1 Mayıs vesilesiyle sol ve "yeni normal"

Haydi gelin herkesin “yeni normalin” ne olacağını tartıştığı bir dönemde işin özüne, bize en doğru yolu gösterecek olan emek-sermaye çelişkisi ve bunun üzerinden ortaya çıkan olgular silsilesine odaklanalım ve yolumuzu açalım…

İşçi sınıfı mücadelesinin önemli noktalarından biri olan 1 Mayıs’ın bu seneki yansımaları üzerine birkaç söz söylemek önemli ve gerekli.

Koronavirüs salgını nedeniyle normaldeki gibi meydanlarda ve mitingler ile kutlanamadı bu sene 1 Mayıs.

Ancak bu durum sınıf mücadelesinin geri çekildiği anlamına gelmediği gibi, sınıf mücadelelerinin ortadan kalktığı anlamına da kesinlikle gelmiyor. Tersinden başka bir yorum da yapmamız mümkün: Bugüne kadar işçi sınıfı mücadelesinin ortadan kalktığını ve yerini başka “mücadele türlerinin ve toplumsal statülerin” alması gerektiğini savunanlar bile nedense bu 1 Mayıs’ta emek ve sermaye arasındaki çelişkiyi görmek, sınıfın haklarını bir anda savunmak zorunda hissettiler kendilerini.

Oysaki, bunların görülmesi için insanlığın salgın ve ekonomik kriz altında kavrulması gerekmiyordu. Bu tartışma elbette kalkış noktamız değil ancak yüz binlerce emekçiyi temsil eden bazı emek örgütlerinin bile emek alanı dışındaki politik, ideolojik arka planlarında “ekolojik, demokratik toplum ve kimlik siyaseti” yaklaşımı devam ediyor. Ya da sosyal demokrat partinin bir aparatı halinde salınım sergileyen bir sendikal anlayış devam ettiği oranda bu çıkışsızlığın aşılabilmesi zor görünüyor. Bu açıdan, yaşanan salgının bunları perdelememesi gerektiği ve hatta bununla birlikte verili durumun daha da fazla görünür hale gelmesini sağladığı ortaya konulmalı.

Dolayısıyla bu 1 Mayıs sürecinde ortaya çıkan genel güçsüzlüğün ve izleme halinin bir geçmişi var bunu bilelim. Salgını geçelim ama derin bir ekonomik krize sınıfın örgütlü tepkisini verebilecek bir sendikal örgütlenme bulunmuyor.

Bu durum son tahlilde bir önceki dönemde düzenin liberal ve sosyal demokrat kanatları arasına girerek “emek mücadelesi” verdiğini söyleyen sol, sendikal anlayış açısından yeniden optimal mücadele zemininin açılmasını beklemekten başka bir sonucu doğurmuyor. 1 Mayıs öncesi ve sonrasında ortaya çıkan temel durum buna işaret etmektedir. “Yeni bir toplumsal düzen” talebinin sosyalizm mücadelesi ile buluşturulmadığı örneklerin işçi sınıfı mücadelesine bir katkısı bulunmuyor.

Yani sermaye iktidarına karşı mücadeleyi sınıfsal bir kavga olmaktan çıkartıp düzen güçleri arasındaki rekabet ya da iktidar mücadelesinin içerisinde gören anlayışın bu açıdan 1 Mayıs’ta kilitlenmesi nedeni buralarda aranmalıdır. Salgın ile birlikte katmerli hale gelen ekonomik kriz gibi en dibin görüldüğü bir noktada dahi bu alışkanlıktan ve yaklaşımdan vazgeçmeyen sol anlayışın dipten gelen dalgayı da yakalaması mümkün olamayacak.

HDP’nin temsil ettiği radikal görünümlü “liberal muhalefet çizgisi” ile CHP’nin “asgari mukavemet hattı” arasına sıkışan sol bu açıdan 1 Mayıs’ta, emekçilerin salgın döneminde sermayenin yoğun saldırısı altında olduğu bir dönemde söylemsel olarak da eylemsel olarak da mücadeleyi ileriye taşıyacak bir pratik sergileyememiştir.

