AKP'yi kim yönetiyor?

Vekaleti veren, vekillikten azleder, kural budur, ama sınıf kavgasında bunun bir istisnası var. Vekaleti vereni de alanı da aynı anda ülkeden süpürmek mümkündür. Tüm suçların hesabını sorarak, tüm çalınanları geri almak mümkündür.

Geçtiğimiz yıllarda sıkça duyduğumuz bir tespit vardı. Tespit edenlerin somut verileri mi yoksa “Hani bir umut” diyerek denedikleri arayışları mı bilinmez; “Tayyip Erdoğan iyi ama çevresi kötü” cümlesi ya bir makalede ya da bir röportajda az karşımıza çıkmadı değil.

Daha sonra, iş döndü dolaştı, “çevresi, Tayyip Erdoğan’dan gerçek bilgileri saklıyor” noktasına geldi. Özellikle Berat Albayrak’ın istifası ile yeniden piyasaya sürülen bu savın ardına sağdan soldan sıralananlar oldu. Hızını alamayanlar, Bülent Arınç’ın açıklamaları ardından havada sav üstüne sav uçurdular.

Kimilerine göre, Recep Tayyip Erdoğan, MHP’den bıkmış, köprüyü atmak için harekete geçmişti. AKP milletvekilleri insan içine çıkamıyor, 40’a yakın milletvekili başka partilere transfer olmak istiyordu. Aslında Tayyip Erdoğan’a kalsa güçlendirilmiş parlamenter sisteme hemen bugün geri dönüş yapardı ama işte şu “gruplar” işi bozuyordu. AKP, İYİ Parti’den bir ışık görse anında düğmeye basardı vs vs…

Bülent Arınç’ın görevden affının, görev veren tarafından kabulü sonrasında, aynı kulisçilerin Bülent Arınç’a üzülmesini bir kenara bırakalım, ama şu kafa karışıklığını bir kenara bırakmayalım.

AKP’yi kim yönetiyor?

AKP, kurulduğu andan bugüne kadar gerçek anlamda bir “vizyon ve misyon” partisidir, bir lideri, bir örgütü, hatta artık bir devleti olan partidir. İktidarı boyunca, cumhuriyeti tasfiye etmiş, rejimi değiştirmiş, dönem politikalarını gerek toplumsal mühendislik gerek se de kurduğu açık ve üstü örtük ittifaklar ile hayata geçirmiştir. Bu işleri yaparken yani memleketi uçurumdan aşağı sürüklerken, en büyük şansı da halen özelleştirilmeyen işletmelerin, üzerine HES yapılmayan derelerin, halen talan edilmemiş toplumsal zenginliklerin, törpülenen ama halen yok olmamış hakların olması ve tüm bunların yok edecek cesarete sahip olmasıdır. Sermayenin istediği bir göz olmuş, AKP ona iki göz vermiştir. En zor virajları bir “başörtüsü” söylemi ile alamayacağını bilen bu parti, ülkeyi dönüştürme yolunda yanına hep bir ortak bulmuştur. Eski ortakları ile ayrı düşüp, eskiden kendine küfredenlerle ortak olabilmesi sadece burjuva siyasetinin ilkesizliği ile açıklanamaz. Herkesin işini görmeye çalıştığı bu düzende, en büyük ilke “işin görülmesidir”.

İşte AKP’yi kimin yönettiği sorusuna da bu “işe” bakarak yanıt vermez isek, cevabı promptere kadar götürürüz. Gerçi sanırım bu günlerde daha fazla AKP, bir şu prompterleri yönetemiyor. Lafı gelmişken eklemeden de edemeyeceğim. Bir Cumhurbaşkanı, prompter bozulunca dudaklarını ısırıyor, kızarıp bozarıyor, kelimelerin mantıklı bir devamını bulamıyor ise, üstelik, kameralar karşısında kongre delegelerine “Heyecan göremiyorum” diyorsa, yine üstelik, bu konuşmadan sonra aynı kongrede delegeler birbirleri ile tekme tokat kavgaya girmekten heyecan duyuyor ise, o Tayyip Erdoğan için söylenen “iyi hatip” güzellemesinin miladı dolmuş, parti içi bağlılık da çoktan rafa kalkmış demektir.

Tam da buradan devam edelim.

AKP için önemli olan, işin görülmesidir. AKP’ye sorsan daha 2053’e kadar yapacakları çok iş, çok hizmet var. Muhalefete sorsan ilk sandıkta gidecekler. Bunlar söylenenler. Ancak şu çok açık bir gerçek ki, düzen içi muhalefetin AKP’ye verdiği akıl, bir geçiş sürecidir. Güçlendirilmiş parlamenter sisteme dönüş denilen ve düzen içi muhalefetin tek siyasi projesi haline gelen bu hedefin yine merkezinde AKP vardır. Nereye geçilecekse bu AKP’siz olmayacaktır.

AKP’nin işi gerçekten bu işe kalırsa, gemiyi terk edenlerin yerine yenilerini bulmak AKP açısından hiç de zor değil.

AKP’nin bırakın 2053’ü, önümüzdeki şu üç sene içerisinde ise tek belirgin planı, 2023’e giderken yol kazası riskini en aza indirmektir. AKP bir sıkışma dönemine girmiştir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi kazasız belasız atlatması gereken bu üç yılın ardına koyacağı yeni bir siyasi projesi yoktur. AB’nin kendine hayrının kalmadığı, ABD ile ilişkilerden ezberin bozulmayacağı da ortadayken, ekonomide sıfırı da tükenmişken, darbe, anayasa, terör ve dış mihraklar propagandaları ile AKP kendinin yönetmediği bir ülke için kaos korkusu salmaktan öteye gidememektedir.

Şu aralar düzen siyasetinde söylene gelen vekalet siyaseti tanımından çalarak devam edelim.

Ne Alaattin Çakıcı ne de Devlet Bahçeli, AKP’yi şu an için sermayeyi ve emperyalizmi vekaleten, Tayyip Erdoğan, yönetmektedir. Çevresi de kendisi de işin görülmesine bakmakta, vekaletten azledilmemeyi kendilerine bugün en önemli iş saymaktadırlar.

Vekaleti veren, vekillikten azleder, kural budur, ama sınıf kavgasında bunun bir istisnası var. Vekaleti vereni de alanı da aynı anda ülkeden süpürmek mümkündür. Tüm suçların hesabını sorarak, tüm çalınanları geri almak mümkündür.

Madem siyaset kazanı kaynıyor, içinde yanan emekçiler olmasın. Olmaması da mümkündür.