Yeraltından devlet katına

Yeraltından devlet katına

01-09-2019 09:14

O nedenle, eğer bu ülke gerçekten şeyhler, dervişler, müritler ülkesi olmayacaksa ya da moda tabirle  gruplara, vakıflara, cemaatlere, derneklere hizmet işi gerçekten bitecek ise bunun sadece amasız fakatsız mücadelesi ile, laiklik mücadelesi ile ve adlı adınca sosyalizm mücadelesi ile gerçekleşebileceğini görmek gerekiyor.

Berkay Çelen

 

Tarikatların, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana, hatta bazılarının köklerinin daha da eskiye dayandığını da söylemek mümkün olmakla, ülkemizde var olduğunu söyleyebiliriz. Cemaat ismiyle ya da “FETÖ” örneğinde olduğu gibi toplum nezdinde olumlu bir etki oluşturması amacıyla “Hizmet Hareketi” gibi versiyonlarıyla da karşımıza çıkan tarikat yapılanmaları, Cumhuriyet tarihi boyunca ülkemizde varlıklarını sürdürmüşlerdir.

Her ne kadar bazı aşiretler ve gruplar ile Kurtuluş Savaşı sürecinde geçici bir işbirliği yapılmış olsa da genel anlamda bu yapılanmalara bakıldığı zaman hilafet ve padişahlık özlemi, devrimlere ve cumhuriyete karşıtlık ve özellikle de emperyalizmle işbirliği olgularını görürüz. Bu özellikler, yüz yıl önce olduğu gibi istisnasız tüm tarikatlar ve cemaatler için bugün de aynen geçerlidir.

Cumhuriyet’ten  12 Eylül’e tarikatlar

Tarikat gerçeği ile ilk yüzleşme Şeyh Sait vakası ile yaşanır. Saltanatın kaldırılması, Cumhuriyet’in ilanı ve halifeliğin kaldırılması ile ilerleyen yeni rejime karşı girişilen bu ilk isyan ile dinci yapılanmaların rolü ve etkileri anlaşılır. İsyanın, Musul meselesinde elini güçlendirmek isteyen ve sürecin sonunda bu isteğine ulaşan İngiltere tarafından desteklendiği iddiası da yukarıda tarikatlar ile ilgili olarak bahsettiğimiz emperyalizm tarafından desteklenme görüşünü doğrular nitelik taşımaktadır.

İsyanın sonucunda Takrir-i Sükun Kanunu ve İstiklal Mahkemeleri ile dini gruplara karşı sert müdahaleler yapılır. Şapka Kanunu, Harf Devrimi, anayasadan İslam ibaresinin çıkarılması ile laiklik yolunda önemli ve radikal hamleler gerçekleşir, böylece dini grupların eli oldukça zayıflatılır. Ancak bölgede dinsel yapılanmaları bitirecek müdahaleler tabandan yapılamaz, hatta bölgesel aşiretler ile genellikle işbirliği yoluna gidilir. Böylece, etki alanları kısıtlanmış ve radikal fiziki müdahalelere maruz kalmış olsalar bile tarikatlar varlıklarını sürdürmeye devam ederler. Özellikle ‘tek parti dönemi’ boyunca tarikatların yeraltına çekildiklerini söylemek yanlış olmayacaktır. (Bu dönemde Menemen Olayları yaşanmış olsa da etkisine ve yer alan kişilere baktığımız zaman bir tarikat yapılanması göremeyiz. Yerel bir isyandır ve Şeyh Sait Vakası kadar etki yaratamamıştır.)

İlerleyen yıllarda karşımıza Nur Cemaati ve öncüsü olarak Said-i Nursi çıkar. Dönemin başbakanı Adnan Menderes ile olan iyi ilişkileri bilinse de Cumhuriyet’in kuruluş değerleri ağır basacak ve bu grup etki alanını fazla genişletemeyecektir. Yine 70’li yıllar itibariyle Gülen Cemaati ya da şimdiki kullanımıyla ‘FETÖ’ ülkemizde varlık göstermeye başlasa da başlangıçta etki alanının oldukça sınırlı olduğunu, hatta içlerinden çıktıkları Nur Cemaati mensuplarınca dahi kendilerinin çok ciddiye alınmadıklarını not etmemiz gerekmektedir.

