“Vesayet rejimi”ne ortaktınız!

Bu ülkenin siyasi tarihi yazılacaksa, baskıya, hukuksuzluğa, haksızlığa, faşizme, yobazlığa, eşitsizliğe, sömürüye, emperyalizme karşı mücadele etmiş devrimcilerin mücadelesi olmadan yazılamaz! Maraş’sız, Çorum’suz, Sivas’sız, Beyazıt’sız, Bahçelievler’siz Türkiye tarihi yazamazsınız. Suphi’siz, Nazım’sız, Aziz’siz, Uğur’suz, Dursun’suz, Öz’süz bir tarihi hiç...

Bugün AKP’nin nasıl bir siyasal yönelime gireceği üzerine tartışmalar hızlanmış, AKP’ye akıl verenler ile eleştirenler, bizzat yandaşlar arasında, daha gür sesle söylenmeye başlamış bulunuyorlar.

Öne sürdükleri tez şu: “Biz böyle hayal etmemiştik”. “Darbelerle biçimlenen bir Türkiye, ara rejim hükümetleri, dindarları yok sayan ve hatta ikinci sınıfı gören bir rejim, Kürt sorununda inkarcı bir tutum alan devlet” eleştirilerini sıralayıp “Vesayet rejimine karşı başka bir Türkiye kuracaktık ama bugün AKP’nin geldiği yer hayallerimizin ya da eskiye dönük eleştirilerimizin dışına çıktı” demektedirler.  

Bir kısmı da AKP içinde ve tabanında yaşanan ayrışmaya çubuk bükerek, sakın bölünmeyin demeye getiriyor, Erdoğan tarafından tasfiye edilen kadrolarla Erdoğan’ın yeniden bir araya gelmesini salık veriyorlar.

Gül, Babacan ve Davutoğlu isimlerine Haşim Kılıç ekleniyor ve AKP cenahından muhalif sesler yükselmeye devam ediyor.

AKP cenahında ise bir yandan “Türkiye İttifakı” diğer yandan “Cumhur İttifakı” nereye ve nasıl gidecek tartışmaları yavaş yavaş gündeme geliyor. Bütün bu gelişmelerin aynı anda yaşanması tesadüf değil; hem bir sınıra gelen AKP gerçeği hem de yeni bir yol-yön arayışı burjuva siyasette belirgin olarak karşımızda bugün. Tek başına muhafazakar-siyasal İslamcı kanatta bu tartışmalar yapılmıyor aynı zamanda Yavaş-İmamoğlu ikilisinin şahsında düzenin bir diğer gücü CHP de bu yeni süreçte yerini alıyor, almak istiyor. Daha önce “basit bir yumruk değil”yazımızda belirttiğimiz gibi MHP’nin temsil ettiği gücü de bir parametre olarak analiz ederken önümüzdeki dönem düzen siyasetinde yeni arayışlar ve dengelerin karşımıza çıkacağını bilmemiz gerekiyor.

Araya sıkıştırıp, Türkiye solunun bir kısmı açısından şunu söylememize izin veriniz: Seçimlerden önce doğrudan CHP’yi destekleyenler, CHP içinde siyaset yapanlar ile seçim öncesi CHP’den ayrı durup seçimlerden hemen sonra “Sayın İmamoğlu” diye açıklama yaparak örtük CHP’cilik veya doğrudan İmamoğlu destekçiliği yapanlar, bugün düzen siyasetinin “mutabakat, yerleşme, tadilat, ıslahat, uyum, kucaklaşma, dengeye oturma” vb. adına ne derseniz deyin arayışında-sıkışmasında düzen muhalefetinin “destekçisi” haline gelerek “menşevizm”in temsiliyetini bir kez daha üstlenmişlerdir.

Düzenin bir derdi var. Başkanlık rejiminin yerleşmesi ve ekonomik kriz. Buna Suriye’nin kuzeyinde ortaya çıkan sıkışma, emperyalizmle ilişkiler eklenebilir. Dünyada siyasal İslamcılığın başarısızlığı AKP özelinde Türkiye açısından da yaşanırken, düzenin yaşadığı sıkışma ve sorun başlıkları birikmiş durumda. Bugün AKP içinde ortaya çıkan muhalif kanat “İkinci Cumhuriyet’in ıslahatını ya da tadilatını” talep etmektedir. Dile getirilen tezlere bakıldığında “daha liberal bir söylem” kendini hissettiriyor. Açıkça ifade etmek gerekir ki HDP ve CHP de tam da böylesi bir zemine, ideolojik bakışa ve siyaset eksenine sahip. HDP ve CHP, bu zeminden muaf ya da bu zemine aykırı değil tersine tam da bu zemine yaslanan ve düzenin “ıslahı” hedefinde bir siyasal çizgide.

İfade etmeye çalıştığımız kısaca şu: Bütün bu tartışmalar-arayışlar sermaye düzeninin dairesinde, onun iyileşmesi, restore edilmesi, sürmesi için. Yani her şey düzen için!

Bazıları buna ıslahat diyor. Açıktır ki bugün Erdoğan bile 17 yıllık iktidarının sonuçlarını ıslah etmek durumunda. Yani tek başına muhaliflerin siyasal boşluk üretmek için gündeme getirdiği bir tez olmanın ötesinde, bu durum, maddi bir gerçeklik olarak sermaye düzeninin karşısında duruyor.

