Batı filmlerinde “Doğu Almanya” ve gerçekler

Kaan Kavuşan yazdı: Batı filmlerinde “Doğu Almanya” ve gerçekler

Batı filmlerinde “Doğu Almanya” ve gerçekler
Kaan Kavuşan

 

NOT: Ülkenin resmi adı Demokratik Almanya Cumhuriyeti ancak kullanım kolaylığı sağladığı için ben de Doğu Almanya ve Federal Almanya için de Batı Almanya adlarını tercih edeceğim.

 

GİRİŞ

Doğu Almanya’da devlet çok baskıcıdır, bu istibdat rejimi Berlin duvarını aşmaya çalışanları acımasızca kurşuna dizer. Herkes somurtkandır, kimse hayatından memnun değildir, herkes Batı’ya kaçmak ister ve ulusal istihbarat teşkilatı Stasi’nin takip etmediği insan yoktur. Bunlar söylenir söylenmesine ama konu hakkında bir kitap okuyan yoktur büyük olasılıkla bunları söyleyenler arasında. Bu yazıyı okuduktan sonra yapacakları tek şey de “Doğu Almanya’yı bile savunuyorlar abi ya” demek olacak büyük ihtimalle. Aksini yapacak olan buyursun yazısını yazsın, bekleriz…

Bu arkadaşlara göre, Batı gelişmiş ve üstün bir ülkeyken, Doğu fakirlikten kırılıyordu. Bölünmesi sırasında kömürün yüzde 3’ü, demirin yüzde 5’i, demir-çelik üretim tesislerinin yüzde 7’si, kurşunun yüzde 4’ü, makine sanayinin yüzde 7’si, kimya sanayinin yüzde 24’ü, çimento üretiminin yüzde 16’sı Doğu’da, geri kalanı Batı’da kalmıştı. Buna karşın Demokratik Almanya kısa zamanda Avrupa’nın en büyük altıncı sanayisi olmayı başaracak kadar iyiydi esasında.

Batı’da demokrasi vardı, Doğu’da yoktu. 1984’te Orwell’in sosyalist rejimlerin yapacağını düşündüğü bütün fenalıkları kapitalistler yapmaya devam etse de tipik Avrupalı sağcının ve hatta pek çok “light” solcunun kafasında Doğu Almanya, komünizm korkusu yüzünden tam bir 1984 Cumhuriyeti olmaya devam etti. Oysa Doğu -resmî adıyla Demokratik- Almanya’da çoklu parti sistemi vardı, hatta Liberal Parti dahi yasaklı değildi. Oysaki Federal -yani Batı- Almanya’da Komünist Parti yasaklanmıştı. Yasağa arka çıkanlar arasında “siyasi özgürlüklerin yılmaz savunucusu” Avrupa İnsan Hakları Komisyonu da vardı tabii.

Batı’nın ilk liberal başkanının ardından gelen iki başkanı savaş suçlusuydu (ya da en azından olmalıydı). İkinci cumhurbaşkanı Lübke, toplama kampı inşa eden bir Nazi subayıydı, üçüncü cumhurbaşkanı Kiesinger Nazi dış propaganda şefi ve Goebbels’in yardımcısıydı. Sadece kişiler değil, şirketler de karanlık bir tarihin ortağıydı. Nazilerin gaz odalarında kullandığı Ziklon-B gazını orduya satan İ.G. Farben şirketi hemen beraat ettirilmişti. Kendisi de Doğu Almanya’da yaşayan Aram Pehlivanyan “Alman Demokratik Cumhuriyeti” adlı kitabında: “İçişlerinde 64, Ekonomide 59, Çalışma Bakanlığında 21, Ulaştırmada 29, Tarımda 19, Hazinede 15, Maliyede 54, Basın Yayın G. Müdürlüğünde 7, Göçmenler Bakanlığında 8 Nazi savaş suçlusu kilit noktalarda görev almaktadır” diyor. Doğu’daysa yönetimde hiç Nazi kalmamıştı.

