlı bir ifadenin tamamen çarpıtılarak ve bağlamı dışına çıkarılarak gündeme getirilmesinden derin bir üzüntü duyduğumu belirtmeliyim. Söz konusu Cuma hutbesinde, yüce dinimiz İslam’da vakfın önemine, vakıf ahlakı ve hukukunun korunmasının gereğine atıfta bulunulmuştur. Zira İslam’ın ilkelerini ve değerlerini açıklamak ve hatırlatmak, Diyanet İşleri Başkanlığımızın varlık sebebi ve anayasal görevidir. Nitekim bugün Balkan coğrafyasında ve dünyanın pek çok yerinde medeniyetimize ait ecdat emaneti binlerce vakıf malı yok edilmiştir. Bunların talan edildiğini ve amacı dışında kullanıldığını üzülerek müşahede etmekteyiz. Bu minvalde ülkemizdeki vakıf mallarımızdan da kaybolanların olup olmadığı, amacına uygun olarak kullanılmayanların bulunup bulunmadığı hususu dikkatle takip edilmelidir.”

ZORLAMA YORUMMUŞ

“Hutbemizde de geniş zaman formuyla, her vakfiyenin sonunda yer alan genel bir ilkeye işaret etmek istedik. Dolayısıyla söz konusu ifadenin bağlamından koparılıp niyet ve kastın dışında yeniden anlamlandırılarak tefrika sebebi yapılması, iyi niyet taşımayan maksatlı bir çarpıtmadır. Ayrıca, daha önce de söylediğim gibi, bizim inancımızda aslolan vefat edenlerin ardından dua etmektir. Biz de çeşitli vesilelerle bunu yapmaya çalışıyoruz.”

“Diyanet İşleri Başkanlığımız, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu bir teşkilattır. Anayasa ve yasalarda belirtilen görevlerini yerine getirmektedir. 18 Mart Çanakkale programlarından Cumhuriyetimizin kuruluş yıldönümü etkinliklerine, istiklal mücadelemizin önemli günlerinden milli bayramlarımıza, her vesileyle başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm şehit ve gazilerimizi, saygı, rahmet ve şükranla anmaktayız. Yayınladığımız eserler, aylık dergiler, çocuk yayınları ve Diyanet TV ve radyo programlarımızla, onları hayırla yad etmekte ve özellikle nesillerimize en güzel şekilde tanıtmaya gayret etmekteyiz. Söz konusu açıklamalarımız, program ve etkinliklerimiz web sayfalarımızda mevcuttur ve tüm kamuoyuna açıktır. Hal böyleyken Başkanlığımızı ve onun güzide mensuplarını, Cumhuriyetimizin değerleri ve öncüleri ile ilgili hassasiyet taşımamakla itham etmek vahim bir hata, üzücü bir tutum, büyük bir haksızlık ve izah etmekte zorlandığımız bir istismardır. Bu tür zorlama yorumlar ve yanlış anlamlandırmalar, milli birlik ve beraberliğimize zarar vermektedir.”

“KILIÇLI HUTBE HZ. ÖMER DÖNEMİNE UZANIR”

“Kılıçla hutbe okumak bizim tarihimizde ve geleneğimizde var olan, yaygın bir uygulamadır. Bir rivayete göre geçmişi Hz. Ömer dönemine kadar uzanır. Bu bağlamda, bir yer savaşarak fetihle alındığında kılıçla hutbe okunurdu. Nitekim İstanbul fethedildiğinde Ayasofya’daki ilk Cuma hutbesi de kılıçla okunmuş ve 481 yıl böyle devam etmiştir. Hutbenin bu şekilde okunması, bir yönüyle Ayasofya’nın camiye çevrildiğinin ilanı, diğer yönüyle de fethe dair bir mesajdır. Bu gelenek zaten İstanbul dışında Edirne, Kocaeli, Çanakkale, Kastamonu, Tokat, Balıkesir, Bartın gibi şehirlerimiz başta olmak üzere ülkemizdeki bazı camilerde eskiden beri uygulanmaktadır. Dolayısıyla bu durumu garipseyen, eleştiren, farklı manalara çekmeye çalışan yaklaşımları hayretle karşılıyorum. Bu topraklarda medeniyetimizden ve geleneğimizden böylesine uzak yorumların yapılmasına gerçekten üzülüyorum. Bu süreçte yaptığımız açıklamalar ve Cuma hutbesinde İslam medeniyetinin temel değerlerini ve evrensel insanlık ilkelerini ortaya koyan beyanlarımız görmezden gelinerek kılıçla hutbe geleneğinden, sanki Müslümanların söyleyecek sözü kalmadığı için böyle bir uygulamaya gidildiği sonucunu çıkaran bir yaklaşımı, vicdanlara havale ediyorum.”

TEDBİR İMANDANDIR

“Daha önce de ifade ettiğim gibi, musibetler karşısında mümince duruşun, ibret, tedbir, tevekkül ve dua olmak üzere 4 temel ilkesi vardır. Bu bağlamda tedbirli olmak herkes için önemli bir yükümlülüktür. Aksi halde dikkatsiz, tedbirsiz ve özensiz davranarak virüsü başkalarına bulaştırmak ve bir başkasının sağlığını tehlikeye atmak büyük bir vebal ve kul hakkı ihlalidir. Bu bakımdan yetkili kişi ve kurumların açıkladığı tedbirlere uymak, aynı zamanda dini bir vecibedir.”

“Bu noktada şunu da belirtmeliyim ki, bugün küresel boyutta yaşadığımız sorunlarda, insanoğlunun zaaflarının, ihtiraslarının, sorumluluk bilincini ihmal etmesinin önemli bir payı vardır. Mesela küresel bir çevre sorunu olarak havanın, suyun, toprağın kirletilmesi gibi meseleler bütün insanlığı ilgilendiren büyük hadiselerdir. Dolayısıyla, sözü edilen olumsuz tablo, esasında insanoğlunun hatalarının bir sonucudur. Bu da insan-çevre ilişkisini başta sorumluluk duygusu olmak üzere emanet, güzel ahlak ve salih amel bağlamında yeniden gözden geçirmenin elzem olduğu sonucunu ortaya koymaktadır. Aksi takdirde yaşanacak çevresel krizlerin, küresel musibetlerin, yaşadığımız dünyayı topyekûn kaos ve kargaşaya sürüklemesi kaçınılmazdır. Dolayısıyla yaşanan hadiseleri özeleştiri ve nefis muhasebesi çerçevesinde değerlendirmek, daha güvenli ve güzel bir gelecek inşa edebilmemizin yolunu açacaktır.”