Fakat, bir kez daha vurgulamak gerekirse, emperyalizmin uzun soluklu projesi devam etmektedir ve 12 Eylül 1980 darbesi bu noktada da önemli bir dönüm noktası anlamına gelecektir.

12 Eylül Ve Yeraltından Çıkış

70’li yıllar itibariyle ABD, Soğuk Savaş’ta Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne karşı bölgede elini güçlendirmek için yeni bir hamle başlatır. Bu hamle, bölgenin İslamileştirilmesi amacını taşır ve projenin adı da ‘Yeşil Kuşak Projesi’ olarak bilinir. Ortadoğu’da ve SSCB içindeki milletlerde etki alanı bulması amaçlanan bu projenin ülkemizde yerleşmesinin en önemli araçlarından biri de 12 Eylül darbesi olur.

Darbenin ardından ülkemizde sol fiziki olarak büyük bir kıyıma uğrarken dinci yapılanmaların önü açılır. Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana tarikat yapılanmalarına uygulanan ‘vesayet’ ortadan kaldırılır ve dinci-gerici bu yapılanmalar tabiri caizse yeraltından çıkmaya başlarlar.

Solun yıllar boyunca kendine hep yer edindiği yoksul mahalleler, varoş semtler artık tarikatların yuvası haline gelmiştir. ‘FETÖ’ örneğinde gördüğümüz gibi artık tarikatlar iktidar belirler hale gelmişlerdir. (Bizzat cemaat mensuplarınca verilen bilgiler bile Kenan Evren, Özal, Demirel ve Ecevit ile cemaatin iktidar süresince kurduğu ilişkileri ortaya koymaktadır.)

Tarikatlar ve dinci yapılanmalar 90’lı yıllar itibariyle sokakları da ele geçirmiş durumdadır. Başta Uğur Mumcu olmak üzere ülkenin değerli insanlarına yapılan ve ‘faili meçhul’ kalan cinayetler, Hizbullah infazlarına ait olan toplu mezarların bulunması ve daha da sayabileceğimiz örgütler ve örnekler, bu yapılanmaların nasıl büyütülüp geliştirildiğini ve tehlikenin boyutunu gösterir niteliktedir.

Yıllar sonunda bir cemaat, kuruluşundan bu yana ülkeyi birlikte yönettiği parti ile düştüğü rant kavgasının sonunda kanlı bir hesaplaşmaya girişecek ve bu kirli hesaplaşma 250 adet yurttaşın hayatına mal olacaktır.

15 Temmuz Sonrası: Ders alındı mı ?

15 Temmuz sonrası ilan edilen OHAL ve KHK’ler eliyle Gülen Cemaati ya da yaygın kullanımı ile ‘FETÖ’ye karşı büyük bir mücadeleye girişilir. Örgütün devlet kademesine yerleş(tiril)miş kadrolarının tasfiyesi başlar, bununla da kalmayıp birçok cemaat mensubu hakkında gözaltı-tutuklama ve hatta hapis süreci başlar.

Bu durum, birçok muhalif kişi ve odağı tatmin etmiştir. Çünkü yıllardır işaret edilen tehlike nihayet fark edilmiştir ve şimdi yok edilmektedir. Bu yüzden yer yer iktidara bu süreçte destek olunması görüşü bile dillendirilir. Ancak işin aslı tam da öyle olmamıştır.

Yıllarca sola karşı kullanılan terör operasyonlarında yeni iddia artık ‘FETÖ’ olmuştur. Bu iddia ile kadro tasfiyeleri gerçekleşir. Ancak her zamanki gibi araya cemaat ile uzaktan yakından alakası olmayan muhalifler de dahil edilmiştir.