Tüm bu pislikler midelerini bulandırmamıştı Avrupa entelektüellerin. Peki neden? En büyük sebeplerden biri Batı’nın romanlar ve daha önemlisi filmler aracılığıyla yaptığı etkin propagandaydı. O gün bu filmlerde söylenenlerin çoğu, günümüz muhabbetlerinin bütün liberal tezlerini oluşturuyor büyük oranda.

 

DOĞU BERLİN’DEN KAÇIŞ

Meşhur Escape From East Berlin (Doğu Berlin’den Kaçış) gibi filmlerinin doğrudan propaganda yaptıkları bir döneme denk geliyor Doğu Almanya’nın ilk yılları. Soğuk Savaş’ın ilk cephesinde yalanlara öyle büyükten başlamış ki Amerikanlar ve Batı Almanlar, filmin girişinde şunlar söyleniyor: Doğu Almanya’da 1,5 milyon kişi yargı hakları verilmeden hapis tutuluyormuş. Aynı zamanda bu komünist tuzağından kaçmanın tek yolu ölümmüş. (Aşağıya atlayıp intihar eden bir kadın giriyor kadraja.) İşte Özgür Dünya için büyük tehlike buymuş.

Ama bir de rakamlara bakalım, hem de emperyalistlerin “hayır kurumu” Amnesty International’in rakamlarına. Politik tutuklu sayısı 1951 yılında 13 bine yakın. (Raporda bu rakamdan bahsedilirken “büyük kısmı” politik denmiş hatta.) 51’den sonra verilere ulaşamamışlar ve 27 bin kişi olduğunu düşünmüşler. Film geçtiği 1962’ye yakın bir tarihte, 1960 yılında ise rapora göre 12 bin kişi kalmış. O halde 1,5 milyon kişi nereden çıkıyor o pek anlaşılır gibi değil. Doğu Berlin’in nüfusu ancak 1989’da 1,2 milyona ulaşıyor zaten.

Peki, Batı Alman hapishanelerinde kaç politik tutuklu vardı biliyor musunuz? Bilmiyorsunuzdur büyük ihtimalle. Mesela ben herhangi bir bilgiye ulaşamadım. Belki bir yerlerde vardır ama Google aramalarında bayağı bir zaman debelendikten sonra pes ettim. Batı’nın dillerden düşmeyen “şeffaflığı” nerede, gören varsa haberdar etsin. Her şeyi saklayan Doğu rejiminin tüm rakamları ortada dolaşırken (CIA ve Batı Alman ajanlarının casuslukla elde ettiği rakamlar bunlar), özgür ve serbestlikler diyarı Batı’nınkiler hiçbir yerde yok.

 

CASUSLAR KÖPRÜSÜ

Şimdi Doğu Almanya yok ama Doğu Almanya hakkındaki gerçekler tekrar fabrike edilmeye devam ediyor. Bu konuda son yıllarda çok önemli iki-üç film “totaliter” Doğu Almanya imgesini yeniden üretmeye soyundu.

Bunlardan daha az önemlisi bir Hollywood yapımı olan, Steven Spielberg’in The Bridges of Spies filmiydi. Amerikalı bir avukatın bir Sovyet ajanını savunmak için görev almasıyla başlayan film, Özgür Dünya-Totatiler Dünya klişesini odağına alarak Doğu Almanya’da yaşanacak bir esir takasını konu alıyordu. Tom Hanks’in oynadığı James Donovan karakteri askerlerin Batı Almanya’ya kaçmak isteyen onlarca Doğu Almanı tam da Berlin Duvarı’nın önünde katlettiğine tanık oluyordu.

