29 Ekim yazısı

Sormamız gerekiyor, emperyalizme, saltanata ve hilafete karşı kurulan Cumhuriyet bugün geleceğe hangi zeminde, hangi programla ve hangi toplumsal güçlerle, nasıl taşınacaktır?

Bir 29 Ekim ve bir cumhuriyet yazısı daha.

Kuşkusuz yazılmalı. Bununla birlikte, her sene bir dizi tespitin tekrarlanması yanlış olmasa bile can sıkıcı olabilir mi? Sanırım evet. Can sıkıcı olmaktan kastım da yapılan tespitlerin tekrarı hatta yaşanan sürecin tüm olumsuzluklarına rağmen tespitlerin içerikleri değil. Can sıkıcı olan tekrardan ibaret kalınması. Yoksa yolu yürümek için bu tespitlere ihtiyacımız bulunmakta.

Cumhuriyet yönetimi tarihsel olarak bir ilerlemeyi ifade eder. Emperyalizme karşı verilen bir savaşın akabinde, saltanatın kaldırılması sonrasında ilan edilen 1923 Cumhuriyeti de kuşkusuz böyledir.

Kısa sürede devrimci atılımlar yapan genç cumhuriyet, halifeliği kaldırmış, tekke ve zaviyeleri kapatmıştır. Eğitim alanında büyük gelişmeler yaşanmış, laiklik devletin temel niteliği olarak kabul edilmiş, kadının toplumsal yaşamdaki rolüne ilişkin önemli aşamalar kat edilmiştir. Ülkenin kalkınması için sanayi alanında da önemli altyapı hamleleri yapılmıştır. Mustafa Kemal bu durumu Nutuk’ta, “Gerçek, Osmanlı Devleti’nin ve halifeliğin yıkıldığını ve ortadan kalktığını düşünerek yeni temellere dayalı, yeni bir devlet kurmaktı.” şeklinde açıklamaktadır.

Özetle, 1923 Cumhuriyeti bir bütün olarak kamucu, aydınlanmacı, bağımsızlıkçı bir kimlik oluşturmuştur.

Hep tekrar ettiğimiz üzere, tüm bunları, Türkiye Cumhuriyeti’nin kapitalizmi tercih ettiğini, kuruluştaki ilerici kimliğini ileriye doğru taşımak bir yana çok kısa bir sürede içini boşalttığını ve nihayetinde terk ettiğini bilerek söylemekteyiz. Yine tekrarlamak gerekiyor ki, sol ile hesaplaşma da bu dönemde başlamış ve sonraki dönemlerde kapitalist devletin genlerine işlemiştir. Kuruluştan önce, 1921 yılında Mustafa Suphi’nin yoldaşları ile birlikte Karadeniz’de katledilmesi de bu yönelim ile bağlantılıdır. 1923 Cumhuriyeti tüm geçen bu yıllar boyunca “gericilik” başlığını sonlandıramamış (aksine, başlangıç ilkelerine rağmen içine almış), “Kürt sorunu”nu ise çözememiştir. Nihayetinde bu iki başlık rejim için krize dönüşmüştür. Cumhuriyet içinde güçlenişi artarak süren burjuvazi, 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasında da tercihini emperyalizmle tamamen bütünleşmekten yana yapmıştır.

Bugün gelinen noktada rahatlıkla ve yüksek sesle söylemek gerekmektedir: Türkiye Cumhuriyeti’nin içinde bulunduğu koşullar doğrudan kapitalistlerin egemenliğinin ve emperyalizme bağımlılığının sonucudur. Tercih onlarındır!

Şimdi 1923 Cumhuriyeti (bugünden yapılabilecek bir tanımlama ile Birinci Cumhuriyet olarak adlandırabiliriz) sona erdi.

Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) eli ile vücut bulan şu anki rejim ise kendisini 1923 Cumhuriyeti’nin kuruluş paradigmalarının yerine inşa etmeye çalışıyor. Kastedilense esas olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin felsefesinde ve rejiminde köklü bir dönüşüm, 1923 Cumhuriyeti’nin tasfiyesidir. (Bu anlamı ile bu “yeni” rejimi “İkinci Cumhuriyet” olarak adlandırabiliriz.) Kuruluş felsefesinden, aydınlanmacı, bağımsızlıkçı kimliğinden tamamen ayrı hatta yeni bir “cumhuriyet” kurumsallaştırılmaktadır. Bir yandan dinselleşmenin kurumsallaşması ve hukuksallaşması hedefi ile hareket edilmekte, diğer yandan dış politika da bir dizi plan hayata geçirilmeye çalışılmaktadır. Tüm bunların yanında emeğe ve emek güçlerine karşı kuralsız müdahalelerde bulunulmaktadır.

