Abdülhamit’in Kıymet-i Harbiyesi

Abdülhamit, Rusya ile savaşın yönetimine doğrudan karışarak emir komuta zincirini bozduğu ve atamalarda çoğu zaman liyakati dikkate almadığı için yenilgiden de birinci derecede sorumludur. Askerlikten hiç anlamadığı halde Yıldız’daki sarayına gelen, gecikmiş, vakti geçmiş, yarım yamalak ve çoğu zaman gerçeği yansıtmayan haberlere göre üst komutayı atlayarak her düzeyde komutanlara emirler verdi.

AKP rejiminin yandaşlarının müstebit sultan Abdülhamit’e olan hayranlıkları biliniyor. Eziklik ve aşağılık kompleksi içinde yüzen bu yandaşların “ulu hakan” dedikleri Abdülhamit’e dair bilgileri de gerçek dışı. Abdülhamit’in hiç toprak kaybetmediğini sanmaktan, İttihatçılar tarafından asıldığını sanmaya kadar ilginç cehalet örnekleri var. İlk anayasamız olan Kanunu Esasi’yi ve ilk meclisi askıya alan, Kanunu Esasi’nin mimarı Mithat Paşa’yı Taif’e sürgün edip orada boğdurtan, her yere uzanan bir hafiye ağı kuran, herkesi birbiri aleyhine jurnaller yazmaya zorlayan, basına türlü türlü sansürler koyan, yıldız, burun, hürriyet gibi sözcükleri bile yasaklayan bu paranoyak despot 1908 meşrutiyet devriminin ardından meclisi mebusanı yeniden toplamak zorunda kaldı. 1909’da 31 Mart gerici ayaklanmasının ardından tahttan indirildi ve 1918’de ölünceye dek siyasetten uzak kaldı.

Abdülhamit tipik bir İslamcı olarak kurnaz ve takiyyede usta biriydi. Padişah olmadan önce henüz şehzade iken meşrutiyetten yana görünmüş ve o sayede tahta çıkmıştı. İlk başlarda diplomatik çevrelerde liberal ve Avrupalı bir görüntü dahi vermişti. Nisan 1877’den itibaren üç yıl boyunca İstanbul’da İngiltere büyükelçisi olan Henry Layard anılarında Abdülhamit’le görüşmelerinden ve Abdülhamit’in karakterinden uzun uzun söz ediyor. Layard’a göre, Abdülhamit, liberal, açık fikirli, bağnaz olmayan, hatta bağnaz Müslümanlarla alay eden, Avrupa adetlerini benimseyen, yemekte kendi içmese bile Avrupalı konuklarına şarap ikram eden bir sultandı. Bay ve Bayan Layard ile yemek yemiş ve ikisiyle de tokalaşmıştı. (Bkz. The Queen’s Ambassador to the Sultan, ed. Sinan Kuneralp, ISIS Press, İstanbul 2009, sf. 151-153, 534-540).

Ecdatçı cahillerin sandığının aksine, Abdülhamit’in telgrafla yönettiği 93 Harbinde (1877-78 Osmanlı-Rus Savaşında) Osmanlı devleti Sırbistan, Romanya, Karadağ, Teselya, Dobruca, Kotur, Kars, Ardahan, Batum ve Kıbrıs’ı kaybetti. Esasen Abdülhamit Avrupa devletlerinin ve Rusya’nın bazı taleplerini kabul ederek bu savaşı önleyebilirdi. Kabul etmeyerek çok daha fazlasını kaybetti. Osmanlı devletinin 1876’da Bulgaristan, Sırbistan ve Karadağ’daki isyanları bastırırken uyguladığı dehşet politikası yüzünden Avrupa’da yalnızlaştığını anlayamadı. Avrupa’daki güç dengelerinin değiştiğini ve Rusya ile bir önceki savaş olan Kırım Savaşı (1853-56) sırasındaki Osmanlı yanlısı ruhun kaybolduğunu göremedi. Romanya’nın, Rusya’nın ve Avrupa’nın hafif taleplerini kabul etmeyerek çok daha fazlasını kaybetti, binlerce Anadolu insanını ölüme gönderdi. Bu savaş zaten bozuk olan Osmanlı maliyesini de bozdu ve birkaç yıl sonra Düyunu Umumiye idaresinin kurulmasının da yolunu açtı.

Abdülhamit, Rusya ile savaşın yönetimine doğrudan karışarak emir komuta zincirini bozduğu ve atamalarda çoğu zaman liyakati dikkate almadığı için yenilgiden de birinci derecede sorumludur. Askerlikten hiç anlamadığı halde Yıldız’daki sarayına gelen, gecikmiş, vakti geçmiş, yarım yamalak ve çoğu zaman gerçeği yansıtmayan haberlere göre üst komutayı atlayarak her düzeyde komutanlara emirler verdi. İsterseniz bu konuda askeri tarihçilere danışalım. Mesut Uyar ve Edward Erickson şöyle diyorlar: “Abdülhamid sadece ordusunun üst kademe emir-komuta hiyerarşisini ve cephe komutanlarının otoritesini bozmakla kalmadı. Aynı zamanda yarattığı anarşik yapı, gerçekleşen sık ve hatalı müdahaleler yüzünden savaş esnasında doğan operasyonel ve taktik fırsatların harcanmasına da neden oldu.” (Osmanlı Askeri Tarihi, İş Bankası Yay. 2014, sf. 399)

Evet tam da böyle oldu. Savaşın başında komutanlıklara yanlış atamalar yapan Abdülhamid yenilgiler üzerine bu kez paşaları divanıharbe verdi ve her türlü inisiyatif almayı korkulur hale getirdi. Bunun sonucu paşaların birbirinden kopuk, bağımsız hareket etmesi ve İstanbul’dan emir gelmeden hiçbir şey yapamaz hale gelmesi oldu. Abdülhamit, seraskerliğin dışında İstanbul’daki yaşlı paşalardan oluşan “meclis-i umur-ı harbiye” adlı bir meclis kurdu ve askeri konularda en yetkili organ ilan etti. Ayrıca doğrudan kendine bağlı “heyet-i müşavere-i harbiye” adlı özel bir askeri karargah daha kurdu. Bu üç organda yer alanlar kendi kişisel ve grup çıkarlarına öncelik verdiklerinden aralarında çekişme başladı. Ayrıca cephedeki komutanların arasında çekemezlik vardı. Ancak bunun sorumlusu da bunları bildiği halde salt herkesi kendisine bağlı kılmak için birbirinden hoşlanmayan kişileri yan yana veya doğrudan ötekinin emri altında çalışmaya zorlayan Abdülhamit’ti. Abdülhamit’in bu savaştaki bütün hatalarını anlatmak için uzun bir makale yazmak gerekir. Ben burada ana hatlarıyla vermeye çalıştım.