Tarihi buluşma ve sınıf tavrı

Türkiye’de var olan üretim ilişkileri ve sınıfsal yapıya ilaveten, emek-sermaye ilişkilerinin yanından dahi geçilmeden ne yoksulluk, ne çarpık kentleşme ve yapılaşma, hatta ne de belediyedeki israf ve halka rağmen yaşanan lüks yaşantı özentisi tartışılabilir.

Prof. Dr. İzzettin Önder

Yenilenen büyükşehir belediye başkanlığı seçimi öncesinde sonuca en yakın görülen iki adayın karşılaştığı TV programı muhtemelen halkımızı televizyona kilitlemiştir, fakat ertesi sabah kafalarda net bir sonucun kalıp kalmadığı konusunda tereddütlüyüm. Zira çözümlemeden yoksun kapitalist yaklaşımın çok net yansıdığı tartışmada tüm sosyal ya da ekonomik sorunlar ve oluşumlar nedenlerine inilmeden, yanlışlık ya da hata olarak yansıtılarak bazı sözde çözüm önerileri yansıtılmıştır. Kamuoyunu ikna endişesinin ağır bastığı programda taraflar kâh yüz mimikleriyle, kâh birbirlerini ithamla, kâh mantıksal hata ile dolu kandırmaca ifadelerle programda öne çıkmaya çalıştılar. Dünya kapitalist sistemin çöküşte olduğu dönemde ve çöküşün çevresel konumlu Türkiye’nin sistemin şoklarını almaya en açık büyükşehir konumunda olan İstanbul’a yansımaları, hele de böylesi yansımaların yerel idare bağlamında ele alınışı kolay bir mesele olmasa gerek. Türkiye’de var olan üretim ilişkileri ve sınıfsal yapıya ilaveten, emek-sermaye ilişkilerinin yanından dahi geçilmeden ne yoksulluk, ne çarpık kentleşme ve yapılaşma, hatta ne de belediyedeki israf ve halka rağmen yaşanan lüks yaşantı özentisi tartışılabilir. Kent yönetimi ülkesel sorunların çözüm yeri olmamakla beraber, büyükşehir belediyelerin faaliyet alanı oldukça geniştir. Hele de İstanbul söz konusu olduğunda konunun önemi daha da artmaktadır. İstanbul’un sorunun çözümünde her hamle, Anadolu’nun ihmali ile ülke nüfusunun giderek büyük bölümünün İstanbul’a akmasına ve sorunların tekrar karmaşıklaşmasına yol açabilir. Çarpık kapitalizm, hatta anarko-kapitalizm alanı olarak görülebilen İstanbul sistemin en çarpık haliyle yansıdığı kent olarak görülmedikçe, bu bağlamda sistem mantığından soyutlanmış yerel idare tartışmaları ne demokrasi ne de hizmet kalitesi anlamında bir değer taşır. Kapitalizm saplantısından ayrılmayan bir siyasetçinin kentsel planlama ve halka hizmet konularında hareket alanı sınırlı kalır.

Kapitalizm asırlardan beri uygulanagelmiş bir sistem olarak sosyal genetiklere de işlemiş olduğundan, hiçbir sorun sistemik olarak görülmeyip, bazı uygulama ya da öngörememe yanlışlıklarına bağlanmaktadır. Yerel yönetimler meselesinden emekçi sorunlarına dek hemen tüm sorunların tartışılmasında sistem mantığı dikkate alınmadığından sorunlarda salt buzdağının tepesi görülmekte ve tartışmalar bu düzeyde sürdürülmektedir. Emekçi sorunlarının tartışılmasında da aynı iç karartıcı tablo yaşanmaktadır. Kapitalizmin geldiği aşamada esnek istihdam ve prekarya meseleleri tartışıldığında, emekçiler sistem engelini atlayarak can havli ile yeni örgütlenme modeli arayışı içine girmektedir. Oysa klâsik sendikacılığı ikame edecek yeni model üzerinde çalışmak, tümüyle kapitalizmin aşamalarını ve ortaya çıkan sorunları görmezden gelme anlamına gelmektedir. Çünkü günümüzde emek alanında yaşanan sorunların tek sebebi sendikalar olmadığı gibi, çözümü de salt sendikalaşma yolundan geçmemektedir. Günümüzde emekçilerin yaşadığı olumsuzluklarda sendikaları rolü çok zayıftır, zaten sendikalaşma oranı da hiçbir mücadeleye olanak sağlayacak düzeyde değildir. Bunun da ötesinde, sendikaları tabanı ihmal etme vs nedeniyle demokratikleşmeden uzaklaşma gibi gerekçelerle reddetme de sistemi anlamamak demektir. Zira sendikalar da, koşullara bağlı olarak emekçileri denetim atında tutmak ve sınırlı mücadeleye meşruiyet sağlamak için emeğin metalaşmasını sınırlamakla yükümlü üs-yapı kurumlarından başka bir yapı niteliği taşımamaktadır. Sendikalaşma emekçi mücadelesini samimi ve şiddetli olarak açığa çıkardığı derecede sistem tarafından denetlenir, baskılanır, hatta alan dışına itilir. Buna karşın, sendikalar emekçileri baskıladığı derecede sistemin yan örgütü olarak yaşamını idame eder. Hal böyle olunca da emek mücadelesi toplumsal düzeye çıkarılmaması gereken alt faaliyet olarak sürdürülür. Neticede sendikaları ve sendikalaşmayı kısa vadeli mücadelelerde dışlamamak gerekli olmakla beraber, sorunun net ve kalıcı çözüm yeri olarak algılamak yanlıştır.

Hal böyle olunca, emekçilerin uzun vadeli mücadele alanını daha başka yerde aramak gerekmektedir. Bana göre, geliştirilen ve yaygınlaştırılmaya çalışılan “sınıf tavrı” ya da “sınıf bilinci” önemli mücadele sathı oluşturabilir. Sendikalaşma yanında/karşısında sınıf tavrı tartışmasını gelecek yazıda açma vaadi ile bugünkü yazıyı sonlandıralım.