Oysaki bu duvar Batı Berlin’den gelen provokatörlerin yıllarca 1 Mayıs’ı kana bulamasının, ajanların sürekli ülkeyi karıştırmasının ardından yapılmış bir savunma duvarıydı. Batı Berlin’e geçmek isterken vurulan, boğulan, düşüp ölen, düşüp hastaneye kaldırıldıktan sonra kan kaybından ölenler, duvarı intihar için kullananlar olmuştu. Bu rakam Batı Alman devlet kaynaklarına göre, tarihi boyunca toplamda 140’tı.[1] Oysa Amerika-Meksika sınırında sadece bir senede 200-300 ölüm oluyor bugün. (2016’da 322 kişi ölmüş meselâ). Berlin Duvarı’nda toplu bir şekilde ölüm hiç olmamıştı ve ülke yıkılana kadar sınır ihlâli sebebiyle bir günde ikiden fazla kişi hiç ölmemişti. (İlk 4-5 yıl haricinde, genelde senede 4-5’i geçmemişti.) Oysaki filmde, komünistler onlarca insanı otomatik tüfeklerle tek seferde katlediyordu. Tartışmalı Batı Alman kaynaklarına göre Doğu Alman askerleri ülke tarihi boyunca sınırı geçerken 88 kişiyi vurularak öldürmüştü (bir kısmı yaralandıktan sonra -bazıları uzun süre sonra- ölmüştü) ve ölenlerin yarısından fazlası ilk 5 senenin karşı-devrim ve casusluk ortamı içindeydi. Bir kısmı gerçekten casus çıkmıştı ve Doğu Alman askerlerini de öldürmüşlerdi. Ayrıca Batı Alman tarafından koruma ateşi açıldığı için Doğu’dan da askerler ateş ettiği için özellikle ilk yıllarda zayiat sayısı yüksekti. (Batı Almanya askerlerine koruma ateşi açmayı yasaklandığında rakam düştü.) Amerika’da sadece 2010 yılından bu yana 90 kişi güvenlik güçlerince vuruldu.

Şimdi tabii “ikisi de kötü”, “adama bak, insan canlarını yarıştırıyor”, “adam öldürmeyi savunuyor” diyecekler için söylemem gerekiyor: Elbette sınırı geçmek isteyenlerin vurulması casusluğa karşı acı bir tedbirdir ama rakamlar verilmeden Doğu Almanya hakkında yaratılan ve başkaları hakkında yaratılmayan imajı anlayamazsınız. Zararsız mültecileri boğulmaya bırakan İtalya hakkında, Doğu Almanya hakkında söylediklerinizi söylüyor musunuz?

 

BARBARA

Kendi ailesi de Doğu’dan Batı’ya kaçan Christian Petzold, festival seyircisinin yakından tanıdığı bir yönetmen. Kendine has hayran kitlesi olduğunu da söylemek ve bu yüzden onu önemsemek gerekiyor. Kült oyuncusu Nina Hoss’un canlandırdığı doktor Doğu Almanya’dan Batı’ya kaçmak istiyor. Bunda bir şaşılacak bir şey yok; insan eşitlik, rahat ve huzurlu yaşam idealindense, piyasanın ürettiği eşitsizlik sebebiyle üretilen artı değerin daha fazlasına el koyacak azınlık içine girmeyi umabilir. Maaşının yüzde 5’ini kira olarak ödemektense 10 farklı diş macunu markasını market rafında görmek isteyebilir. Bireylerden her zaman rasyonalite beklenemez. Rasyonalite ancak sayı arttıkça artar.

