Bitmez tarihsel TKP’nin ekmeği… Ye Ahmet Ümit ye!

Söylenebilecek tek şey herhalde şu olmalı: Bitmez tükenmez tarihsel TKP’nin ekmeğini, ye Ahmet Ümit ye!

Bitmez tarihsel TKP’nin ekmeği… Ye Ahmet Ümit ye!
Rıza İshak

 

“Nâzım Hikmet ve Ahmet Ümit Beyaz Perdede Bir Araya Geliyor”, “Nâzım ve Ahmet Ümit aynı filmde buluştu”, “Nâzım Hikmet ile Ahmet Ümit’i buluşturan film: Merhaba Güzel Vatanım”, “Yolları Moskova’da kesişen iki yazar”…

Yolu Moskova’dan geçen dünya şairi Nâzım Hikmet’in hayatı ile hayatının bir dönemini Moskova’da geçirmiş olan yazar Ahmet Ümit’in hikâyesi “Merhaba Güzel Vatanım” drama belgeseli ile ölümsüzleşiyormuş(!)

Dünyanın en kötü kokusunun “Ceset çiçeği” olduğunda hem fikirler işin uzmanları… “Ceset çiçeği” ya da “Leş çiçeği” olarak bilinen titan arum (Amorphophallus titanum) dünyanın en kötü kokan bitkisi. Boyu iki metreye kadar bir yüksekliğe erişebiliyor ve çiçek açtığında yaklaşık 800 metre uzaktan kokusu duyuluyor. Dört yılda bir açan çiçeğin, beslendiği sinek, arı ve böcekleri kendisine çekmek için bu kötü kokuyu yaydığı söyleniyor.

İşte yukarıdaki “Nâzım Hikmet ve Ahmet Ümit Beyaz Perdede Bir Araya Geliyor”, “Nâzım ve Ahmet Ümit aynı filmde buluştu” gibi beylik, basmakalıp, sıradan spotlar da aynı “Ceset çiçeği” kadar iğrenç mi iğrenç kokuyor.

Sanat alanı, piyasa standartlarına göre her gün yeni baştan düzenlenen değişik menfaat fraksiyonlarının faaliyet gösterdiği bir rekabet ve mücadele arenası sanki… Edebiyat dalı da bunlardan ayrı değil. Ve yazık ki, güncel kültür-sanat haberlerine bile ihtiyatlı bir iyimserlikle yaklaşmak mümkün görünmüyor artık.

Ekonomi dergisi Forbes’in (2018) araştırmasına göre Türkiye’nin en çok kazanan yazarlar listesinde Polisiye edebiyatın önde gelen ismi Ahmet Ümit, 670 bin TL ile sekizinci sırada yer alıyordu. Kendini dev aynasında görüyor: ”’Elveda Güzel Vatanım’ın 1. baskısı 250 bindi. Eski kitaplarımla birlikte yeni çıkanlar da dâhil olmak üzere yılda 500-600 bin kitabım okunuyor. Ben ‘bestseller’ değilim, ‘longseller’ım. Bütün kitaplarım okunuyor. Açıkçası ben kendi çıtamı çok yükselttiğimi düşünüyorum. Şu an yabancı polisiyecilerden çok daha fazla okunuyorum. Benden başka, Dan Brown’da dahil 1. baskısı 250 bin olan başka bir polisiye yazar yok, ben daha çok okunuyorum.“[1] Bir narsist ile karşı karşıya olduğumuzu gösteren bu psikolojik istifralar bir yana; bu rakamların ve listenin neyi gösterdiği de bir yana, kitapları çok satan yazarın kendini bilmesi, sınırlarını bilmesi önemlidir.

Anlaşılan A. Ümit, kendini çok fazla ciddiye alıyor olmalı ki, bu duygu insanı kimi zaman hayli komik duruma düşürme tehlikesini de beraberinde getirir. A. Ümit’in dünya şairi komünist Nâzım Hikmet ve aynı Partide (tarihsel TKP) ayrı zamanlarda Moskova’da bulunmaları tam anlamıyla talihsiz bir tesadüfler silsilesi olmasından başka ve öte bir anlamı yok.