Yaşanan süreç içerisinde dönemin başlangıcını kesin bir tarih üzerinden tanımlamak mümkün olmasa da 12 Eylül 2010 Anayasa Referandumu ve takip eden 12 Haziran 2011 Genel Seçimleri baz alınabilir. Başkanlığa geçiş ise “dönüşümün” bir anlamı ile son noktası olmuştur. Devletin yeniden yapılandırıldığı, bütün kurum ve mekanizmalarının yeniden tarif edildiği bu süreçte önceki rejimden arta kalanlarda yapıya adapte edilmekte, “yeni” rejime uyum göstermemekte, direnenlerse tasfiye edilmektedir.

Bu arada “gericilik” başlığı rejimin en üst değeri haline getirilip, “çözülmüş” durumda. Ancak bu seferde, bu “çözümün” cumhuriyetçi kesimleri kapsamasının mümkün olmaması rejimin kriz başlıklarından biri haline dönüşmüştür. Kürt sorununda ise düzen içi çözümler bir türlü hayata geçirilememektedir.

Burada hatırla(t)mak gerekiyor, İkinci Cumhuriyet’in tek savunucusu AKP değildir. Kaldı ki başkanlık sistemi de (daha doğru bir ifade ile güçlü yürütme) esasen AKP’nin değil sermaye sınıfının tercihidir ve bu da yalnızca Türkiye’ye özgü bir arayış/çözüm değildir. Tüm bunlardan öte düzen içi hiçbir aktörün bu “yeni” rejim ile “artık” bir sorunu da bulunmamaktadır. Düzen içi tartışmalar, AKP eli ile vücut bulan ve 1923 Cumhuriyeti’nin kuruluş paradigmalarının yerine inşa edilen rejimin yerleştirilmesi modeline ilişkindir. Bu başlıkta arayışlar var olan başkanlık rejiminin düzeltilmesinden parlamenter sisteme geri dönüşe kadar çok yönlüdür ancak seçenek hala belirsizdir. Kapitalist sistem ise bakidir. Sermaye egemenliği devam etmektedir. Düzen içi aktörler açısından burada tartışmasız bir süreklilik bulunmaktadır.

Diğer yandan, arayış başka kanallarda da sürmektedir. Geniş bir toplam düzen içi arayışların ötesinde ısrarla “ne yapmalı” sorusuna cevap aramaya devam etmektedir.

Evet, Birinci Cumhuriyet sona ermiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin dengelerinde geri dönülemez değişiklikler gerçekleştirilmiştir. Kabul edilmelidir ki, Kemalizm’de her türlü toplumsal gelişmeden bağımsız değildir. Kuruluş iyisi ve kötüsü ile yaşanmış ve bir daha geri gelmemek üzere “bitmiştir”. Evet, kamuculuktan, aydınlanmadan, bağımsızlıktan da eser kalmamıştır.

Ancak yaşanan süreç aynı zamanda tüm bu değerlerin topraklarımıza kök saldığını ve öyle kolay kolay sökülemeyeceğini de göstermiştir. Öyle ise artık kapitalizmin sınırları arasında formüller arama çabası bırakılmalıdır. Burjuva demokrasilerinin temsil mekanizmalarının bir bütün olarak krizde olduğu bir dönemde yalnızca parlamenter sisteme dönmekle sınırlı anlayışların bu krize cevap veremeyeceği açık olmalıdır. Esas soru, bu mekanizmaların emekçi halkı devlet yönetimine nasıl taşıyacağıdır. Kamuculuk, aydınlanmacılık, bağımsızlıkçılık sosyalizmin (de) ayağını bastığı zemini ifade etmektedir. Ve aslında bu değerler günümüzde ancak sosyalizm tarafından ileriye taşınabilir durumdadır.

Kuşkusuz bu tablo içerisinde görünen en önemli başlık “ne yapmalı” sorusuna cevap arayan geniş toplamın örgütlenmesi sorunudur. Bu sorunun ete kemiğe bürünmüş hali bir 29 Ekim yazısı daha beklememelidir.

O zaman sormamız gerekiyor, emperyalizme, saltanata ve hilafete karşı kurulan Cumhuriyet bugün geleceğe hangi zeminde, hangi programla ve hangi toplumsal güçlerle, nasıl taşınacaktır?

Bu aynı zamanda “nasıl bir Cumhuriyet?” sorusudur.

 

Yazarın Diğer Yazıları
Bıktırıcı tekrarlar 29 Kasım 2023
Adalet Bakanı ne dedi? 7 Kasım 2023
Makas değişimi mi? 24 Ekim 2023