Filmin sıkıntısı Doğu Almanya’yı (daha sonra bahsedeceğim) Başkalarının Hayatı’nda (The Lives of Others) olduğu gibi bir karanlık masal diyarına çevirmesi. Apartman yöneticisinin doktorlara zorla merdiven temizlettirdiği, Doğu Alman ıslahevlerinin sosyalist imha kampı diye tarif edildiği, neden önemli olduğu bilinmeyen bir doktorun evde-otobüste-iş yerinde onlarca kişi tarafından takip edildiği (devlet kaynaklarının ne büyük israfı bu), insanların hiçbir duygu emaresi göstermediği, 1980’in dünyasında serumların ulaşmasının dört gün süreceği, başhekimin muhbirliğe zorlandığı bir ülke burası. Los Angeles Times, 1989 yılında “Doğu Almanya’da 500 hastanenin olduğunu ve tıbbi standartların geçmişte yüksek olduğunu ama artık kalitenin düştüğünü, doktorların Batı’ya kaçtığını” yazmış[2] mesela. Yani ilaç kesintisi varsa anca 1989 yılında ortaya çıkması biraz ilginç. Almanya’da şu anda da ilaç eksikliği var meselâ. Kasım’da yapılan birkaç araştırmada eczane ve hastaların %80 ila %90’ı bunu kabul etmiş, yüzde 60’ı tedavilerin yarım kaldığını söylemiş.[3] Peki bu konuda bir anti-propaganda duyuyor musunuz? Sanmam. Duyuyorsanız da bir yetersizliktendir, sistemin kendisi yüzünden değildir, hiç olur mu öyle şey! Merkezi dağıtım yüzünden ilaçlar gelmiyordu zırvasını da burada kapatalım o zaman.

BAŞKALARININ HAYATI

En etkili film ise Amerikanların Oscar ödülünü takdim ettikleri The Lives of Others (Başkalarının Hayatı) filmi oldu. Bu film ne idüğü pek belirsiz bir kavram olan “Totaliter” devletlerin kötülüğünü tekrar anlatmak için müthiş bir fırsat olarak Batı’nın karşısına çıkarılmıştı. Bu özgürlükten yana olanların çektiği çileleri gösteren, “Büyük Birader” devletin 7/24 insanları denetimi altında tuttuğu, hapislere atmak için fırsat kolladığı bir filmdi.

Oysaki hayatının esinlenildiği Christoph Hein, filmi izledikten sonra adının kapanış jeneriğinden çıkarılmasını istemiş ve filmde gösterilen ülkenin Doğu Almanya değil, Tolkien’in Orta Dünyası olduğunu söylemişti. Filmdeki meşhur intihar makalesi aslında sansüre karşı 1989 yılında bir Batı Alman gazetesi için ülke yıkılmadan önce yazmıştı.* Yazarı hapse girmemişti, dünyaca ünlü değildi, yazısı tanınmasın diye Batı Almanya’dan daktilo getirtmemişti, hayatını hiç tehlikede hissetmemişti.

Silezyalı bir asilzade olan ve ailesinin Doğu’daki tüm kalelerine el koyulan yönetmen Florian Henckel von Donnersmarck, gerçekten de sınıfını bilerek Doğu Almanya’yı Nazilerle bile hesaplaşamamış Batı Almanya’nın gözünden, neredeyse Nazi olmakla suçluyordu. Hein’in itirazına ise bu yazıyı okuyacak pek çok kişinin yapacağı itirazı yapmıştı: “Bu bir senaryo. Tamamen gerçekleri anlatmak zorunda değil.” Eğer Doğu Almanya konusundaki tüm bilgileri bu filmden ibaret olmayanlar varsa onlar da yönetmene katılıp sinemaya dair teorik bir tartışma yürütebilir pekâlâ ama sürekli bu filmde gördüklerini tekrarlayan ve bunu bir gerçek olarak pusula edinenlere ne diyeceğiz pek bilinmez.

Doğu Almanya’nın da kendine has sıkıntıları vardı tabii ki, normaldir, (bu başka bir yazının konusu olabilir ancak) ama yalan olduğu ortaya çıkmış olsa bile, gerçeğin yerini imajın aldığı, insanların gerçeklere inanmak istemediği bir çağda yanlış fikirler edinilmesine öncülük ediyor bu filmler…

* https://gazetemanifesto.com/2019/sosyalist-kultur-neden-adimi-baskalarinin-hayatindan-cikarttim-314792/

[1] https://www.berliner-mauer-gedenkstaette.de/en/uploads/todesopfer_dokumente/140_victims_at_the_berlin_wall_1961_189.pdf

[2] https://www.latimes.com/archives/la-xpm-1989-11-07-mn-885-story.html

[3] https://ihsmarkit.com/research-analysis/drug-supply-shortages-in-germany.html