Hal böyle olunca sosyal medyaya ya da muhalif burjuva kanallarına sıkışan bir solculuk, 1 Mayıs’ın öncesinde emekçilere politik anlamda seslenme, pratik anlamda faaliyet yürütme konularında da verilmesi gereken bir sınavdan geçememiştir. Söylemeye çalıştığımız şey elbette salgın koşullarında en akıl dışı eylemleri yapmak değil. Ancak devrimciler her türlü ve en çetin mücadele koşullarına alışkındır, bireysel değil örgütlü mücadeleye inanır, aynı zamanda yaratıcı ve üretken bir potansiyele sahiptir. Bunlar solcuların en temel özellikleri olsa gerek…

Ancak bu özelliklerimizi sosyal medyada fenomen hale gelmek, en çok görüntülenmeyi almak, burjuva kanallarına mülakat vermek için kullanıyorsak hele ki zaten düzen muhalefetinin bir parçası olarak yapıyorsak vay halimize. İşçi sınıfının birlik mücadele ve dayanışma günü bu şekilde sanal bir ortamda yitip gider.

Sanal dünyaya ve sosyal medyaya sıkışma hali tek başına düzen muhalefetine endeksli solu değil, Türkiye’de sosyalizm mücadelesi verdiğini söyleyen tüm kesimleri etkiliyor. Komünist hatta yer alan ama bu 1 Mayıs’ı birkaç saatlik programla geçiştirenler de son tahlilde yine optimal mücadele koşullarının gelmesini beklemekteler. Bugünlerde sosyal medyadan seslenmenin ne kadar önemli olduğuna dair methiyelerin düzüldüğü bir dönemden geçiyoruz. O zaman tersinden şunu soralım: Salgın geri çekildiği zaman var mısınız sosyal medya hesaplarımızı bireysel varoluş zemini ve en çok beğeni almak için kullandığımız bir ortam olmaktan çıkartalım, devrimciler olarak “normale dönelim” ya da yeni bir normal yaratalım?

Geçtiğimiz 1 Mayıs’ta toplumda yer eden olaylar ne olmuştur diye sorulursa Türkiye Komünist Hareketi tarafından Taksim Kazancı Yokuşu’nda yapılan sosyal mesafeli anma eylemi, Sınıf Tavrı ve sanatçılar tarafından yapılan 1 Mayıs Marşı klibi, akşam balkonlarda yapılan eylemler ve DİSK yönetimine dönük polis müdahalesi akıllara gelecektir.

Balkonlarda yapılan eylemler gerek sağlık emekçilerine dönük alkış eylemleri gerekse 23 Nisan’daki eylemler kadar güçlü geçmiş ve aslında toplumun 1 Mayıs üzerinden ne gibi bir ses verebileceğine dair bir belirteç olmuştur. O açıdan dikkate alınması gerekmektedir.

Komünistlerin geçtiğimiz 1 Mayıs’taki pratiği önem taşımaktadır. Bu bağlamda sokakta yapılan çalışmalar ve farklı sektörlerde işçilere işyerlerinde yapılan buluşmalar, 1 Mayıs Marşı’nın yeniden üretilmesi için yapılan öncülük öne çıkmış; işçi sınıfının somut taleplerinin ve kapitalizmin çıkışsızlığını sosyalizm mücadelesi ile buluşturmak adına önemli bir sınavdan geçmiştir denilebilir. Solun bir bölümünün “yeni bir toplumsal düzen” çağrısına karşı komünistlerin sosyalizm vurgusu ve programı önemli bir duruş olarak belirmiştir.

Salgın günlerinde ekonomik kriz ve sermayenin saldırısı ile boğuşan işçi sınıfının taleplerinin temsiliyetini üstlenmek, onları politik bir zemine taşımak ve sermayenin kendi içindeki rekabetin mezesi olmaktan çıkartmak komünistler açısından bir görevdi. Bu görevi birkaç saatlik yayına sıkıştırmadan yapmak da mümkündü. Belli bir düzeyde bu başarılmıştır ve komünistler cephesinden 1 Mayıs’ın hakkı verilmiştir.

Kapitalizmin krizine ve salgınla birlikte pulları dökülen emperyalizme karşı “Dünyayı Sosyalizm Kurtaracak” sloganı ve cüretiyle çıkan komünistlerin ne kadar haklı olduğu herkes tarafından kabul görmüştür. Hatta tüm Türkiye solu bu sloganı sahiplenmiş ve kullanmıştır. Bu iyi ve sevinilecek bir gelişmedir. Bugün “Kapitalizme karşı demokrasi” yerine “kapitalizme karşı sosyalizm” denmesi bile çok önemlidir…

Şimdi ise “Türkiye’yi kim kurtaracak?” sorusuna “komünistler” yanıtını vermenin haklılığının ve karşılığının gösterilmesi gereken bir döneme girildiği açıktır.

Haydi gelin herkesin “yeni normalin” ne olacağını tartıştığı bir dönemde işin özüne, bize en doğru yolu gösterecek olan emek-sermaye çelişkisi ve bunun üzerinden ortaya çıkan olgular silsilesine odaklanalım ve yolumuzu açalım… Ne dersiniz?