Operasyonların içeriğine ilişkin de yoğun çelişkiler mevcuttur. Zaman gazetesi aboneliği örgütsel delil kabul edilir ancak gazetenin 17-25 Aralık sonrasındaki imtiyaz sahibi hakkında geçen 3 yıllık sürede tek bir işlem dahi yapılmamıştır. Yıllarca Gülen ile birlikte olan isimler bir anda ekranlara çıkıp örgütün içyüzünü anlatır olmuşlardır. Büyük işadamlarının para karşılığı serbest kaldıklarını bizzat AKP’li vekiller dahi itiraf etmektedir. Yani, süreç bir örgütün tamamen tasfiye edilmesi değil, malvarlıklarına elkonularak piyasadan el çektirilmesi ve bu piyasaya iktidarın yeni yandaşlarının yerleştirilmesi olarak sürdürülmektedir.

Boşalan /boşaltılan kadrolara ise başkaca cemaatlerin mensupları yerleştirilmektedir. Yeni gözde olan Menzil Cemaati’nin Sağlık Bakanlığı’nın tüm önemli kadrolarına yerleştiği artık herkesçe bilinen bir gerçektir. Cemaat ‘şeyhlerinin’ beyanları FETÖ soruşturmalarında delil olmakta, başka cemaatlere mensup olduğu ‘kanıtlanan’ kişiler serbest bırakılmaktadır.

Bu durum da bize ortada bir kandırılma değil bizzat bilinçli bir tercih olduğunu göstermektedir. Soner Yalçın gibi yazarların yaptığı ders almama eleştirileri de tamamen boşa düşmektedir. Çünkü AKP açısından ortada ders alınacak bir durum yoktur. FETÖ kadroları sorun çıkarmıştır ve başkaca cemaatler ile bu sorunlar giderilebilir gözükmektedir. Dolayısıyla kanlı darbe girişimi sadece ülkede kadroları bulunan tarikatları etkilemiştir. Tarikatların kendisine yönelik bir mücadele söz konusu olmayıp şu an en az FETÖ kadar tehlikeli olan tarikat ve cemaatler ülkenin en önemli makamlarında cirit atmaya devam etmektedirler.

Sonuç Yerine

Tarikatlar/cemaatler başlığını detaylı yazılar ve konular üzerinden işleyen başkaca yazılar da bulunduğu için bu giriş yazısını toparlamakta fayda var.

Ülkemizde son dönemde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimleri ile tarikatlar ve dini yapılanmalar konusu Türkiye solunun da gündemine geldi. Fakat ne yazık ki solun büyük bölümünün yaklaşımı AKP’ye karşı seçim kazanma uğruna her yolun mübah görülmesi üzerine kurulu olduğu için çeşitli tarikat yapılanmaları ile işbirliği gerçekleştirdiğini itiraf eden (bu işbirliğinin içinde Suriye’ye yardım tırı göndermek bile var!) bir belediye başkan adayına oylar verilirken bu gündeme hiç değinilmedi veya bu konudaki yorumlar “Ülkemizde bu tip işbirlikleri ile seçim kazanılıyor.” sığlığına kadar düştü.

O nedenle, eğer bu ülke gerçekten şeyhler, dervişler, müritler ülkesi olmayacaksa ya da moda tabirle  gruplara, vakıflara, cemaatlere, derneklere hizmet işi gerçekten bitecek ise bunun sadece amasız fakatsız mücadelesi ile, laiklik mücadelesi ile ve adlı adınca sosyalizm mücadelesi ile gerçekleşebileceğini görmek gerekiyor.

Notlar

1-Yazıyı çok boğmamak adına tarikat-cemaat-dini grup gibi ayrımlara girilmeden tarikat ibaresi tüm bu yapılanmaları kapsayacak şekilde kullanılmıştır.

2- 15 Temmuz sonrası FETÖ ve diğer cemaatler ile olan ilişkiler açısından çok çarpıcı örnekler barındıran METASTAZ isimli kitabın okunmasını öneririm. Yazıda da değindiğim kısımların detaylıca içeriklerini ilgili kitapta bulabilirsiniz.