Fakat AKP’nin yanlışlarını ortaya koyarken öne sürülen tezler, AKP’nin bütün günah ve suçlarıyla birlikte, ayakları havada kalıyor. “Vesayet rejimini yıkacaktık” ama “böyle hayal etmemiştik” diyenler AKP’nin gerçek yüzünü örttükleri gibi Türkiye tarihinin de gerçeklerini ayaklar altına alıyorlar. Darbelerden bıkmış, ara rejim hükümetlerinden yorulmuş, türbanlılara haksızlık edilerek dindar yurttaşların ikinci sınıf görüldüğü bir tarih anlatıyorlar. Okuduğunuzda sanki darbeler ve ara rejimler aslında dindar kitleleri baskı altına almak için yapılmış gibi. Sanki siyasal İslamcılar özgürlük demişler ancak AKP’nin ya da Erdoğan’ın geldiği yer yarıda kalmış.

Hem gerici ve işbirlikçi AKP’nin misyonunu hem de vesayet rejimi dedikleri kapitalizmi ve sermaye diktatörlüğünü aklıyorlar. Öncelikle söylenmesi gereken ilk olgu, siyasal İslamcılığın dünya çapında başarısızlığıdır. İhvan hareketi başta olmak üzere radikal ya da ılımlı bütün versiyonlarıyla siyasal İslamcılık emperyalist-kapitalist dünya sisteminin bir aparatı olarak işlev görmüş, sermaye sınıfının çıkarlarına hizmet etmiştir. 17 yıllık AKP iktidarı, istisna olarak ya da “yoldan çıkmışlar” olarak görülebilir mi? AKP’nin bizatihi kendisi – eleştirilen noktalarıyla- ampirik bir olgu olarak siyasal İslamcılığın tarihine büyük harflerle kazınmıştır. Dün “ılımlı-uyumlu İslam” denilerek emperyalizm desteği ile iktidar edilenler, bugün emperyalist dünya sisteminde “rol değişikliğine” tabii tutuluyorlar. Bugün AKP “mahallesinde” yaşanan tartışmaların özünde bu değişimin olduğu yadsınmamalıdır. Gül, Babacan ve Davutoğlu, bir yanıyla, sermayenin ve düzenin “batı ile uyumunun” arayışıdır. O yüzden de bugün kalkıp “vesayete karşı çıkmıştık, ama biz böyle hayal etmemiştik” demeleri hikayedir.

İkinci olgu ise, vesayet dedikleri “eski rejim” emperyalizmle uyumlu bir rejimdi ve sonuna kadar sermaye düzeniydi. Türkiye siyasi tarihine dünden bugüne merkeze konulmuş tek şey anti-komünizmden başkası değildi.

Tarih ancak bu kadar alt üst edilebilirdi.

12 Mart ve 12 Eylül doğrudan sola karşı yapılmış darbeler değil miydi?

NATO üyeliği ile birlikte gladio örgütlenmesi kurulup onun paramiliter gücü olarak faşist hareket ve İslamcı hareket beslenmedi mi, yönlendirilmedi mi?

Türkiye’de cemaat, tarikat vs. gibi örgütlenmeler sola karşı kullanılmadı mı?

Anti-komünist bir devlet ekseninde hepiniz aynı saflarda değil miydiniz?

28 Şubat süreci dediğimiz olgu, aykırı yola giren Erbakan’a karşı emperyalizmle uyumlu bir süreç değil miydi? Sonrasında AKP’nin nasıl kurulduğu ve koptuğu gün gibi ortada değil mi? Bugün “AKP muhalifi olarak ortaya çıkan AKP’liler” tam da sermaye düzeni ve emperyalist-kapitalist dünya sistemi ile uyumu temsil etmiyor mu?

İmam Hatiplerin açılması, Kuran kurslarının yaygınlaştırılması, Türk-İslam sentezi ideolojinin 12 Eylül sonrası kurumsallaştırılması, Gülen Hareketi’nin devlet katında gördüğü muteberlik… Daha sayalım mı?

Hepiniz, bizim kapitalizm dediğimiz sizin “kendinize boşluk yaratmak için kavramsallaştırdığınız vesayet rejiminin” ortağı idiniz. Araya türbanı sıkıştırıp mağduriyet edebiyatı yaparak dindarların “ikinci sınıf vatandaş” görüldüğünü iddia etmek nasıl bir yüzsüzlüktür.

***

Dindarlara baskı, türbanlılara yasak diye dillerine pelesenk olmuş “özgürlük havariliği” 12 Eylül zindanlarının demir kapılarından döner.

Gözaltında kayıplarda ölenler, işkenceye uğrayanlar, yargısız infazlara uğrayanlar bu ülkenin devrimcileriydi. Baskı, hukuksuzluk, haksızlık, adaletsizlik bu ülkenin solcusuna, devrimcisine, sendikacısına, yurtseverine uygulandı. Anti-komünizm genlerine işlemiş bir sermaye düzeninin sahiplerinin bugün kendilerini mağdur ilan etmesi ne kadar kolaymış meğer!

Hepiniz oradaydınız!

Bu ülkenin siyasi tarihi yazılacaksa, baskıya, hukuksuzluğa, haksızlığa, faşizme, yobazlığa, eşitsizliğe, sömürüye, emperyalizme karşı mücadele etmiş devrimcilerin mücadelesi olmadan yazılamaz!

Maraş’sız, Çorum’suz, Sivas’sız, Beyazıt’sız, Bahçelievler’siz Türkiye tarihi yazamazsınız. Suphi’siz, Nazım’sız, Aziz’siz, Uğur’suz, Dursun’suz, Öz’süz bir tarihi hiç…

Bu tarihte sizin de “yeriniz” var, çünkü düzenin ortağıydınız. Kimse kimseyi kandırmasın!