Dahası en şaşılası olan mesele ise A. Ümit’in kendisini edebi siyasi anlamda Nâzım ile bir ve aynı seviyede tutup, Nâzım’la yaşamlarının kesiştiği vehmine ve zannına kapılması. A. Ümit’in zihni kendisine oyunlar oynuyor, artırılmış gerçeklik ile sanal gerçeklik sınırları arasında bir o tarafa bir bu tarafa atlayıp duruyor.[2]

A. Ümit, tarihsel TKP’nin ideolojik, siyasi, örgütsel, kalıtını düşüncesizce harcayan, savurgan ve müsrif birinin portresini çiziyor. A. Ümit, sınırlarda yaşayan bir yazar. Sınırın bir yanında (neredeyse tüm söyleşilerinde) tarihsel TKP’de öğrenci gençlik sorumlusu (ona bağlı 250’ye yakın üye varmış) olduğunu, 15 yıl profesyonel devrimcilik yaptığını, örgüte yazdığı raporun Prag’da kırk (40) ayrı dilde yayınlanan “Barış ve Sosyalizm Sorunları” dergisinde basıldığını, 1985-86 yılları arasında Moskova’da Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde parti tarafından gönderildiğini anlatıyor,

Sınırın diğer yanında ise kedini hala bir komünist olarak görmediğini, 25 yaşında genç bir devrimci olarak parti tarafından gönderildiği ideallerinin ülkesi Sovyetler Birliği için “Nâzım Hikmet gibi gittim ama bir süre sonra gördüğüm şey benim için yıkım oldu” diyebiliyor.

Artık sosyalizmin “çok idealist bir toplum biçimi ama insan doğasını yeterince değerlendiremediğini”, “Marx’ın ‘Komünist Manifesto’yu yazarken henüz Freud’u, insan psikolojisini bilmediğini” ve “bunda bir problem” olduğunu düşünüyor.

Yeter mi? Yetmez elbette… A. Ümit, SSCB Devlet Başkanı ve Kızıl Ordu Başkomutanı Josef Stalin’i ise faşist A. Hitler ile eşleştirip aynı kefeye koymakta bir sakınca görmüyor: “Stalin döneminde eşcinseller öldürülüyordu, böyle bir şey olabilir mi? diye soruyor; aynısını Hitler de yaptı. Onların buluştukları yerler var” deyiveriyor.

Psikiyatristlere göre insan işine gelmeyen şeyleri inkâr etme, görmezden gelme konusunda oldukça gelişmiş bir varlıktır. Narsistler inkâr yoluyla, değersizleştirme, tersini idealleştirme, eyleme vurma gibi ilkel sitemlerle, gerçekte pek kırılgan olan dünyasını ayakta tutmak için sürekli savaş verir.

Kendi deyimiyle felsefe, ekonomi, politika, Komünist Partisi tarihi üzerine dersler veren, 25 yaşına kadar sokaklarda bildiri dağıtan, korsan eylemlerde taksilerin üzerine çıkıp konuşan, insanlara seminerler veren ve “seslendiğim kitle 5 bin, 10 bin kişiydi” diye iddia eden A. Ümit’in inkârcılığı da diğer liberal/dönekler ezberiyle aynı ve “Artık şaşırtmıyor dostun kahpeliği/elimi sıkarken sapladığı bıçak.”

Söylenebilecek tek şey herhalde şu olmalı: Bitmez tükenmez tarihsel TKP’nin ekmeğini, ye Ahmet Ümit ye!

[1] https://www.haberturk.com/kultur-sanat/haber/1572618-ahmet-umit-avrupa-ikiyuzlu-muhalifsek-bas-taciyiz

[2] Romulus ile Remus Tiber’in sularından kurtarıldıkları yere kendi şehirlerini kurmaya koyulurlar. Romulus ve Remus’un her ikisi de krallık üzerinde hak iddia eder. Romulus kontrolü ele alır ve bir şehir inşa etmeye başlar. Fakat o ve takipçileri sınır boyunca bir sınır örmek için çalışırken Remus onunla alay etmeye başlar, sınırı yok sayarak ötesine atlar.  Böylesine bir meydan okuma ve saygısızlık karşısında hiddete kapılan Romulus kendi kardeşini öldür ür.